Sınırsızlığın Kesiştiği Tabular: Marina Abramovic*
Marina Abramovic, kırk yılı aşkın profesyonel sanat yaşamında gerçekleştirdiği performanslarla en çok ses getiren beden sanat (body art) akımının temsilcilerindendir. Fiziksel ve zihinsel potansiyellerini, sergilediği performanslarla sonuna kadar zorlayan performans sanatçısı, dünyanın çeşitli yerlerine yaptığı seyahatlerde enerji üzerine odaklı araştırma ve çalışmalar yapmıştır. Şüphe yok ki bu araştırma ve çalışmaların yaptığı dayanıklılık temelli performanslara olumlu katkısı olmuştur. Çocukluğu ve gençliği Josip Broz Tito dönemi Yugoslavya’sında geçen Abramovic, Belgrad’daki Devrim ve Sanat Müzesi’nin müdürlüğünü yapan annesinin sert disiplini ve dönemin sıkı eğitimi ile yetişmişti. Bu yetişme tarzının hareketsizlik, sessizlik ve dayanıklılık konusunda da uç noktalara varacak performanslarına katkısı önemlidir. İlk performansını 1973 yılında Edinburgh’da gerçekleştiren Abramovic’in dikkate değer işlerini; Rhythm Series (1973–1974), Ulay ile İşleri (1976–1988), Balkan Baroque (1997), The Artist is Present (2010) olarak ayırabiliriz. 1973-1974 yılları arasında erken dönem işlerini gördüğümüz Abramovic, Alman sanatçı Frank Uwe Laysiepen yani Ulay ile 1975 yılında tanışması ile performanslarını farklı bir noktaya taşıdı. Ulay ile aralarındaki güç-bağımlılık ilişkilerini beraber oldukları senelerde gösterdikleri performanslarda izleyiciyi de ortak ederek inceleyip geliştirdiler. Abramovic’in göğsüne yöneltilmiş yaya gerili okla yaptıkları performans en akılda kalanlardandır. Ulay ile ayrılmaları yine bir performans ile gerçekleşti. Her biri bir uçtan yürümeye başlayarak Çin Seddi üzerinde 2000 km. kat edip ortada buluştular ve sonra ayrıldılar.
Abramovic’in çalışmaları ve duruşu birçok kişiyi derinden etkilemiştir. İtiraf etmeliyim ki beni de 1997 yılının Haziran ayında Venedik Bienali sırasında gerçekleştirdiği “Balkan Baroque” adlı performansı derinden etkilemiştir. 1997 yılında 15 yaşında olup bu performanstan bihaber olsam da yıllar sonra öğrendiğimde, performans sanatlara bakış açım değişmiştir. Gerçekleştirdiği performansta dört gün boyunca kanlı sığır kemiklerinin üzerine oturarak onları temizlemeye çalışmıştır. Kokunun her geçen gün giderek arttığı bodrum katındaki performans alanında fiziksel ve zihinsel sınırlarını zorlayarak başta Balkanlarda yaşanan savaş olmak üzere dünyadaki tüm savaşları, gözyaşı dökerek, eski halk türküleri söyleyerek lanetlemiştir.
2010 yılında Museum of Modern Art’da gerçekleştirdiği The Artist Is Present performansında Abramovic, toplam 736 saat 30 dakika boyunca hareketsiz, sessiz kalıp kendisiyle göz göze gelen, konuşan izleyicilerin karşısında oturdu. Bu performansta Ulay kendisine bir sürpriz yaptı ve duygusal anların yaşanmasına neden oldu.
Marina Abramovic’in profesyonel sanat hayatına kısaca değindikten sonra gelelim konumuzun tabu ile ilgili olan kısmına. Öncelikle “tabu”nun kısa tanımını yapıp hatırlamak faydalı olacaktır. Türk Dil Kurumu’nun güncel sözlüğüne göre tabu; Kutsal sayılan bazı insanlara, hayvanlara, nesnelere dokunulmasını, kullanılmasını yasaklayan, aksi yapıldığında zararı dokunacağı düşünülen dinî inanç. Tabu da kutsal olanın korunmasının yanı sıra zayıf görülen kadın, çocuk, yaşlının korunması da vardır. Sıfat olarak kullanımında ise; Yasaklanarak korunan (nesne, kelime, davranış). Emile Durkheim’e göre “bir toplumun üyeleri tarafından belirlenmiş sosyal kurallar” anlamında tabu köken itibariyle tamamen sosyaldir. Tabular zamana bağlı olarak geçici ve sürekli olmak üzere ikiye ayrılır. Geçmişte tabu olarak görülen şeyler zamanla tabu olma özelliklerini yitirebilir. Bazı tabular toplumdan topluma değişebilirken bazı tabular toplumların çoğunda kabul edilir.
