Sovyetler Birliği’nde Müzik – Ahmet Say

19.yüzyıl Rusya’sında birçok sanat dalında olduğu gibi, müzik sanatında da olağanın üstündeki gelişime bakılırsa, 1917 Ekim Devrimi ertesinde Sovyetler Birliği’nin müzik sanatında yeni atılımların beşiği olması gerekirdi. Çünkü sanatta atılımcı hareket, çağının yerleşik sanat anlayışını aşarak çekincesizce yenilikler yaratmak anlamına gelir. Konuya böyle bakınca Ekim Devrimi’nin toplumsal planda, özellikle düşüncede ve yaratıda gelişimi hızlandırarak çağının en ileri, etkileyici ve halkları sürükleyici yeni akımların eserlerine yol açacağı beklenirdi.

Rus Okulu’nun 19. Yüzyıldaki ilk büyük bestecisi olan Mikayil İvanoviç Glinka (1804-1857), Ekim Devrimi’nden uzun yıllar önce yazdığı eserlerinde kullanılan ilginç armonileriyle Rus halk müziğine eserlerinde yer vermiş, daha 1836’da bestelediği operasıyla dönemin soylular çevresi tarafından küçümsenerek, bestelediği eserlerin “Arabacı müziği” olmasıyla suçlanmıştı. Sovyetler için müzik sanatına bu gibi aşağılamalardan daha iyi, daha yerinde “tarihsel destek” olabilir miydi? Yine 19. Yüzyılda “Rus Beşleri”yle başlayan müzikal atılımın üyesi olan ve yaşamı yenilikçi müzik için olağanüstü bir tempoyla çalışıp yorulmakla geçen, izlenimci akımın gerçek öncüsü Modest Musorgski (1839-1881), 42 yaşında hayattan ayrıldığı zaman, “Bitkinlikten öldü” diye tarihe geçmişti. Rus Beşleri’nin en genç bestecisi olan Nikolay Andreyeviç Rimski-Korsakov (1844-1908), çalgılama sanatına yenilikler getirirken bestelediği müzik, canlı ve parlak renkleriyle Rus halk şarkılarından yola çıkmıştı. Piyotr İlyiç Çaykovski (1840-1893) ise özellikle orkestra eserlerinde duygu ve tepkilerini yansıtan değişik anlatım biçimleri kullanmış, bunu sıradan dinleyici hissetmez olsa da “eskiyle yetinmeyerek” toplumdaki sınıfsal çatışmalar koşutunda “umutları boğan, zalim ve baskıcı Çarlık Rejimi”ni çok güzel yansıtmıştır.

Genel görünüm

Geçen ay yayınlanan “Ekim Devrimi’ni Hazırlayan Kültür Hareketi İçinde Müzik Sanatı” başlıklı yazımda belirttiğim gibi, “Devrim öncesinin bestecisi” olan Aleksandır Skriyabin (1871-1915), “Çağdaş müzik” olarak adlandırılan 20. yüzyılın atonal (ton dışı) müziğinin, başka deyişle “uyumsuz seslerle yaratılan müzik”in öncülerinden biri değil, “ilki”dir.

20.yüzyılın en yetenekli bestecilerinden İgor Stravinski (1882-1971) ise Ekim Devrimi sonrasında değişik akım ve tekniklerle bir ölçüde Rus halk müziğinden de yararlandığı besteler yapmış, ama yeni müzik akımlarına daha çok yüzyılın ikinci yarısında yönelmiştir.

Bu örnekler, 1917 Ekim Devrimi’nin müzik sanatına hazırladığı olanaklar bakımından şanslı olduğunu göstermekle kalmaz, Devrim’in müzik sanatında dünyaya örnek olacak en ileri akımları yaratabileceğini de gösterir. Oysa Sovyetlerde genel uygulama ve gelişmeler, hiç de öyle olmamıştır: 17 milyon kilometre kare olan bu uçsuz bucaksız ülkede, Ekim Devrimi sonrasında özellikle kırsal kesim insanlarının eğitilmesine önem verilirken öte yandan yenilikçi ve öncü sanat çalışmaları yasaklanmıştır. Ayrıca, Avrupa ülkelerinde gelişen “öncü ve ileri” sanat akımlarına düpedüz engeller getirilmiş, onların Sovyetler Birliği’ne girmesine izin verilmemiştir.

