Başkalarının hayatlarına karışarak nefes almaya devam eden ölümsüzler için takvim yaprakları pek anlam taşımıyor elbette ama gitgide daha az rastlanan özelliklere sahip güzel insanları bu günleri vesile ederek gelecek nesillere tanıtmak, uyumsuzların birbirini beslemesi ve desteklemesi açısından önemli olsa gerek.
20 Şubat, bir döneme damgasını vuran Nirvana grubunun solisti Kurt Cobain’in 50. yaş günüydü. “Eve birkaç kişi gelse konser verdiğimizi düşünüyorduk” diyecek kadar alçakgönüllü; fazla ilgiden içinde sahtesinin bolca olacağına inancı nedeniyle de rahatsız görünen Cobain, özellikle “Nevermind/Boşver” isimli albümlerinden sonra birden tüm dünyada bir neslin sözcüsü ilan edilmişti. Müzik piyasasının öğütücü çarklarıyla ve genel olarak kapitalist düzenle uyumsuzluğu, uyuşturucu kullanımı ve çoğu kişi tarafından kabul edilen, intihara meyilli olmasına da neden olmuş olabilecek akıl hastalığı sonucu intihar ettiğinde 27 yaşındaydı.
(Fotoğraf: Tracy Marander/1989)
Cobain’in annesi “Montage of heck” belgeselinde onu çok küçük yaşta, kabaca fazla hareketli olduğu için doktora götürdüğünü ve sonuçta Cobain’e ilaç verildiğini kendisi anlatır. Nirvana’nın en bilinen şarkılarından birinin adı “Lithium” dur. Lityum, bipolar bozukluğa sahip olanların (diğer adıyla manik-depresyon) kullandığı ilaç olduğu için kimileri Cobain’in de bipolar olduğunu düşünüyor. Bu konuda resmi bir açıklama olmasa bile Cobain’in intihar notunda kendinden ve sorunlarından söz ediş biçimi onun intihar ettiği sırada depresyonda olabileceğine işaret ediyor (isteksizlik, suçluluk hissi, okuma ve yazmada zorluk vs). Cobain bipolar bozukluk ya da depresyon hastası değildi belki ama şarkı sözlerinde ve söyleşilerde tepki gösterdiği konulara bakınca bir noktadan sonra bunun önemi kalmıyor. Eşcinsellere olan baskılara karşı çıkması, maço erkekler ve tecavüz kültürü hakkında söyledikleri onun haksızlıklara karşı çok duyarlı, hassas biri olduğunu gösteriyor. Dinleyicilerine seslendiği intihar mektubunda da zaten insanları, sonucunda fazla üzülmesine neden olacak kadar fazla sevdiğinden, çok hassas oluşundan onu kırılgan kılan, yıpratan bir şey olarak söz eder. Kendisinde bir süredir görmediğini belirttiği ve olmayışı nedeniyle dinleyicilerine karşı kendini suçlu hissettiğini söylediği “istek” ve “sahicilik”, şarkı sözlerinden, yüzünden (özellikle gözlerinden) de belli olduğu için bizlere, böylesine gerçek, samimi, özsaygısı olan ahlaklı bir müzisyeni, bir dostu kaybettiğimiz için kahrolmak kalır.
Acımasız rekabetin sürdüğü kapitalist dünyada, eşcinsel ya da bipolar, farklı olanın baskılandığı bir düzende hiçbir duyguya teğet geçmeden, sahici yaşam sürenlerin ara sıra deliliğin kıyısına gelmesi, hatta intiharı düşünmesi doğal değil midir?
