Yeşil Gözlü Çocuk*
Soğuk pencerenin yanındaki eski sandalye de uyuyakalmıştı yaşlı kadın. Kucağındaki şişman, kabarık tüylü kedinin hızla yere inmesiyle uyandı. Titreyen başını tozlanmış duvar saatine doğru çevirdi. İlaç saatinin geldiğini anladı ve zorlanarak sandalyeden kalktı. Bacaklarını ovalayarak mutfağa doğru gitmeye başladı. Masanın üzerinde duran ilaç kutularından en üsttekini aldı çirkin ellerine. Gözlerini kıstı ve ilaç kutusunu pencereye doğru çevirip okumaya çalıştı. İlaç kutusunun üstündeki renkli çizgiler, her ne kadar kutuyu hoş gösterilmek için yapıldıysa da yaşlı kadının midesini bulandırıyorlardı. Kim bilir daha ne kadar görmek zorundaydı bu rezalet güzelliği. Doğru ilacı bulduğunu anlayınca bir tablet çıkarıp büzülmüş dudakları arasına sıkıştırdı. Yine masanın üstünde duran bardağı alıp çeşmeye doğru yürüdü. Vanayı zorla çevirip suyu açtı. Bardağı ağzına kadar doldurup yavaşça içti. Beyaz başörtüsünün omuzlarından sarkan kenarıyla ağzını bastırarak sildi. Sallanarak gidip sandalyesine oturdu. Pencereden dışarıya bakmaya devam etti. Ne zaman işi olmasa oraya gidip yolu seyrederdi. Sanki birini bekliyordu…
Yaşlı kadının uykusu gelmişti. Tam gözleri kapanırken yolun başında bir hareketlenme gördü. Hemen doğruldu. Yolun sonunda gördüğü küçük bir çocuktu, yaklaşınca anladı. Çocuk koşarak bahçe kapısına yaklaştı. Çocuk gelince bahçe kapısındaki kuşlar uçtu ve onlar uçunca çocuk irkildi sonra bahçe kapısını açmaya çalıştı. Kapı yere inmişti. Açmaya çalıştıkça toprağa sürtüyordu. Çocuk birden durdu ve başını eve doğru kaldırdı. Sanki içeri girip girmemek arasında kalmıştı. Yaşlı kadın birinin evine aylar sonra ilk defa geldiğini görünce çok heyecanlanmıştı. Kalbi uzun zamandır bu kadar hızlı atmamıştı. Sadece kocasıyla çocuğunu hatırladığı zamanlarda bu kadar hızlı atıyordu kalbi. Oğlu yedi, eşi yirmi dokuz yaşındayken kaybetmişti ikisini de. Bir depremde. O günden sonra hayatına kimseyi sokmadı. Oturduğu evi bile değiştirmedi. Hatta eşi ve çocuğunun eşyalarını dağıtmak istemediyse de zorla ikna etmişlerdi…
Çocuk pencerede oturan yaşlı kadını görünce bütün gücüyle zorladı kapıyı. Evin dayanıksız gibi duran ahşap kapısına doğru koştu. Çocuk mutluydu ne de olsa bugün bayramdı. Evin kapısına küçücük elleriyle vurmaya başladı. Kadın elinden geldiğince hızlı davranmaya çalışarak kapıya doğru yürüdü. Kapıyı açtığında, sarışın, yeşil gözlü, bir çocuk kadına sevimli bir şekilde gülümsüyordu. Kadın çok sevinmişti. Çocuğu baştan aşağıya süzdü, çocuk eskimiş kıyafetler giymişti, ayakkabıları da öyle. Yaşlı kadın ayakkabılarını görünce gözleri doldu. Çocuğu öldüğünde eşyaları arasında dağıtmak zorunda kaldığı ayakkabılardı bunlar. Oğlu ancak bir kere giyebilmişti. Ayakkabılar eskimişti kim bilir bu yeşil gözlü çocuğa da kimlerden kalmıştı. Çocuk Kadının gözlerinin dolduğunu görünce bir an duraksadıysa da kadının buruşuk elini alıp öptü ve alnına koydu. Gülerek;
“Bayramın mübarek olsun teyze.” Dedi.
Kadın çocuğa deli gibi sarılmak istiyordu ama dokunmaya bile kıyamıyordu. Elini çok hafifçe çocuğun sırtına koyarak;
“İçeri gel yavrum.”, dedi ve bir koltuğa oturttu. İki cebine de çokça şeker doldurdu. Çocuk artık gitmek istiyordu, ne de olsa daha gezeceği çok ev vardı.
Kadın biraz daha kalsın istiyordu. Çünkü tek arkadaşı olan yalnızlığı hiç sevmiyordu. Bir şeyler yapmalıydı, en azından ondan bir söz almalıydı tekrar geleceğine dair. Fakat ısrarcı görünüp çocuğu sıkboğaz da etmek istemiyordu. Gülümsedi, yanaklarındaki yumuşak etler elmacık kemiklerinde pembe pembe toplanı verdiler hemen.
“Evin buraya uzak mı çocuğum?” diye sordu biraz tedirgin. Çocuk ağzında eritmeye çalıştığı kocaman şekeri yanağına güçlükle sıkıştırdı ve cevap verdi;
“Hayır, bir sokak ötede oturuyoruz. Hani fırın var ya bir tane onun yanında.” Dedikten sonra şekerini yemeye kaldığı yerden devam etti. Kadın bir süre çocuğu izledi, şu an tek derdi daha fazla şeker toplamak olan çocuk ne kadar da güzeldi. Henüz hiçbir şey yaşamamıştı, yalnız değildi. Kocamış bir kadının onun dostluğuna ihtiyaç duyduğunun, onu görünce ne kadar mutlu olduğunun farkında bile değildi. Tekrar söze başladı;
“Aa yakınmış. Haftada bir benim misafirim ol, olur mu?” dedi umut dolu ve reddedilmekten korkan gözlerle. Kalbi hızlı hızlı atmaya başladı, ya ‘gelemem’ derse? Çocuk umursamaz bir şekilde;
“Oluur.” Dedi sadece. Bunu söylerken omuzlarını hafifçe kaldırıp indirmişti. Çocuk için belki de hayatındaki en önemsiz işti. Gelirdi tabi neden gelmesin ki?
Aldığı cevap karşısında rahat bir nefes aldı kadın. Gitmek için sabırsızlanan çocuğu uğurladı. Bu güzel haberi kedisine vermek istiyordu ama kedi ortalıkta yoktu. Mutfakta olmalıydı, oraya doğru gitti. Mutfak masasının yanından geçerken gözüne ilaç kutuları ilişti. Ne güzel kutulardı onlar öyle…