Sonuç olarak toplumsal planda insanoğlunun yaratıcı değerlerini ileriye taşıyacak potansiyel olan sosyalist öğreti, Lenin sonrasında Sovyetleri Birliği’ndeki tutucu parti ideologlarının baskısıyla sanat alanında kimlik değiştirmiş, sanatsal yaratıcılığı engelleyen bir sansür kurulunun işlevine dönüşmüştür. Bu tutucu ve kısır kültür politikasının yönlendirmesiyle müzik sanatı da yeni söz getirmeyen, kendini yineleyip duran eserler toplamı haline gelmiştir. Edebiyat da Sovyetler döneminde önceki yüzyılın parlak Rus edebiyatının gerisine düşmüştür: Evet değerli okurlarım, 19. Yüzyılın gürül gürül yanan o koskoca alevler içindeki görkemli Rus edebiyatını bir düşünün, bir de Sovyetler dönemindeki genellikle coşkusuz, sıradan edebiyata bakın!

Özetle şu söylenebilir: Devrimden sonra, Sovyetler Birliği cumhuriyetlerindeki halkların kültürel ve sanatsal düzeyini yükseltme çabalarının öncelikle işçi sınıfının kişiliğinde geniş yoksul kitlelere yönelik olması ne kadar yerindeyse, ülkenin kültürel yönden gelişkin olan kentlerindeki müzik ve sahne sanatları kurumlarında aynı sığ “Sibirya politikası”nın uygulanması o denli yanlıştı.

Ayrıca, dünyanın birçok ülkesinde filizlenen yeni sanat akımlarının istisnasız hepsine “gerici burjuva sanatı” yaftasının yapıştırılarak sanat alanında dünya ölçeğinde olan bitene sırt çevirmek yanlışına da düşülmüştü. Eğer dünya ülkeleri tarih boyunca hep Sovyet parti müfettişlerinin isteği doğrultusunda davransaydı, yeni sanat akımları ortaya çıkamayacak ve günümüzde insanlık, hâlâ mağara resimlerinin taklitleriyle yetinme durumunda kalacaktı.

Öte yandan, Avrupa’nın en gelişkin ülkelerinden biri olmayan Macaristan’da,  müzik sanatında 20. Yüzyılın en büyük yaratıcılarından biri olarak yetişen Macar besteci Bela Bartok (1881-1945), bilindiği gibi, temsil ettiği hümanist, ilerici kavrayışla Avrupa müzik kültürünün dışında kalmış bütün ülkelerin geleceğe dönük müzikal gelişimine ışık tutmuştur. Sanat planında bestecilerin kendi halk müziğine eğilmesi konusunda Bartok’un şu sözleri, onun genel kavrayışını da özetler:

“Halk müziğinin sağladığı gereçlerden yararlanılması, bunların olduğu gibi, ya da benzetme yoluyla eserlere serpiştirilmesi demek değildir. Amaç, bu gereçlerdeki özü, anlatımı, bestecinin kişisel üslûbuna sindirebilmesidir. Onun için bestecinin halk müziğiyle haşir neşir olması, bu müziğin dilini, anlatımını, kendi ana diliymiş, kendi anlatımıymış gibi rahatlıkla kullanabilecek hüneri elde etmesi gerekir.”

Çok açıktır ki Bela Bartok’un bu görüşü, kaynağını halk müziğinde bulan kavrayışa yüzeysel bir yaklaşımı değil, ilerici bilimsel verilerin özümlenmesinden doğan yaratıcı bir yaklaşımı öngörür. Bartok, bu konudaki düşüncelerini eserleriyle doğrulamış, yeni müzik teknikleriyle yarattığı evrensel müzik sentezinde halk müziği, onun bestelerinin mayasını oluşturmuştur.

Sovyetler Birliği’nin genel kültür politikası ise “kendi Bartok’larını çıkarmaya yönelmek” şöyle dursun, Bartok ve öteki yenilikçi bestecilere de sırt çevirmek olmuştur.