18 Şubat, bipolar bozukluğunun olduğunu kitaplarında açıklamış olan Tezer Özlü’nün de 31. ölüm yıldönümü idi. Akıl hastanesinde kalışlarını, deliliğini okurlarıyla açıkça paylaşan Özlü’nün farklı şekillerde yorumlanan “Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi” sözü de diğer yazdıklarıyla, az çok çizebildiğimiz karakteri ve bipolar oluşuyla birlikte düşünüldüğünde bir açıdan da “iyi delilerin” yoz, faşist düzende nefes almalarının “ortalama iyi” insanlara göre daha zor olduğunun, onlardan daha hızlı, daha kötü etkilendiklerinin özeti gibidir. Nitekim intihar teması, yeryüzüne dayanmakta güçlük çektiğinden sıklıkla söz eden Özlü’nün kitaplarında bolca yer alır. Başta “İntiharın izinde” olarak düşünülen sonra “Yaşamın ucuna yolculuk” ismini alan kitabında ise Özlü’nün düzene karşı isyanını çok çıplak dile getirdiği birçok satıra rastlamak mümkün. Kısaca “Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla bağdaşan hiç yönüm yok” der.
Yine bir akıl hastası olan (büyük olasılıkla bipolar) Martin Luther King Jr., insanlığın kurtuluşunun, düzenle yaratıcı şekilde uyumsuz olanlarca sağlanacağını düşünüyormuş. Ayrımcılığa, yoksulluğa ve savaşa karşı giriştiği, şiddet içermeyen eylemler sonucu genç yaşta öldürülmüş olan King’in sözlerinde doğruluk payı olduğu insanlık tarihine bakıldığında görülebilir. Ancak düzene karşı olmanın birçok bedelle birlikte geldiği de yine bu örneklerin çektiği acılardan, genç yaşta ölmelerinden anlaşılıyor.
Görünen o ki, düzenle çatışarak sağlıklı, insanca yaşam sürmek ancak uyumsuzların birbirini desteklemesiyle mümkün. Cobain’in günlüklerinde yer alan “Daha fazla esinlenmeye ihtiyacım yok, destekleneyim yeter/ I don’t need to be inspired any longer, just supported” sözünün apaçık gösterdiği gibi. Azıcık esinle bile ne rüzgârlar estirebilir bu insanlar (kaldı ki sürekli ilgi için de üretmezler) hödüklerin ya da işte onların dümende olduğu bu düzenin pis kokulu nefesiyle güçten düşebilir, ölebilir, hatta kendilerini uçurumdan aşağı bırakabilirler. Cobain örneğinde olduğu gibi.
Cobain’in kızı Frances Bean’in de Nirvana’ın en sevdiği parçalarından biri olduğunu söylediği “Dumb” şarkısı “I’m not like them but I can pretend/Onlara benzemiyorum ama –mış gibi yapabilirim” cümlesi ile başlar. Dünyaca ünlü biri olarak, açgözlü müzik piyasasında, her an ağzına mikrofon dayatılmış şekilde yaşarken her an sahici olmak, her an kendi istediğini yapmak hiç kolay olmasa gerek. Cobain’in pek çok söyleşide bezgin, ilgisiz, hatta alaylı görünen tavırları belki de giderek artan bir yükün belirtisiydi. Müziği televizyondan izlemediğim dönemlerde bu söyleşileri hiç dikkatli izlememişim. Alaska’da bir gün Cobain’in eşi Courtney Love ile ilgili bir belgesel izlerken Frances Bean ile karşılaştım. Yıllarca hiç merak edip de araştırmadığım bu yüzde Cobain’in gözlerini görmek çok sarsıcıydı. Türlü zor dönemlerde müzikleriyle beni iyileştirmiş olan dostların yüzleriyle, bu kez söyleşileri özellikle es geçmeden, bir tür iletişime geçmek farklı yolculuklara çıkardı, hem de Amerika’da nefes almamı kolaylaştırdı. Cobain’in, kızınınkilerde yansımasını görerek etkilendiğim gözleri çok şey aktarmaya başladı bana. Ünlü olmasaydı çevremde gördüğüm yetenekli ama yoksul Amerikalıların kaderini yaşayacaktı. Belki o zaman hala hayatta olurdu ama nasılsa yaşam sadece nefes almaktan ibaret değildi; o ana dek yaşadığı zor yaşamın, orada oluşunda şansın etkisini görüyor olmanın verdiği şaşkın yorgunluk ve elbette saçmalıklar karşısında duyduğu öfke ve daha pek çok duygu gözlerinden okunuyordu. Şarkı sözlerinde aslında var olan hassas ruh izleri, belki sert müziğin etkisiyle geride kalıyordu, bilmiyorum.
