Devrim: Bir toplumun yaşamında önemli işlevi olan kurumların hızlı ve geniş kapsamlı bir biçimde kökten değiştirilmesi ya da yenileştirilmesi, yeniden biçimlendirilmesi ya da belli bir alanda birdenbire gerçekleşen kökten değişiklik. Devrimin sözlükteki anlamı bu şekilde karşımıza çıkıyor.
Yıllarca baskı, şiddet, yolsuzluk, adaletsizlik gibi kavramların hâkim olduğu bir yönetim anlayışından bıkan halkın başkaldırısına bir nevi ortak oluyoruz, Kimin Ülkesi adlı belgeselde. Belgesel, devrimin çıkış noktasını ve devrimden sonrasının nasıl olduğunu izleyicisine aktarmaya çalışırken halk ile devrim arasındaki bağlantıyı da izleyiciye göstermeye çalışıyor.
Polisin asıl görevi halkı korumak ve halkın huzur içinde yaşamasını sağlamakken bunları bir kenara bırakan kolluk kuvvetlerinin halk üzerindeki baskısını arttırması diğer yandan ülkedeki yolsuzluğun artmış oluşu Mısır Devrimi’nin patlak vermesine neden oluyor. Özellikle polisin şiddet uyguladığı sahneleri görmemiz ve bunların birinin rehberliğinde anlatılması ülkemizde polis şiddetinin halk üzerinde en yüksek seviyede olduğu halkında faşizm ve şiddete karşı karşılık verdiği 2013 yılında gerçekleşen Gezi Direnişi ile aralarında bir bağlantı kurmamıza neden olduğunu söyleyebiliriz. Aralarında tek fark ise Mısır halkının bir süreliğine de olsa polis şiddetinden kendilerini uzak tutmaları ve gösteriler nedeniyle Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek‘in istifa edişidir. Filmde, bu ve bunun gibi olan diğer sahnelerin ülkemize göre çıkarımını yaptığımızda kaçınılmaz olarak bir sorgulamaya gidiyoruz ve aklı rafa kaldırmış bir gericilikle yönetilirken kısacası “kral çıplakken biz ne yapıyoruz?” sorusundan uzaklaşamıyoruz.
Amerikalı yapımcı Gini Reticker‘in yine Mısır’da yaşanan devrim üzerine çektiği The Trials Of Spring belgeselinde görüntü yönetmenliğini üstlenen Mohamed Siam‘ın 2015 yapımı belgeseli Kimin Ülkesi aynı zamanda Siam’ın ilk uzun metraj filmi. Tahrir Meydanı’nın hemen ardından başlayan hikâyenin başlangıcında ve devamında yönetmenin ailesinin kendisini ne kadar siyaset içine soktuğunu ve ailesinin ne kadar siyasetle iç içe olduğunu, yaşadığı olayları kendi gözünden harmanlayarak anlatması ve film aktıkça olaylara ara ara yorumlar getirmesi belgeselin akışını olumlu yönde değiştiriyor. Hikâye ilerledikçe Mübarek’in düşüşü, Mursi ve Müslüman Kardeşler’in yükselişine ve en nihayetinde Abdülfettah El Sisi‘nin iktidarında rejimin polisi olarak çalışmış birinin rehberliğinde tanıklık ediyoruz.
Genelde tek bir planın hâkim olduğu yakın plan kullanılarak çekilen belgeselde yakın plan çekimlerinin bir sorgu havası yarattığını bunun yaratmış olduğu suçluluk duygusuyla da itiraf yapmanın rahatlığına varıldığını sahnelerde görmek mümkün. Mübarek’in düşüşü bir devrim olarak algılansa da yeni gelen hükümetle süregelen şiddet yanlı olaylar, ağızlarda dolanan eşitlik, adalet gibi kavramların gerçekleşmemesi devrimin tam anlamıyla ölü doğmasına neden oluyor. Özellikle ülkede Müslüman Kardeşler’in ve Mursi’nin yükselişine göz attığımızda bu çıkarımı yapmak mümkün. Müslüman Kardeşler’in yükselişiyle gerçekleşen olaylar çerçevesinde kendi ülkemize doğru bir sonuç çıkardığımızda terör örgütleri tarafından kandırılan hükümet ve din adı altında yapılan faşizme ortak oluyoruz ve geleceğimizdeki o belirsizlik tablosunun krala dur demedikçe bataklık gibi bizi içine çektiğine bir bir tanıklık ediyoruz. Kısacası “Şiddetin doğurduğu şiddetin, daha da fazla şiddet getirdiğini ve yükselen alevlerin tüm bencilliği ve basit yaşamları ile insanı da yutacağını bir kez daha bizlere hatırlatıyor. Ve tıpkı False Flags’in sonunda Thom Yorke‘den alıntılanan buradan nereye gidiyoruz sorusu gibi belirsizliğini koruyor.”* Sonuç olarak ise hem kendi ülkemiz için hem de Mısır halkı için film sonunda isminde olduğu gibi aslında ülkenin mimin ülkesi olduğu konusunda insanın kafasında soru işaretleri bırakıyor.
Deniz Eren