Halklara müzik kültürü götürmek

Biz burada ana konumuz olan, “Sovyetler Birliği döneminde müzik sanatı”nın toplum planında ne gibi bir gelişim izlediğini somut örneklerle göstermeye çalışacağız:

Yaratıcılıkta hemen büyük atılımlar beklenmeyen Ekim Devrimi’ni izleyen yıllarda, eğitsel yönden kitlesel başarılar elde etmek için, halkların müzik kültürünü geliştirmek amacıyla geniş bir kampanya başlatılmış, birkaç kuşak gibi kısa bir süreç içinde 300 milyon insanın amatörce müzik yapması sağlanmıştır. Aynı dönemde, parti buyrukları doğrultusunda çalışan “Sovyet Besteciler Birliği”nin kuruluşu ise 1932 tarihini taşır.

Sovyetler Birliği’nde ülkenin dünyaca tanınmış en başarılı opera/bale kurumu, kökleri 1776 yılına uzanan Bolşoy Tiyatrosu’dur. Etkinliklerini Moskova’da sürdüren Bolşoy Tiyatrosu’nun ikinci kolu, 1783 yılında St. Petersburg’da açılmış olan “Kirov Tiyatrosu”dur (sonraki resmî adıyla Mariinski Tiyatrosu). Bu iki kurumun klasik anlayışta etkin bir yükseliş göstermesinin yanı sıra, Leningrad’daki Mali Tiyatrosu (1918) ile Moskova’da bulunan Nemiroviç Dançenko ve Stanislavski tiyatroları (1941), yenilikçi anlayışı temsil etmiştir. 1971 yılında kurulan Moskova Oda Tiyatrosu ise hem çağdaş eserleri hem de 19. Yüzyıl eserlerini sahnelemiştir.

Klasik eserler sahneleyerek uluslararası planda öne çıkan opera-bale kurumlarına koşut olarak Sovyet cumhuriyetlerinin başkentlerinde ve birçok büyük kentte opera evi açılmış, bu kurumların repertuarına yeni söz getirmeyen Rus eserleriyle birlikte, çoğunlukla Avrupa’nın 19. yüzyıl eserleri alınmıştır.

Sovyetlerde konser etkinlikleri ise yerel ve bölgesel olarak filarmoni dernekleri tarafından organize edilmiş, tabandan gelen bu hareketi doyurmak için çok sayıda senfoni orkestrası ve oda müziği topluluğu kurulmuştur. Söz konusu dönemde müzikal yaratıcılık, sadece belirli ilkeler çerçevesinde desteklendiği için, bestecilikte pek gelişim yaşanmamıştır. Öte yandan, bu dönemde yetişen çalgı ve ses müziklerinin ünlü solistleri, bütün dünyada hayranlık uyandırmıştır.

Ülkenin önde gelen senfoni orkestraları arasında, Leningrad Filarmoni (kuruluşu 1812, günümüzdeki adıyla St. Petersburg Filarmoni), Moskova Radyo-TV Senfoni (1931), Moskova Devlet Senfoni (1936), Moskova Filarmoni (1953) ve Kültür Bakanlığı Devlet Senfoni (1982) orkestraları vardır. Değerli bir topluluk olan Moskova Oda Orkestrası’nın kuruluşu 1955 tarihini taşır. Ayrıca, Beethoven Yaylılar Kuarteti ile Borodin Yaylılar Kuarteti gibi iki müthiş oda müziği topluluğu dünyaca ün kazanmıştır.

Profesyonel ya da amatör amaçlı olarak kurularak etkinliğini sürdüren koro toplulukları, Sovyetler Birliği’nde hiçbir ülkede olmadığı kadar önemli bir yer tutmuştur. Profesyonel korolar arasında Devlet Akademik Rus Korosu (1943), Estonya Akademik Erkekler Korosu (1943), Leningrad Glinka Akademik Kapela, Kızılordu Aleksandrov Şarkı ve Dans Topluluğu (1928) gibi topluluklar, Rus popüler müziğini, Rus halk müziğini ve klasik müzik eserlerini örnekleyen konserlerini dünyanın dört bucağında başarıyla tanıtmış, ayrıca yüzlerce plak kaydı yapmıştır.

