Doğru olanı yapmakla, işe yarayanı yapmak arasındaki uzaklık büyüdükçe, kendimiz olmaktan uzaklaşmamamız mümkün mü? Diğer yandan, ışık hızıyla bin bir maske değiştirerek sığlıklarıyla, çıkarların bile vasatıyla, yeryüzünü ve geleceğimizi karartanların/sömürenlerin gün be gün daha da güçlenmesine izin mi vereceğiz? Özveriyle, kendimiz olmak arasında soğukkanlı bir tahterevalli kursak, birbirimizi sırayla devirsek yere, kendimizden vermenin acısını paylaşarak güçlensek? Bile bile yenilmek tedavülden kalkmadı mı?
Tanıtımın içeriği, niceliğin niteliği öğütmesine karşı, ikisinin pekâlâ güç birliği yapabileceğini ancak yaşlı bir cambazdan öğrenebileceğimizi saklamamak samimi bir başlangıç sayılmaz mı? Hem artık en gerçek isyanın sahibi, dalgaların güçlü kayaları aşındırdığının tanığı “zaman” değil mi? Geleceğin gecikmeyi affettiği görülmüş mü?
Cambazlar varsa cambazlık insanın başaramadığı bir şey olmasa gerek. Ve masalların dışında, yalnızca bir çocuk olmasa gerek “kral çıplak” diyebilecek. Gören göz, dengedeki ayak, zamanı ayarlı dil… Ne çok alet edevat var. Ve işte onarımdan, inşaya bizi bekleyen bir kırık dünya ve dünyalılar. Evreni şimdilik dert etmesek ne olur?
Tahterevalliden, ipten inerek diyelim bir de “İşimiz zor ama imkânsız değil”. İşe yarayanın ne olduğunu bilmez/görmez gibi davranarak da kendimiz olamadığımız, düzene bir ucundan da olsak uyumlanmadan yaşayamayacağımız artık apaçık. REM grubundan Michael Stipe’ın MTV’ye ilk çıktıklarında banttan şarkı söylemekten rahatsız olduğu için megafon kullandığını duymuştuk sanki. Yanlışımız varsa ne olur? Sahte olmadan sesimizi güçlendirmek için bize yardımcı olacak türlü megafonların var olduğunu hatırlamak zaten yola çıkmış olduğumuzu göstermiyor mu?
İnsandan hayvana tüm canlıların, suyun, toprağın çığlığına daha hızla kulak vermemiz umuduyla birbirimizi dürtmek için kullanacağımız Kızılcık Sopası’nın bir ucundan tutar mısınız?
Özgür Keşaplı Didrickson