Ekim Devrimi eşliğinde ve etkileşiminde sanat tarihini topyekun değiştirecek olan avangart akımlar, plastik sanatlarda Maleviç, Tatlin, Rodçenko, Lissitzkiy, sinemada Vertov ve Ayzenştayn, edebiyatta Mayakovski, sahne sanatlarında Meyerhold ile anlatı, seyir, biçim noktalarında modernizmin doruklarına ulaşırken nispeten az bilinen ancak ortaya koyduğu yapıt nezdinde belki de Sovyet deneyiminin heybetli devrimciliğine en çok yakışan yaratımın yaratıcısı Arseni Avraamov müzik sanatında öncü oluyordu.
Sanatı bilimden asla ayırmadan teorik ve pratik üretimler arayışına giren Avraamov, aristokrasi ve burjuvazi çıkışlı tüm müzikal ürünlere ve piyano dâhil bu ürünlerin enstrümanlarına karşı çıkarken, müzikteki radikal devrimci tavrından doğan ütopyasını 1917 Devrimiyle gerçekleştirme şansına erişti. İnsanlık idealini öteleyen düzeni ters yüz ederek yeni bir dünya ve yeni bir insanı mümkün kılan ilerici dönemde halkın devrimi sağlayan iradesinin sanat biçiminde de kendini bulmasını arzulayan Avraamov, tarihte eşi benzeri olmayan bir senfoni yazarak seyircisi olmayan ancak icracısı binlerce kişiyi bulan ölümsüz ve biricik bir eser ortaya koyar. Sirenler Senfonisi, Devrim öncesinde – ve günümüzde – insanın günlük yaşamını kaosa çeviren ve ezilmişlik duygusunu emek sömürüsüyle somutlaştıran modern kent gürültülerini bu kez proleter halkın özgürleşme aygıtı olarak yorumlayan bir şaheserdir. Senfoniye ses ve ad veren fabrika sirenlerine eşlik eden topçu bataryaları, çanlar, araç kornaları, gemilerin sis düdükleri, lokomotiflerin buhar makineleri, piyade alayının makineli tüfekleri, deniz uçakların gürültüleri, konser için hazırlanan buhar düdüğü makineleri ve elbette binlerce kişilik koro ile icra edilen Sirenler Senfonisi aslında modern kentin, insanlık idealiyle örtüşmesinin sesidir. Devrimin yıl dönümü kutlamalarında Moskova başka olmak üzere pek çok kentte icra edilen, en başarılısının ise 1922 yılında Bakü’de gerçekleştirildiği senfoniyi, elinde bayraklarla bir kuleden yöneten Avraamov, müzik tarihinin belki de en özgün zirvesini şu şekilde betimlemiştir:
“Çiftçilikten askerliğe, kolektif iş şarkısız ve müziksiz olmaz. İnsan ister istemez kapitalizmin sıkı düzeninde fabrikalarda da doğru düzgün bir müziğin ortaya çıkmış olmasını bekliyor. Oysa Sirenler Senfonisi fikrine ulaşmak için Ekim Devrimi’ni beklememiz gerekti… Kapitalist sistemin işçilerin birlik içinde yürümesinden duyduğu korku, onların müziğinin özgürlük içinde oluşmasını engelledi… Fakat sonra devrim gerçekleşti. Aniden, o unutulmaz akşam, Kızıl Petrograd binlerce sesle inledi: sirenler, düdükler ve alarmlar. Kamyonlara doluşan askerlerin havaya ateş etmesiyle kenti bir uçtan bir uca kuşatan silah sesleri… Bu olağanüstü anda, bu neşeli kaosta bir güç ortaya çıkıp alarm seslerinden zafer marşı Enternasyonal’i çıkarabilmeliydi.”