Festivaller, yarışmalar ve ödüller bakımından Sovyetler Birliği, hareketli bir dönem yaşamıştır. Ülke genelinde düzenlenen uluslararası festivaller içinde Rusya Kış Festivali (1964’ten başlayarak Moskova’da), Beyaz Geceler (1965’ten başlayarak Leningrad’da), Uluslararası Müzik Festivali (1981’den başlayarak Moskova’da), Moskova Güz Festivali (1979’dan başlayarak) ve Leningrad Bahar Festivali (1965’ten başlayarak) Sovyetler Birliği dışında da yankı uyandırmıştır. Ayrıca birçok Sovyet cumhuriyetinde uluslararası ve ulusal düzeyde festivaller düzenlenmiştir.

Sovyet çalgı solistleri, bölgesel, ulusal ve uluslararası yarışmalara katılarak kariyerde yükselme yolunda başarı kazanmışlardır. 1958 yılında Moskova’da düzenlenmeye başlayan ve bütün dünyada ilgi gören Çaykovski Yarışması, keman, viyolonsel ve piyano dallarında tanıttığı genç sanatçılarla bütün ülkelerin onayını almıştır. Devlet tarafından bolca dağıtılan ödül ve unvanlar, dıştan bakıldığında “gösterişçi”dir, oysa ülkenin müzik yaşamında özendirici bir yer tutmuştur. Bu ödül ve unvanların önde gelenleri arasında, ciddiyeti tartışılmaz olan Devlet Ödülü, Lenin Ödülü ve Sovyetler Birliği Halk Sanatçısı unvanı vardır.

Sovyet cumhuriyetlerinde uygulanan müzik eğitimi, yaygınlığı bakımından karmaşık bir görünüm sergiler. Oysa bu eğitim, temelde “amatörler” ve “profesyoneller” için olmak üzere, iki kategoriye ayrılır ve yaygınlığı kadar karmaşık değildir. İleri derecede müzik eğitimi, konservatuvarlarda uygulanır. Bu kurumların en tanınmış, köklü olan ve Sovyetler döneminde de ileri düzeyini koruyan ikisi, 1862 yılında açılmış olan Rimski-Korsakov Leningrad Konservatuvarı ile 1866’da Moskova’da kurulmuş olan Çaykovski Konservatuvarı’dır.

Sayısı ve niteliği sistematik biçimde geliştirilen konservatuvarlar, Sovyetler Birliği’nin bütün cumhuriyetlerinde yaygınlaşmıştır. Sağlanan geniş olanaklar dolayısıyla müzik sanatının üniversitelere alınmasına gerek kalmamış, müzikoloji ve teori çalışmaları, konservatuvarların bünyesinde, ya da bu alanda uzman yetiştirmek üzere kurulan araştırma enstitülerinde yürütülmüştür. Söz konusu enstitülerin önde gelen ikisi, Moskova’da 1944’te, savaş henüz bitmeden açılan Tarih ve Sanat Enstitüsü ile 1962’de Leningrad’da açılan Tiyatro, Müzik ve Film Enstitüsü’dür.

Müzik kitabı yayımı ve nota basımı, Moskova’da Mzyka ve Leningrad’daki Sovetskii Kompozitor adlı iki büyük kurum tarafından sürdürülmüştür. Bölgesel yayınevlerinin önde geleni, Kiev’deki Muzycha Ukraina’dır.

