Sıklıkla romantize edilen, yazlık sinema geleneğini saymazsak ülkemizde yaz ayları sinema hasılatları açısından durgun olagelmiştir. Bunun tam aksini yaşayan ABD’de ise yaz ayları para kazanma hırsıyla yanıp tutuşan yapımcılar için, “blockbuster” olarak adlandırılan gişe canavarı filmlerin sahasıdır. Ancak son yıllarda bu tarz yapımların sabun köpüğü kıvamını bile tutturamayacak kadar düşmesi Hollywood için tehlike çanlarını çalışı olarak yorumlanmalı. Özellikle Suicide Squad/Gerçek Kötüler, Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerede Bulunurlar ve bir bütün olarak Transformers dizisi, senaryo yazımının asgari değerlerini bile taşımaya tenezzül etmemiş, kendi düşüklüklerini fiyakalı efektler ve bunu takip eden oyuncaklar/oyunlarla kitlelere yaymayı adeta amaç edinen işler olarak çıtayı epey aşağıya çekti. Bu yıl her zamankinden daha fazla sayıda “blockbuster”a sahip olan ABD sineması, bir hayli beğenilen Wonder Woman ile mevsimi açtıktan sonra popüler film severler adına umut verici bir ivme yakaladı. Bu ivme yaratan ve ivmeden yararlanan filmler arasında, ülkemizde Kapışma adıyla gösterilen 2000 yapımı kült film Snatch ile güçlü bir çıkış yakaladıktan sonra irtifa kaybeden ancak iki başarılı Sherlock Holmes filmiyle gücünü yakalayan İngiliz yönetmen Guy Ritchie’nin yeni işi Kral Arthur: Kılıç Efsanesi yer alıyor.
Ülkemizde geçtiğimiz aylarda gösterime giren film, Britanya mitolojisinin özü konumundaki Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri efsanesine gayri ciddi bir yaklaşım getiriyor. Ancak bu tonun sulu bir güldürü olduğu düşünülmemeli. Marvel filmleriyle baskınlaşan eğilim olan mizah dozlu aksiyonun, bunu ilk filminden itibaren başarıyla uygulayan Guy Ritchie ile buluşması olan Kral Arthur: Kılıç Efsanesi, efsaneye daha önce eğilen filmlerden ayrılıyor. 1981 yılında John Boorman’ın yönettiği, değeri sonradan anlaşılan ağdalı destan Excalibur’ın parlaklığına nazaran kendini daha az ciddiye alan, efsaneyi gerçekleştirme eğilimi ile 2004 yılında Antoine Fuqua yönetiminde beyazperdeye taşınan ancak akıl dışına çıkarak bir başarısızlık abidesine dönüşen Kral Arthur’a göreyse her açıdan üstün Ritchie uyarlaması, daha ilk on dakikasında mitolojinin en büyük kötüsü Mordred’i harcayıp ve özdeşlik kurulması mümkün olmayan hacimdeki savaş sahnesiyle cesur bir açılış yapıyor.
Arthur dışında kimsenin saplı olduğu kayadan çıkartıp doğrultmayı beceremediği ve Arthur’un ancak bunu başararak kral unvanını hak etmesini sağlayan efsanevi kılıç Excalibur etrafında şekillenen film, mitolojiye göre kılıcı yeryüzüne getiren Göldeki Kadın başta olmak üzere efsanenin önemli yan karakterleri olan büyücü Merlin’i, Arthur’un en önemli yoldaşı Lancelot’u ve her ikisinin de âşık olduğu Guinevere’i hiç kullanmayarak farklılaşıyor. Hatta yuvarlak masanın bile kullanılmayışı akıllarda devam filmlerine yönelik bir ön hazırlık olduğu hissi uyandırıyor. Hudutları bu şekilde çizilen filmin sinematografisinde ise Ritchie’nin imzasına dönüşen hareketli kamera kullanımları ve sıçramalı kurgunun ağırlığını görüyoruz. Aksiyon sahnelerindeki kamera açısı ve hareketlerindeki tercihler Ritchie’nin yönetme becerilerini kanıtlar nitelikte. Özellikle Sherlock Holmes filmleriyle akıllarda kalan diyaloglara eşlik eden gelecek veya geçmiş zamanlı görüntüler silsilesi ise ana akımın klasik kurgu tercihlerine nazaran özgün ve zeki olmayı sürdürüyor. Filmin müzikleri, lakaplar üzerinden ilerleyen kalabalık karakter dizilimi Snatch ve öncesinde Ateşten Kalbe Akıldan Dumana filmlerinin canlılığını akla getiriyor. Filmografisinin tamamına yedirdiği İngiliz mizahını, Kral Arthur: Kılıç Efsanesi’nde de başat bir unsur olarak kullanan Ritchie, ünlü komedi ekibi Monthy Python’un 1975 yapımı Arthur parodisi Kutsal Kâse kadar olmasa da güldürüyü türün klişelerini umulmadık anlarda taşlamasıyla zekice kullanarak yaz mevsimi için birebir bir seyirlik ortaya koyuyor.
Kral Arthur’un şimdilik son uyarlamasını, hafif zorlama bir okuma ile ideolojik olarak, Jude Law’ın canlandırdığı kötü kral Vortigern’in baskı rejimine karşı “direniş” olarak adlandırılan bir yapılanmanın savaşım vermesi üzerinden düzen içi muhalif olarak yorumlayabiliriz. Bunun değeri var mı elbette tartışılır ancak Wall Street’i İşgal Et hareketinin en hararetli günlerinde, Yarasa Adam üçlemesini Kara Şövalye Yükseliyor ile noktalarken açık şekilde Wall Street’ten yani sermaye düzeninden yana tavır koyan Christopher Nolan akla geldiğinde Ritchie’nin yönelimi az da olsa önem arz ediyor. Tüm bunların ötesinde tek bir mitolojik anlatımını farklı sanat disiplinlerine defalarca uyarlayarak küreselleştirmeyi başaran ülke ve kültürleri gördükçe, zengin Türk mitolojisinden bihaber oluşumuz ve Anka Kuşu, Dede Korkut, Ergenekon gibi daha nice mitolojik anlatıyı güncele taşıma konusundaki isteksizlikle harmanlanmış beceriksizliğimiz akla geldiğinde üzülmemek elde değil.