Sinemada yaşayan ölüler ya da küreselleşen tabirle zombilere dair külliyatın büyük ölçüde tek başına mimarı George A. Romero’nun mirası, korku türünün uçsuz bucaksız geleceği düşünüldüğünde kalıcı olacağına şüphe yok. Yaşayan Ölülerin Gecesi ile 1968 yılında başlayan ve 1978’de Ölülerin Şafağı ile yükselen söz konusu külliyat, devamında bizzat Romero olmak üzere dünyanın farklı coğrafyalarından pek çok sinemacının odak noktası olmayı sürdürdü, sürdürüyor. Pek çoğu sıradan kopyalamaların ötesine geçemeyen, Romero’nun toplumcu yaklaşımıyla sosyo-ekonomik bir arka plana sahip olan filmlerini doğru okuyamayan çoğunluğa rağmen yaratıcı işler de yok değil.
Başta Sundance ve Bafta olmak üzere dünyanın en önemli festivallerinde ödül ve dereceler kazanan, 2017 yapımı Sağırların Şafağı, Romero mirasına yaratıcılık katabilen işlerden. Rob Savage’ın yönetmenliğini gerçekleştirdiği film, birbirinden bağımsız pasajların sağırlar haricinde kalan herkesi etkileyen bir salgında buluşmasını anlatıyor. Engellilere dair toplumcu söylemlerin, fazlasıyla yüzeysel vahşet sahneleriyle buluşabildiği, bu eğreti kullanımlarıyla post modernizme düşen filmin en önemli zenginliği ise işaret dilini kullanım üzerinden sinemada eşine pek de rastlanmayan bir sözel-işitsel gerçekçilik yakalaması. Böylesi gerçekdışı bir filmde sinematografik gerçekçilikle karşılaşmak ise Sağırların Şafağı’ndaki kakofoniye uyuyor.