Bestecilik

Burada, müzik açısından doğrudan yaratıcılığı temsil eden bestecilere değinerek onların kişisel stillerine ve eserlerine göz atmakta yarar görüyoruz:

Sovyetler Birliği döneminde üstün yeteneğini kanıtlayan değerli bestecilerin başında Sergey Prokofyev (1891-1953) gelir. On bir yaşında St. Petersburg Konservatuvarı’na giren Prokofyev, Rimski-Korsakov ile kompozisyon, Anette Essipova ile piyano, Nikolai Çerepnin ile orkestra şefliği çalışmıştır. 1912 yılında 1. Piyano Konçertosu’nu besteleyen sanatçı, 1914’te yazdığı orkestra için İskit Süiti ile Stravinski’nin Bahar Ayini adlı eserine öykünmüş, bu eserindeki ileri ve özgün kavrayışla ün kazanmıştır. Ekim Devrimi’nden hemen sonra Fransa ve Amerika’da eserlerini tanıtmak amacıyla geziye çıkan Prokofyev, 1920’de Paris’e giderek Diyagilev’in dünyaca ünlü bale topluluğu için en başarılı eserlerinden biri olan Soytarı (Chout) bale müziğini bestelemiştir. Sovyetler Birliği dışında yaşadığı 1933 yılına kadar olan dönemde, çok sayıda orkestra eseri yazan sanatçı, 1933 yılında ülkesine giderek yaşamının sonuna kadar burada kalmıştır.

Prokofyev, Avrupa’da müziğe yeni bir soluk getirmeyen “Yeni-klasikçi” akım içinde yer alarak eserlerinde Rus müziği renklerini şiirsel bir dille vermeye çalışmıştır. Başlıca eserleri şöyle sıralanabilir: Kumarbaz (opera, Dostoyevski’nin romanından, 1916-1927), Üç Portakala Aşk (opera, Carlo Gozzi’nin güldürüsünden, 1921), Alevli Melek (opera, 1928), Savurgan Oğul (L’enfant prodigue, bale müziği, 1929), Romeo ve Jüliet (Shakespeare’den alınmış konu üzerine bale müziği, 1936), Peter ve Kurt (masalsı opera, “Dünyanın bütün çocukları için”, 1936), Re majör Klasik Senfoni (1917) ve ayrıca altı senfoni, özellikle konçertolar, oda müziği eserleri vb.

Daha genç kuşaktan piyanist ve besteci Dimitri Şostakoviç (1906-1975), bir “harika çocuk” olarak yetişmiş, müziğindeki yapısal bütünlük ve orkestralama ustalığıyla 20. yüzyılın başlıca senfoni bestecileri arasına girmiştir. Bestelediği 15 senfoni içinde op.10 fa minör 1. Senfoni (1926) ve “Devrim Kutlaması İçin” do majör “Leningrad” adlı 7. Senfoni (1942), başarılı ve ünlü olduğu kadar, çok sayıda ülkede seslendirilerek hemen her kıtada yaygınlaşmıştır. Ayrıca, bestecinin op.35 “Piyano, trompet ve yaylılar için” Konçerto’su, sıkça seslendirilen eserleri arasındadır.

Sovyetler döneminin öteki bestecileri arasında, Amerika’ya yerleşen Aleksandır Çerepnin (1899-1977), Dmitri Borisoviç Kabalevski (1904-1987) ve Ermenistan’dan çıkan büyük yetenek Aram Haçaduryan (1903-1978) vardır.

Yineleyerek belirtelim ki, Sovyetler Birliği’nde 1953 yılına değin yeni müzik akımlarına izin verilmemiş, yüzyılın ilk yarısında bestecilerin şu ilkelere uyması istenmiştir: Her tür deneysel müzikten kaçınmak; atonal (ton dışı) ya da dizonanslara (uyumsuz seslere) yönelik müzik yazmaya kalkışmamak; melodik çizgiye önem vermek ve melodilerin bellekte tutulabilir olmasını gözetmek; sahne eserlerinde Sovyet yaşamını anlatmak; koro ya da şarkı eserlerine ağırlık tanımak.

