Yumurta ve spermden meydana gelen insan, var oluşunun kendisine nasıl bir yaşam sunacağını bilemez. Tıpkı Miami’nin çetin mahallelerinden birinde, ırkçılığın ve ötekileştirmenin kol gezdiği ABD’de büyüyen Chrion gibi…
Eşitlik daha yaşamın ilk dakikalarından itibaren rafa kaldırılan bir idealizm olduğu için her insan yaşadığı dünyada kendine bir yer edinmek, yer açmak ister. İnsanın yaşamı boyunca vermiş olduğu bu savaş kendini keşfetme isteği ve varoluşundan gelmektedir. Bu yılki çalkantılı Oscar Ödülleri’nde öne çıkan Ay Işığı / Moonlight tam da bu mücadelenin filmi.
Ay Işığı, Chrion adında siyah bir Amerikalının büyüme hikâyesini anlatıyor. Little, Chrion ve Black olarak üç farklı zamanda işlenen film on altı yıla yayılan bir hayat kesitini gözler önüne seriyor. Filmin erken kırılmalarından birine ev sahipliği yapan Little bölümü, ana karakterin kendisini hırpalamak isteyen yaşıtlarından kaçarak izbe bir eve sığınmasıyla başlıyor. Daha sonra Juan (Mahershala Ali) adlı bir uyuşturucu satıcısının Little’a nasıl ayna görevi görerek göz kulak olduğuna ve onu topluma geri kazandırma sürecine tanıklık ediyoruz. Annesi ve arkadaşlarıyla bitmek bilmeyen bir çatışma halinde olan Little’da bu çatışmanın yarattığı ruhsal sarsıntı sonucunda hayata bakış açısının ve yaşadığı kimlik arayışının şekillendiğini görmekteyiz. Cinsel eğiliminin diğer çocuklara göre farklı olması ve bu farklılığın toplum tarafından benimsenmemesinden kaynaklı bir iç çatışmaya sürüklenen ana karakterin baba figürü olarak karşımıza çıkan Juan tarafından olduğu gibi kabul görmesi Little’in içe kapanık halinden çıkmasını sağlıyor. Uyuşturucu bağımlısı olan annesinin Little’a “ibne” diye bağırması ve Little’ın Juan’a gidip “ben ibne miyim?” diye sorması üzerine almış olduğu cevap bu bölümü özetler nitelikte.
Üç evreden oluşan filmde yönetmen Barry Jenkins’in Hollywood’a ve Amerikan toplumuna yönelik eleştirel bir tavır takındığını söyleyebiliriz. Şöyle ki Hollywood sinemasında siyah oyuncular genellikle yan rollerde yer alırken Ay Işığı filmine baktığımızda oyuncuların tümünün siyah oluşu Ay Işığı’nı ana akım Hollywood yapımları arasında dikkat çekici bir noktaya taşıyor. Diğer yandan aile kavramının alt üst edildiği filmde karakterlerin büyük bölümünün uyuşturucuyla bağlantılı oluşu Amerikan toplumun yozlaşmışlığını gözler önüne seriyor.
Filmin ikinci bölümünde, ortaokula giden ve Juan’nın yol göstericiliğiyle kendini ilk kez tanımlayabilen Chrion (Ashton Sanders) ile karşı karşıya kalıyoruz. İçerisinde bulunduğu toplumun sertliği ve acımasızlığı göz önüne alındığında fazla içine kapanık ve yumuşak kalarak dışlanan Chrion’un kabuğundan çıkışını izliyoruz. Cinsel kimliğinin açığa çıkmasıyla Chrion’u ilk kez kendi gibi görsek de bu durumun fazla uzun sürmediğine tanıklık ediyoruz. Film boyunca Chrion’a sataştığını gördüğümüz bir karakterin tacizlerine daha fazla tahammül edemeyen Chrion’un kendisinden hiç beklenilmedik ölçüde sert tepkisi ve başvurduğu şiddet filmin, ikinci bölümünü noktalarken olay örgüsü ve karakter inşasında sert bir kırılmaya karşılık geliyor.
Üçüncü ve son bölüm olan Black (Trevante Rhodes) ise farklı olana tahammülü olmayan toplumun yarattığı baskı ile herkesi nasıl bilindik kalıplara girmeye zorladığını kanıtlar nitelikte. Winston karakteri gibi direnen Chrion’un en sonunda topluma yenik düşmesi George Orwell’in 1984’ü çağrıştırıyor. Yaşadıklarından dolayı Chrion olmaktan vazgeçen ana karakter son bölümde karşımıza bir uyuşturucu satıcısı olarak çıkmaktadır. İçinde bulunduğu sosyo-ekonomik koşulların bencilliği ve sertliği karşısında daha fazla direnemeyen Black’i herkesin istediği gibi ataerkil topluma uygun bir birey olarak görüyoruz. Filmin üçüncü bölümünün başında ıslah evinden çıktığını öğrendiğimiz Black’in ıslah evinde neler yaşadığını ve bu radikal dönüşümüne neden olan sebepleri yönetmen belli ki bilinçli olarak gölgede bırakarak izleyicinin süreçten çok sonuca odaklanmasını istiyor.
Filmi izlediğimiz süre boyunca ana karakterimizle yakın bir bağ kuramıyor oluşumuz onun hakkında kafamızda soru işaretleri bıraksa da bu mesafeli duruşun her izleyicide farklı duygular ve anlamlar oluşturabileceği aşikâr. Teknik ekibin başarısı dışında bir karakterin üç farklı evresini paylaşan oyuncular Alex Hibbert (Little), Ashton Sanders (Chrion) ve Trevante Rhodes’in (Black) oyunculukları oldukça güçlü. Sekiz dalda Oscar’a aday olan Ay Işığı’nın müzik dalında da aday oluşu filmdeki duyguların izleyiciye başarılı bir şekilde aktarılmasında isabetli müzik seçiminin önemini hatırlatıyor. Özellikle Chrion bölümünün müziği bir hayli başarılı.
Ay Işığı, modern tiyatronun en parlak ve ödüllü oyun yazarlarından McCraney‘nin Moonlight Black Boys adlı oyunundan sinemaya uyarlandı. Jenkins’in yönettiği Ay Işığı, mora çalan siyah tonuyla önceki yıl ödülleri gölgeleyen “Oscar çok beyaz” tartışmasını tarihe karıştıran bir etkiye sahip. En İyi Uyarlama Senaryo, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ve En İyi Film dallarında Oscar heykelciğini kazanması, Akademi Ödülleri’ne yönelik ırkçılık tartışmalarını bir süreliğine soğutacak nitelikte. Gerçi, En İyi Film Ödülü’nün açıklanışı sırasındaki tarihi hata, Oscar’ı temsil eden her şeyden rol çalacak kadar çarpıcı bir ana dönüşerek kazananların bile önüne geçmeyi başardı.
Son olarak Jenkins’in çekmiş olduğu ilk uzun metraj filmi Medicine for Melancholy ile Amerikalıları kendi kendilerine yeten bir keşif yolculuğuna çıkartırken Ay Işığı ile yönetmenin daha ana akım bir iş kotardığını belirtmek gerek. Buna karşın yönetmenin eşcinsel bir yaşamı, estetik bir yaklaşımla anlatarak renklerin ısrarla yok sayılmaya çalışıldığı günümüzde göz ardı edilen renkleri ve tonları işlemesi önemli ve değerli.