Dünyanın süratle distopyalaştığı günümüzde, soyut olarak ütopya fikrinden uzaklaşırken, yakın geçmişte somut ütopyalara sahip olduğumuzu unutuyoruz. Ruben Woodin-Dechamps ve Oscar Hudson’ın yönettiği, 2016 yapımı A Second World, bilim-kurgu tonlu bir belgesel olarak, Tito döneminin birleşik ve sosyalist Yugoslavya ütopyasına eğiliyor.
Ljuba Stojanovic adlı eski Yugoslavya yurttaşının, kendi icat ettiği kimi aygıtlarla, yaşamın eşitlik ve refah içinde geçtiği Asomaljia adında bir gezegenle kurduğu telsiz bağlantısı, Avrupa’nın göbeğinde kapitalizm nedeniyle katliamlar ve iç savaşlar neticesinde yitirilen ütopyanın izini sürerken izleyiciye dışarıdan sesleniyor. Yönetmenlerin görsel olarak, Tito’nun isteğiyle 1960’lar ve 1970’lerde, ülkenin dört bir yanında, İkinci Dünya Savaşı yıkımını ve buna gösterilen direnişi çağrıştırmak adına inşa edilen anıtları seçmesi şaşırtıcı değil. Zira bu anıt heykeller, Yugoslav halkının din ve ırk ayrımı olmaksızın ortak bir ideal ile birlikte hareket ettiğinde, faşist Nazi savaş aygıtına karşı galip gelebildiğini hatırlatmaktadır. Daha da önemlisi ise bu anıtlar, gelecekçilik biçimi ile inşa edilen modernist sanat eserleri olarak, akımın son büyük örnekleri olmanın yanı sıra, insanlığın halen umut beslediği, “ütopik” bir dönemin, melankolik hafızasını sunmaktadır.