Yeni Bir İnteraktif Form Olarak “Immersive Theatre” – Hasan Anıl Sepetçi

Yeni Bir İnteraktif Form Olarak “Immersive Theatre”*

İçeriği ve bu içeriği tanımlayan adı kesin sınırlarla çizil(e)memiş; fakat Batının bir süredir pratikte geliştirmeye devam ettiği bir biçim elbette ki ilgimizi çekecektir. Tiyatroda etkileşimin ve çoklu ortam kullanımının dramatik bir öyküyle harmanlanması; gerek sahne tekniği, gerekse de tiyatral bir form olarak üzerine konuşmayı zorunlu kılmaktadır. Bu yazıya da tiyatroda çoklu ortam kullanımının geçmiş ve gelişimine panoramik bir bakışla başlamayı düşünsem de, mevzuyu interaktif tiyatronun emredici kuralları içerisinde tutmak daha iyi olacak gibi.

Tiyatroda konvansiyon, dönemler ve çağlar boyunca farklılıklar gösterse, her tiyatro anlayışının kendine has konvansiyonu olsa da; bizim burada konvansiyonel tiyatro şeklinde bahsedeceğimiz, seyirciyle arasına (dördüncü duvar diye tabir edilen) mesafe koyan, seyir ve oyun yerlerinin keskin hatlarla ayrıldığı, seyircinin edilgen bir role sahip olduğu tiyatral biçimlerin tümü olacaktır. İnteraktif tiyatro derken kastedeceğimiz ise, gösterimin seyircilerle fiziksel ve sözsel etkileşim içerisinde olduğu ve oyunun, izleyicilerin etken katılımıyla ilerlediği bir yapıya karşılık gelecektir. İnteraktif tiyatronun bazı formlarında seyir ve oyun yerleri arasında ayrım olsa bile, bazılarında bulunmayabilir. Hatta seyirci, site-specific tiyatrodaki gibi, aksiyonun gerçek mekânına taşınabilir. Site-specific tiyatroya benzeyen; fakat sadece o mekâna has olmayıp aynı zamanda seyircinin katılımıyla/kararıyla dramatik öykünün değişebildiği ve değişmesinin o günkü seyirciye kendine özgü bir oyun seyrettirdiği tiyatro yapımları ise her geçen vakit daha da dikkat çekmeye başlamıştır.

Çoğu vakit, başlı başına immersive tiyatro olarak adlandırılan tiyatro etkinliğinden bahsetmeye çalışıyorum. ‘Immersive’ derken kastedilen, ‘çevreleyen, çevreleyici’ manasındadır ve formun sınırlarını çizerken de temel soru ‘seyircinin ne şekilde çevrelendiği’ üzerinedir. (Daha geniş bir kullanımda, sanat formuna Immersive Art deniyor ve bu terim dilimize Katılımcı Sanat diye çevrilmiş durumda; fakat ben bu Türkçeleştirmeye katılmıyorum) Öyle ki, bazı tasarımlar kolaylıkla çevresel tiyatro olarak adlandırılabilirken; bazı tasarımlar, seyircinin gösterimi yürüyerek takip etmesini zorunlu kıldığı için gezinti tiyatrosu olarak da sınıflandırılabilmektedir. Kendi adıma konuşayım, interaktif tiyatronun (şuna etkileşimli tiyatro desek olmaz mı?) alt dallarında, kardeşleriyle dirsek teması bulunmayan ve saflığını her koşulda koruyan bir türünü bilmiyorum. Bu nedenle de bu çağda bazı çizgilerin kati olarak çizilmesini de anlayamıyorum.

