Çoğunluğun aksine, yedinci sanat sinemanın en fazla yakınlık gösterdiği sanat disiplinin tiyatro, fotoğraf veya edebiyat yerine resim olduğunu düşünüyoruz. Kadrajın bir tuval olabileceği fikri ile ışık-gölge diyalektiğinin resmin doğasına benzeyen veya onu aşmayı başaran (aşmak zorunda olan) yapısıyla sinematografik anlatım, biçimsel olarak resim sanatıyla benzerlikler taşır.
Bu fikri doğrularcasına hareket eden ödüllü yönetmen Alisi Telengut’un 2013 yapımı deneysel canlandırması Tears of Inge, sanatçının önceki ve sonraki işleri gibi plastik sanatların görsel sanatlarla düetinin çarpıcı örneklerinden. Bir Moğol öyküsünün, Telengut’un anneannesinin anlatımıyla işlendiği film, doğum sancıları sonrası dünyaya gelmiş bebeklerini reddetme eğilimi gösteren acılı anne develere söylenen şarkılardan yola çıkıyor. Zorlu tekniği ile “stop motion”ı doğrudan resim üzerinden uygulayan film, sıradan bir görsel benzetim yerine dışavurumculuğun psikolojik ifade gücünü kullanarak, formları deforme olabilecek şekilde anlatıya yerleştiriyor. Bir ağıt olarak da yorumlanabilecek yapıt, modern bir sanat biçimi olan dışavurumculuktan, geleneksel bir öyküyü anlatmada faydalanırken, çağdaş bir anlatı aracı olan videoyu kullanarak harmanlanmış bir sanat eseri olarak göze çarpıyor. Eğreti durmayan biçimi ile evrenselleşebilmeyi başaran Tears of Inge, modernist bir başarı.