Hasan Ali Toptaş’ın 2013 yılında yayınladığı Heba romanı yüzeyde şehirden bunalıp kaçan Ziya karakterinin askerlik arkadaşı Kenan’ın köyüne yerleşmesi ve oradaki yaşamını anlatırken derinde yok olmuş bir hayatın ve bu yok oluşa zemin hazırlayan süreçlerin gelişimini dile getiriyor. Heba, Uykuların Doğusu romanından tam yedi yıl sonra okuyucuyla buluşmuştu. Uykuların Doğusu’nun kurgu, dil özellikleri ve anlatı sanatının kendi kendini inşa eden bir heykel gibi belirdiği göz önüne alındığında Heba’nın bu özelliklere yaklaşamadığı görünmektedir. Roman; Anahtar, Rüya, Huzur, Yazıköy, Sınır, Minnet, Fena olarak yedi bölümden oluşuyor. Genel olarak Hasan Ali Toptaş’ın eserlerinde gözlemlenen hikâyelerin üstkurmaca tekniği ile kurgulanışı bu romanda yerini geri dönüş tekniği yardımıyla belirgin sınırlara ve bölümlerin net bir şekilde ortaya konulmasına bırakır. Heba’da genel olarak şiir diliyle roman yazdığı söylenen Toptaş’ın -ki kendisi röportajlarında roman ve şiir dili diye iki ayrı dil olmadığını söylemektedir- günlük dile daha çok yaklaştığı görülmektedir. Sadeleşen diliyle birlikte Heba’da pek çok yerel motif ve yöresel kelime daha önce görmediğimiz bir sıklıkta yer almaktadır. Bunlardan bazıları; “deşdivan”, “serpenek”, “havsız”, “tirklemek”, “hamaz” olarak sıralanabilir. Özellikle “hamaz”ın yani hortumun anlatıldığı kısım klasik Hasan Ali Toptaş anlatıcılığından izler taşır. “Anahtar” ile açılan ilk bölüm aslında bizi bildiğimiz sularda yüzdüğümüze oldukça ikna ediyor. Tüm metine de yayılan kuş (güvercin) imgesi ilk bölümde bizi Gölgesizler’in Güvercin’ine kadar götürüp gülümsetiyor. Sisler ve dumanlar arasında boğucu bir atmosferde başlayan roman, sislerin yavaş yavaş dağılması gibi belirsizlikten ayrılıp oldukça net bir anlatıma kavuşuyor. Bu anlamda Toptaş’ın belirsizliğini benimsemiş okuyucuyu tatmin edemeyen bir hale bürünüyor. Anahtar bölümünü adeta ele geçiren Binnaz Hanım karakterinin monolog denilebilecek konuşmaları, romanlarında genellikle erkek karakterler üzerinden ilerleyen Toptaş’ın kadın karakter yaratma ve yarattığı karakteri kadın diline yaklaştırmada yetkin olduğunu görmemiz açısından önemli. Kitabın en sarsıcı kısmını en uzun olan “Sınır” bölümü oluşturuyor. Verdiği bir röportajda aslında Sınır bölümünü kısa tutmayı hedeflediğini belirten Toptaş, daha sonra hikâyenin alıp başını gittiğini görünce kendisinin de peşinden sürüklendiğini* dile getiriyor. Sınır bölümü, Suriye sınırında bir askeri bölgede ve sınırın ötesinde gerçekleşen olaylar üzerinden yazarın politik duruşunu ilk kez bu denli gözler önüne seriyor. Kimi zaman rahatsız edecek derecede küfrün yer aldığı bu bölüm, karakterler yaratma açısından ise oldukça başarılı. Üçüncü kişi ağzından anlatılan romanın sonlara yaklaşırken hikâyeyi anlatan üçüncü kişinin tek bir cümlesiyle hikâyenin bir parçası haline gelmesini şaşkınlıkla izliyoruz. Bu pek rastlanmayan kurgu, yazarı olayları dışarıdan izleyen üçüncü kişiyken birden olayı ağzından dinlediğimiz birinci kişiye dönüştürüyor.
Heba’daki dilinin değişimini zamanında “kendi romanı ve yeryüzündeki roman sanatı için yeni bir şeyler ekleme arzusu”* olarak nitelendiren Toptaş’ın bu değişim isteğinin geçici bir süreç olmadığını dil açısından kemikleşmiş okuyucuyu memnun edemeyen Kuşlar Yasına Gider romanında görmekteyiz. Umalım ki Toptaş klasik okuyucusunu bir kenara bırakmasın.
Gülbike Yıldırım
* Hasan Ali Toptaş (2014) Başlarken Yalnızsın Bitirdiğinde Daha da Yalnız, 2. Baskı, İletişim Yayınları.
* a,g,e.