Spencer Holst, 1926 yılında, Detroit’de dört kuşaktan beri gazeteci olan bir ailede dünyaya geldi. Kedilerin Dili adlı kitabında kendisi ile ilgili olarak “damarlarında Kelt, İskandinav ve Kızılderili kanı dolaşıyor.” notunu düşmüş Dost Kitabevi Yayınları. Aslında Spencer Holst’u “farklı” göstermek için böyle bir çabaya girmek oldukça yersiz. Zira Kedilerin Dili’nde karşılaşacağınız ilk öykü yazarın tüm ırk güzellemelerini gerisinde bırakacak kadar görülmemiş bir anlatıma sahip olduğunu gözler önüne seriyor. Spencer Holst, her şeyden önce gerçek bir hikâye anlatıcısı. Hikâye anlatıcılığına yabancı olanların dahi anlayabileceği bir anlatım farklılığı var öykülerinde. Kedilerin Dili, 20 kısa öyküden oluşuyor. Öyküler genellikle birkaç sayfada sonlanıyor. Bununla birlikte tek paragraftan oluşan öyküler de mevcut. Gündelik bir dille yazılan hikâyeler fantastik denebilecek unsurları çokça barındırıyor. Kişilik bozukluğu yaşayıp kendini aslan zanneden siyam kedisi, Buddha ile buluşan Mona Lisa, üçayaklı insan, dünyayı ele geçirmek isteyen çılgın siyam kedisi ve daha pek çok fantastik karakterle karşılaşmak mümkün. Fakat onu farklı kılan bu değil. Holst’un farkı yarattığı fantastik unsurlar için başka bir evren kurgulamak yerine karakterlerini yaşadığımız dünya üzerine serpiştirmesi. Bu sebeple anlattığı öyküler tüm gerçek dışılığına karşın mekân, zaman ve karakter tasvirlerinin etkisiyle olası görünüyor. Hikâye anlatıcılığının getirdiği yetenekle bizi bu öykülerin gerçek olduğuna neredeyse inandırıyor. Holst ile ilgili olarak dikkat çeken ilk unsurun bu inandırma, ikna etme gücü olduğunu düşünüyorum. Bununla birlikte bizde Tanzimat Dönemi yazarlarından Ahmet Mithat Efendi’nin sıklıkla uyguladığı hikâyeye yazar kimliğiyle girip bilgi verme yahut hikâyedeki bir karakterle ilgili fikir belirtme durumunun benzer halini Spencer Holst’ta da görüyoruz. Hikâye içinde araya girmek yerine Holst, hikâyeyi sonlandırırken söze giriyor. Kimi zaman ona alternatif sonlar üretiyor. Yahut neden başka türlü bitirmesi gerektiği halde böyle bitirdiğini açıklıyor. Bu bağlamda hikâyeler ile aslında tam bir bağ kurmamızı istemediğini söyleyebiliriz. Holst, gerçek olamayacak kadar absürt hikâyelerindeki ikna edici anlatım gücüne karşın okuyucuya “bunlar yalnızca hikaye” diye fısıldıyor. Okuyucuya bir katarsis yaşatmak yerine onu okuduğu metne yabancılaştırıyor. Kedilerin Dili’nde dikkat çeken bir diğer unsur ise oldukça klişeleşmiş bir tabirle “sürpriz sonlar”. Günümüzde içi boşaltılmış bu tanımın karşılığını tamamen sağlayan yazarın hikâyelerinin sonunun nereye varacağını bazen son cümleye kadar kestiremiyoruz. Bu sırada biz okuyucular da bir yandan kendi sonumuzu yaratıyoruz, böylece Spencer Holst bir hikâye anlatırken biz de kendi kendimizin hikâye anlatıcısı oluyoruz.
Son olarak ülkemizde pek fazla bilinmeyen bir yazarın bu tuhaf öykülerini dilimize kazandıran Dost Kitabevi ve çevirmen Mustafa Yılmazer’e teşekkür etmek gerekli. Çeviri ve çevirmen sorununun skandallarla dolu dünyasında bu denli pürüzsüz bir çeviri oluşturmak oldukça önemli görünüyor.
Son not: Dost Kitabevi ne yazık ki artık Kedilerin Dili’ni basmıyor. Kitabın yayın hakları Dedalus tarafından satın alınmış durumda. Günümüz yayıncılığında dört bir yanı saran özensizlik göz önüne alındığında Dedalus çevirisinin aynı tadı verememe ihtimalini göz önüne almak gerekir. İmkânınız varsa Dost Kitabevi baskısını okumanızı tavsiye ederiz.
Gülbike Yıldırım