Çevreleyeci Tiyatro (dilimizde bu haliyle belki de ilk isim önermesidir bu), son yıllarda Avrupa ve Kuzey Amerika’da kendine fazlasıyla yer bulmaya başladı. Tıpkı Playback, Forum, Görünmez Tiyatro, Doğaçlama v.b. gibi interaktif tiyatronun bir alt dalı olarak kabul gören Çevreleyeci Tiyatroyu diğerlerinden ayıran en önemli özellik ise, belirli bir mekânsal yerleştirmeyi zorunlu kılmasıdır. Bu mekânsal yerleştirme, oyunun tasarımının izin verdiği ölçüde, bir tiyatro etkinliğine göre nispeten daha az sayıda seyirciyi kabul edebilmektedir. Bu az sayıdaki seyirci, oyunun hem seyircisi hem de karar verici mekanizmasıdır. Konvansiyonel tiyatroda görülen seyir yeri ile oyun yerinin kesin çizgilerle ayrılması (her interaktif yapıda olduğu gibi) burada da bulunmamakta; seyirci, oyun mekânı ile gerçek mekân, gerçek ile hayal gücü arasındaki ince bir hatta oyuna katılmakta ve kendi seyrini yönlendirebilmektedir. Gerek mekânsal, gerekse de tiyatrosal özelliklerle seyirci sarmalanmakta, çevrelenmektedir.

Dördüncü duvarın kırılması ve seyircinin oyuna dâhil edilmesi, günümüzde klasik metinlerin çağdaş sahnelemelerinde de karşımıza çıkan bir reji motifidir (Thomas Ostermeier’ın Bir Halk Düşmanı yorumu, sahnelendiği tüm ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de epey ses getirmişti). Fakat metnin yazınsal stratejisi anlamında, dramatik hikâyenin çeperlerinin seyirciye açılması, interaktif tiyatronun öncüsü olmuştur. Örneğin, Ayn Rand’ın 16 Ocak Gecesi adlı, mahkemede geçen oyununda seyirci, jürinin yerinde kullanılmakta ve finalde rollerden birinin (Karen Andre) suçlu ya da suçsuz olduğunu oylamaktadır.  Bu tarz bir uygulama, Charles Dickens’ın bitirmediği Edwin Drood Gizemi adlı romanının Rupert Holmes tarafından yapılan müzikal uyarlamasında da görülmektedir. Drood, olası 7 farklı finale (katilin kim olduğu üzerine) sahiptir ve seyirciler bu finallerden birini oyunun perde arasında oylarlar. En yüksek oyu alan seçim, ikinci perdede final olarak oynanmaktadır.

Böyle metinler, kuşkusuz ki genelde interaktif, özelde çevreleyici tiyatronun oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bugün ise gelişen çoklu ortam teknolojilerinin ve sanal gerçeklik algısının, tiyatral etkinliklerde kullanımındaki başatlık, seyirci katılımını dramatik eylemin merkezine yerleştiren ve seyirciyi çevreleyen daha fazla oyunun/gösterimin tasarımına olanak sağlamaktadır.

İngiliz deneysel tiyatro topluluğu Punchdrunk, bugün çevreleyici tiyatro denilince akla ilk gelen ekiplerden biridir. Hali hazırda New York’ta sahnelenmeye devam eden oyunları Sleep No More ise William Shakespeare’in Macbeth oyununu, Hitchcockvari bir atmosferin içerisine yerleştirip 1940 ve 1950’lerin Kara Film geleneğine selam çakan bir tiyatral ‘deneyim’dir. Deneyim dememin nedeni, yapımın, konvansiyonel tiyatroda karşılaştığımız, seyircilerin oyunda dikkat edilmesi istenen noktaya aynı anda odaklanmasından ziyade; parçalı ve her seyircinin istediği yere gidip istediğini seyretmesine olanak sağlayan eşzamanlı eylemlere sahip çatısındandır. Yani her seyirci, kendine has bir şekilde oyunu seyretmekte ve deneyimlemekte, bu da her seyircinin oyunu gördüğü biçimi eşsiz kılmaktadır.

Oyundaki asal karakterlerin Macbeth’ten alındığı ve Shakespeare’in dizelerinin roller arasındaki sözsüz diyalogların altına gizlendiği yapımda, karakterlerin her biri bir saatlik aksiyona sahiptir. Üç saat süren gösterimde, roller bu aksiyonlarını üç kez tekrarlamaktadır. Bu da seyirciye, hangi karakteri/olayı hangi sırayla izlemek istediği konusunda bir özgürlük tanımaktadır.