Modernizmin sanat anlayışının kısıtlayıcı görülmeye başlandığı, modernistlerin tabu gördüğü ne varsa dogmatik, kaba ve tükenmiş olarak nitelendiği dönemlerde Postmodern sanat anlayışının belirdiğini söyleyebiliriz. İşin en çetrefilli ve zor tarafı Postmodern sanatın ve sanatçıların tanımlarının yapılması çünkü sanatta bu niteleme özellikle 1960-1980 arası döneme gönderme yapsa da öncesi ve sonrası hatta günümüz sanat anlayışında da baskın olarak kullanılıyor. Bu dönemlerin eserlerinde birçok tabunun altüst edildiğini rahatça görebiliriz. Etik, estetik, öz, temsiliyet ve özgünlük yerini melez, yeniden üretim, yeniden anlamlandırma, pastiş, süreksiz, değişkene bırakıyor. “Mış gibiler” ile gerçeklik sorgulanıyor. Postmodernizmin tabu yıkımı o kadar sert oluyor ki bir yandan insana geçici bir mutluluk ve haz duygusu verirken bir yandan insanı büyük bir boşluğun içine atıyor.
Marina Abramovic’in performanslarını incelediğimizde ilk dönem yaptığı çalışmalarda yıktığı tabularda insana verdiği heyecanı ve mutluluğu son dönemde yaptıkları ile veremediğini görmekteyiz. Çünkü dönemin sanatçıları o kadar çok tabu yıktılar, o kadar fazla heyecan yaşattılar ki sonucunda performansları tam hazmedemeyen ve tatmin olmakta zorluk çeken bir izleyici kitlesi yarattılar. Bunun sonucunda sanatçı kendini daha uç noktalara sürükleme ihtiyacı içine girdi. Postmodern sanatın ilk örnekleri izleyicide şaşkınlık, dumura uğramış hissi yaratırken, artık her şeye hazır, çok da şaşırmayan hep daha aşırısını bekleyen bir izleyici kitlesi oluştu. Marina Abramovic’e hayranlığını her fırsatta dile getiren Lady Gaga Abramovic için, sınırları olmayan bir sanatçı tanımlamasını yapmıştır.
Burada sorulacak en önemli sorular: Gerçekten sınırların olmaması bir sanatçı için iyi bir durum mudur? Bu sınırsızlığın sonuçları ne olabilir? Her şey sanatın içine girebilir mi? Marina Abramovic’in performanslarında fazlasıyla kan, acı, tarifler ve sembollere yer verdiğini görmekteyiz. Çoğu performansının okültizme kaydığı söylenebilir. Postmodern sanatın melez ve pastiş yapısından kaynaklı farklı noktalara göndermelerde bulunabilecek sembol, kelime ve materyal kullanımları kafa karışıklığı yaratmaktadır. Marina Abramovic’in bu özelliklere sahip ve en tartışmalı enstalasyonlarından birisi 1997 yılında Roma’da gerçekleştirdiği Spirit Cooking’dir.
1996 yılında Jacob Samuel ile birlikte çalışarak afrodizyak tariflerin olduğu Spirit Cooking isimli bir yemek kitabı hazırlamıştır. Bu kitap, hareket ve düşünce için talimatları anımsatıp, ruhların elle tutulamaz şeyler, ışık, ses ve duygular ile beslendiğini anlatmaktadır. Kitapta bir tarifte 1300 gr kıskançlık gibi malzemeler varken başka bir tarifte taze anne sütü ile taze sperm yer almaktadır. 1997 yılında gerçekleşen enstalasyonunda domuz kanı kullanarak beyaz duvara gizemli bir dil ile şiddetin tarifini yazmıştır. Ayrıca okültizme ve satanizme gönderme yapacak sembollerde çizmiştir.
Spirit Cooking ismini, son olarak Amerika’da Başkanlık seçimleri sırasında ortaya çıkan Kannibalizm ve pedofil gibi tabu konuları, insan ticareti ve satanist ritüelleri içerdiği iddia edilen pizzagate skandalında duyuyoruz. Pizzagate o kadar ciddi iddialar içeriyor ki ne tamamen reddedebiliyorsunuz, ne de tamamen kabul edebiliyorsunuz. Şuan için gerçekliğini ya da gerçek dışılığını tartışmanın doğru olduğunu düşünmüyorum ama bu konunun sonraki dönemlerde tekrar gündeme geleceğinden ve çok tartışılacağından eminim. Pizzagate olayına ayrıntıları ile değinmeyeceğim. Bu skandalda anahtar isimlerden Hillary Clinton’un kampanya danışmanı John Podesta’nın epostaları wikileaks üzerinden yayınlanıyor. Böylece skandalın tüm ağları ortaya çıkmış oluyor. Marina Abramovic’in bu skandalda Hillary Clinton, John Podesta ve abisini Spirit Cooking Dinner için mail yoluyla evine davet etmesi şüpheli bulunuyor. Ayrıca Clinton Foundation’ın geçmişte Marina Abramovic’e 10 bin dolar hibe ettiğine ilişkin birtakım veriler yer alıyor. Tüm bu iddia ve verilerden bir sonuca varmak çok zor. Ama Marina Abramovic’in adının bu skandalda geçiyor olması bile yazımda daha önce sorduğum soruları tekrar sormama neden oluyor. Gerçekten sınırların olmaması bir sanatçı için iyi bir durum mudur? Bu sınırsızlığın sonuçları ne olabilir? Her şey sanatın içine girebilir mi? Sırada yıkılacak hangi tabular var?