Courtney’in hamileliği sırasında uyuşturucu kullandığını açıklaması yetkililerin neredeyse kızlarını ellerinden almasına yol açmıştı. Zamanında da bu olay nedeniyle çok üzüldüğümü hatırlıyorum. 1992’deki Reading Festivali’nin video kaydını ise ancak Amerika’dayken izledim. Sahneye hastane giysisiyle çıkan Cobain konser sırasında seyircilere basında bu nedenle kendilerini hakkında çok çirkin şeyler yazıldığını söylüyor ve biraz da sıkılgan bir ifadeyle onlardan “Seni seviyoruz, Courtney” demelerini istiyordu. Ekstralarda ise bir çocuk yanına geliyor ve Courtney’i sevdiği gibi bir şeyler söylüyordu. O sırada elinde sigara olan Kurt, çocuğa sigara içmemesini söylüyordu. Nirvana hayranlarının çoğu Courtney’den nefret ediyor. Anaakım seyirciye, dünyaya ulaşan bir ünün yanında nefret edilen birisiyle olmak hiçbir insanın kolayca taşıyacağı bir yük olamaz. Çocukla konuşurken onu çeken kameraya attığı delici bakış Cobain’in intiharında pek çok insanın payı olduğunu gösteriyordu sanki.
(Fotoğraf: Kevin Mazur/Wireimage)
Konserlerde, video kliplerde, söyleşilerde yüzünü saçlarıyla saklasa da, montun altına, tuhaf gözlüklerin arkasına, “In Bloom”un klibindeki gibi komik bir yüzün gerisine saklansa da gözlerinin içine akan yoğun duyguları görmemek imkânsız oldu benim için. En çok da akıl hastalarının, eşcinsellerin, zencilerin, Amerikan yerlilerinin hala ayrımcılığa ve baskıya uğradığı, diğer yandan toplumu ya da Hollywood gibi düzene bir şekilde girmiş “gerçek” değerleri öğütücüden geçiren ve sahtelik sosuyla piyasaya süren düzenekleri daha iyi tanıma şansına (ya da talihsizliğine) eriştiğim için. Dünyaca ününe rağmen saf kalkanlar dışında bize dostluğunu elinden geldiğince maskesiz sunan Kurt, o topraklarda da nefes almamı kolaylaştırdı.
Yunuslar da herkes tarafından çok sevilir, biraz da hep gülümser gözüktükleri için. Ancak gözlerinde bambaşka, hatta gülümsemeyle çelişen hüzünlü bir ifade vardır. Ayrıca hem sualtında hem de su üstünde görebilirler. Yunuslar aslında yunus sever olduğunu söyleyen pek çok insan tarafından aslında sevilmemek yanında sömürülür. Tüm bunlar nedeniyle Kurt çoktandır benim için elbette gerektiğinde kendini korumaya çalışmış, başaramamasında bile insanlık yatan bir “yunus gözlü adam”dır.
Cobain’in mektubunda kendisinde bir süredir görmediğini belirttiği ve olmayışı nedeniyle dinleyicilerine karşı kendini suçlu hissettiğini söylediği “istek” ve “sahiciliğin” depresyon belirtisi olabileceğinin altını, aramızda her alanda daha bir sürü Cobain, Özlü, King olacağını, kokuşmuş ortamda aslında birbirimizi fark etmenin belki de her zamankinden daha kolay olacağını belirterek ve “Hiç de az sayıda değiliz, birbirimize benziyoruz ve bizi başkası gibi davranmaya zorlayan düzene uyum sağlamayacağız” diyerek çizmek isterim.
Özgür Keşaplı Didrickson
*Kurt Cobain’in intihar mektubu;
https://www.reddit.com/r/Music/comments/1uwmhk/kurt_cobains_suicide_note/