Hayali McKittrick Oteli’nde geçen oyun, beş katta oynanmaktadır. En alttaki kat, otelin dans salonu; bir üst kat otelin lobisi; üçüncü kat Macduff ailesinin oturduğu daire ve Macbeth’lerin yatak odasını da kapsayan meskenler; dördüncü kat çeşitli dükkânların olduğu ana cadde ve en üstteki kat da sanatoryum olarak kullanılmaktadır. Seyirciler, bu beş katın arasında asansör ve merdiven yardımıyla gezinebilmekte, rolleri takip edebilmekte, aksesuarlarla etkileşebilmektedir. Seyirci tiyatral şekilde tasarlanmış bu mekânların, rollerin ve aksiyonların arasında çevrelenmekte ve tiyatral bir performansta, ‘tiyatral’ olmayan, kendine özgü bir deneyim yaşamaktadır. (Not: Seyircilerin, oyunu aynı beyaz maskelerle izlemesi bu gösterime özel bir uygulamadır ve türün sınırları içerisinde yer almamaktadır. Sleep No More üzerinden çevreleyici tiyatronun ortak noktalarına değindiğimiz için bundan bahsedilmemiştir.)

Sleep No More veya başka bir çevreleyici tiyatro örneğinin ülkemize turne yapması, hem seyirci potansiyeli (izleme alışkanlıkları göz önüne alındığında), hem de gösterimin gerçekleşeceği mekân açısından zor gibi durmaktadır. Büyük bir antrepo dönüştürülebilecek olsa da fayda/maliyet oranı düşünüldüğünde pek olanaklı değil gibi. Direkt olarak bir mekâna tasarlanması ise öncelikle sabırlı ve tiyatroyu seven bir yatırımcı gerektirmektedir.

Kısaca ve kabaca hakkında fikir vermeye çalıştığım immersive tiyatro (çevreleyici tiyatro), ülkemize henüz pek uğramamış bir form. Tiyatromuz, akademik düzeydeki eğitiminden, ödenekli kurumlarının sanatsal politikalarına kadar Batının estetik değerlerini ve tiyatro geleneğini –ağırlıklı olarak- benimsemiş durumdadır. Bu durum, bazı noktalarda anlamsız bulsam bile (ki tamamen başka bir tartışma konusudur bu), gelişen kitle iletişim araçlarının da yardımıyla, tiyatromuzun Batı tiyatrosundaki tüm yenilikleri takip ediyor olması gibi bir beklentiyi de doğurmaktadır. Fakat ne yazık ki, gerçekte olan, bazı akımları aşağı yukarı 10 yıllık rötarla sahnelerimizde görebildiğimizdir (In-Yer Face’i hatırlayalım: 90’ların başında İngiltere’de fırtınalar estiren tiyatro anlayışının ülkemizde kendine yer bulması 2000’lerde gerçekleşmişti).

Benim burada Çevreleyici Tiyatro diye kendimce Türkçeleştirdiğim formun, Türk yapımı olarak belki de ilk örneğini, Özen Yula, 20. İstanbul Tiyatro Festivali’nde An ile verdi.

An, bir yoğun bakım ünitesinde hastalar ve onların bakımından sorumlu sağlık görevlilerinin ‘an’larına odaklanıyordu. Bir atmosferin yaratılarak seyircinin çevrelenmesi, aksiyonda eşzamanlılık, gösterimin dolaşılarak izlenmesi ve her seyircinin kendine özgü bir izleme deneyimine sahip olması gibi, formun saptadığımız ortak noktaları An’da da vardır. Her ne kadar tek mekânda geçse de, o mekânın atmosferi, yan aksiyonların izlenme sürecinin seyircinin tasarrufuna bırakılması gibi özellikleriyle, ülkemizde çevreleyici tiyatronun üretimi adına ümit vericidir. Dileğimiz tabii ki, bu örneklerin artması ve daha çok seyirciyle buluşmasıdır.

KAYNAKÇA

Gareth WHITE, On Immersive Theatre, Theatre Research International  Vol.37, No.3, 2012

Mary LAFRANCE, Disappearing Fourth Wall: Law, Ethics and Experiental Theatre, Vanderbilt Journal of Entertainment & Technology Law,  Vol. 15 Issue 3, 2013

Adam ALSTON, Beyond Immersive Theatre, Palgrave Macmillan, 2016

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi112

Bunu paylaş: