Güney Koreli yönetmen Joon-ho Bong’un yeni filmi Okja, kapitalizme ve et endüstrisine karşı, tüketim toplumunu eleştirdiği iddiasıyla yola çıkmasına karşın, samimiyetten bir hayli uzak kalıp, hakiki bir duygudaşlıktan ziyade vicdan azabı ya da daha doğru bir tabirle duygu sömürüsüne yaslanan bir yol izliyor.
70.Cannes Film Festivali’nin ana yarışmasında yer alan Netflix yapımı iki filmden biri olan Okja, festival başkanı Pedro Almodovar’ın Netflix’e karşı tavrı ve keskin söylemleri, sonrasında filmin gösterimi sırasında salonun yarısı tarafından yuhalanması epey yankı uyandırmıştı. Netflix-Cannes tartışmaları bir yana dursun, filmin ana yarışmada yer almaya hak kazanmış oluşu, Okja’nın sinematografik sıradanlığı düşünüldüğünde başlı başına şaşırtıcı. Sisteme yönelik eleştirel bir mesaj albenisiyle yola çıkan filmin parayı olumlayan, onsuz ne kadar çabalarsak çabalayalım bir yere varamayacağımızı düşündüren sonu, filmin tamamına sinen samimiyetsizliği fazlasıyla karşılayacak nitelikte. Hayvanını kurtarmak için her yolu deneyen kız çocuğunun balık tutup bir güzel kızartması, kendi hayvanına gösterdiği merhameti, diğer canlılardan esirgemesi, senaryoda gözden kaçmayan samimiyetsizliklerden yalnızca biri.
Okja, uluslararası “Mirando Corporation” isimli şirket tarafından üretilen yirmi altı süper domuz yavrusundan bir tanesi. Şirket tanıtım amacıyla çeşitli ülkelere gönderdiği bu hayvanlardan on yıl sonra en sağlıklı ve güzel olanı geri alıp sahibine ödül verecektir. Okja, yetiştirilmek üzere teslim edildiği çiftlikteki küçük kız Meji’nin en yakın dostu haline geliyor. Şirket, yarışmanın sonucu olarak Okja’yı Amerika’ya tanıtım için götürmeye kalktığı zaman, Meji Okja’yı kurtarmak için elinden geleni yapıyor.
Sistem eleştirisine soyunan film, çocuk- hayvan dostluğunu konu alan bir öyküye bürünüyor. Kurtarma mücadelesinde Meji’ye, hayvan hakları savunucu olduklarını söyleyen bir grup katılıyor ve ortalama bir animasyon/macera filminden hallice bir takip sahnesiyle film devinim kazanmış oluyor. Örgüt, Meji’ye ve dolayısıyla izleyiciye hayvanların haklarını savunan, nazik ve her canlının iyiliğini isteyen bir yapıda tanıtılırken örgüt lideri en ufak bir hatada arkadaşını dövmekte bir sakınca görmüyor. Buradaki çelişki yönetmenin, örgütlere bakışının samimi olmadığıyla ilişkilendirilebilir zira örgüt liderinin sekter tavrı, bu tip yapılanmaları yermekten başka bir noktaya varmıyor.
Film oldukça sorunlu başlayıp, sorunlu bir şekilde son buluyor. Filmde anlatılan hayvan katliamı ve bundan kar sağlayan sistem elbette ki karşısında durulması gereken ve her alanda mücadele verilmesi gereken bir konu fakat bu mücadele nasıl olmalı? Hayvan katlini ve bundan kar elde eden sistemi eleştiren bir filmin tek önermesinin ‘Parasını ver kendi hayvanını koru’ şeklinde açığa çıkması, her şeyden önce ele aldığı konuya ihanettir. Filmi sistem karşıtlığı açısından çekici kılmak adına Okja’nın genel anlatısıyla bir hayli çelişecek gerçeklikteki polis şiddeti sahnesine rağmen sonuç itibarıyla hikâye, taşladığı sistem ile aynı safta konumlanıyor. Filmde yer alan örgüt üyelerinin şiddet gördükten sonra hapse atılması, Meji’nin parasını verip kendi hayvanını kurtarması ve şirketin yine kazanıp kar ettiği bir son ile noktalanan filmde Güney Koreli yönetmen sistemi yenilmez ilan etmiş bile! Filmin çelişkili ve samimiyetsiz tavrı öylesine bıktırıcı ki, karikatürize edilirken parodinin ince sınırlarını kaçırması sonucu Okja’yı zaman zaman ciddiye almak güçleşiyor. Sistemin sarsılmazlığına karşı köktenci çareler ve bu yönde çabalar yerine bireysel tepkimelerin, sistem içi alt başlıklarda reformcu tavrı yeğleyen Okja, Bong Joon-ho Bong’un filmografisi içerisindeki en kötü film olarak karşımıza çıkıyor.