Yeni dönem

Özellikle müzik ve plastik sanatlar üzerindeki rejim kısıtlamalarının kalkmasından sonra, 1960’lı yıllardan başlayarak Sovyetler’de besteciler, dünyada yaygınlaşmış olan yeni müzik akımlarına ayak uydurmaya çalışmışlardır. Bu bestecilerin hemen hepsi, 20. yüzyılın ikinci çeyreği ve sonrasında doğmuştur:

Konumuza tam bir “üstün yetenek” olarak bilinen ve bestecilik yeteneğini ileri doğrultuda değerlendirmiş olan Edison Denisov’dan (1929-1996) başlayarak girelim:

Sibirya’nın Tomsk kentinde doğan Denisov, matematik öğrenimi yaptıktan sonra, geniş kültürel kavrayışıyla kısa sürede Avrupa’nın yeni müzik stil ve tekniklerini öğrenerek Sovyetler Birliği’ndeki yeni kuşak bestecilerin düzeyini aşmış, büyük İtalyan besteci Luigi Nono ve Fransız üstad Pierre Boulez koşutunda, ama onların yaratılarından aşağı kalmayan eserler üretmiştir. Ülkesinde aydın hareketinin değerli bir temsilcisi olan sanatçı, çevresinde toplanan genç müzikçilerle Rusya’da önemli bir odağın önderi konumuna gelmiştir. Başlıca eserleri arasında, “Yaylı çalgılar ve klavsen için” Cresendo ve diminuendo; “13 solo ses için” Sonbahar; “flüt, iki piyano ve vurmalı çalgılar için” Siluetler vardır. 1990-91 yıllarında Paris’te IRCAM’da (Institut de Recherche et Coordination Acoustique/Musique) görev alan Denisov, sahne, orkestra ve oda müziği eserlerinde 12-ton tekniğini ve rastlamsal stili, sürprizlerle dinleyiciyi sarsan ve saran bir müzik yaratarak kullanmış, ülkesinde çağdaş besteciliğin kişilikli örneklerini vermiştir. Denisov, bütün bu stil yaklaşımlarını uygularken bir yandan da Rus folklorundan aldığı örnekleri duyumsatmıştır. 19. yüzyılın öncü Rus bestecilerinden Musorgski ve Mosolov’un birçok eserinin orkestrasyonunu yapan besteci, ayrıca Franz Schubert’in birkaç dansını da orkestra için düzenlemiştir.

Postmodern müziğin önde gelen bestecisi Alfred Gariyeviç Schnittke (1934-1998), 1963 yılında bestelediği “Keman ve piyano için Sonat”ında, geleneksel anlayışı tümüyle bozmadan, çağdaş bir bestecilik tekniği olan dizisel yönteme yakınlık göstermiştir. Bestecinin eserleri, melodik yumuşaklık içinde hüzün içerir. Bu özelliğin ipuçları, ilk eserlerinden olan 1. Keman Konçertosu’nda (1957) görülür. 1970’li yıllarda kendisinin “Polistilistik” olarak nitelediği kolaj tekniğini uygulamaya başlamış, barok ve klasik dönemlerin geleneksel formlarının öğelerini modern kompozisyon teknikleriyle işlemiştir. 1967 Yılında Küba Bale Topluluğu için bestelediği Carmen Süiti, bestecinin ezgi tutkunluğunu sergiler.

Azerbaycanlı Arif Melikov (doğ. 1933), Nâzım Hikmet’in Ferhat ile Şirin oyunundaki konuya dayanan Sevi Öyküsü bale eserinin 1961 yılında Leningrad’da sahnelenmesiyle ün kazanmıştır. Bestecimiz Ertuğrul Oğuz Fırat, bu eser hakkında şu değerlendirmeyi yapmıştır:

“Bu bale müziğinde ileri anlayışta bir müzikten söz açılamazsa da, bağlı kaldığı tonal anlayışın ilgi çekici parlak orkestralamayla birlikte, müziğin yer yer bitonaliteye (çift tonluluğa) kaymasına, üstelik ezgisel yönelişin belirli hiçbir halk ezgisine dayanmamasına karşın, makamsal yerelliğe bağlı kalınmaksızın da yerellik havası verebileceğinin örneği olması bakımından ilgiye değerdir.”

Günümüzdeki Rusya Federasyonu’nda 160 etnik grup olduğu belirtilmektedir. Söz konusu etnik grupların her birinin doğallıkla kendi kültürel özellikleri olmasına karşın, bunların uluslararası kültür standartlarıyla henüz açıklanabilir olmadığı görülmektedir. Bu durumun sorumlusu olan siyasal tutum, yazımızın konusu dışındadır.

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi119

Bunu paylaş: