Bugün, 1960’ların ünlü The Doors grubun solisti Jim Morrison’un doğum yıldönümü. The Doors insanı öte diyarlara taşıyan, çok özgün bir müzik yapan – en azından benim için – bir topluluk. Morrison ise şarkı sözlerinin özünde şiirin soluduğu bir ozan.
Müzik dinlerken sıklıkla melodi şarkı sözünün önüne geçebiliyor ancak elbette şarkı sözlerine bir ucundan takılmamak da imkânsız. Kulağıma gelen sözcükler nedeniyle yazarın kendi öyküsüyle, gündemdeki olaylarla çokça örtüşen sözler yazdığı izlenimine kapılırsam o dünyaya mümkün olduğunca teğet geçmeyi istediğim oluyor. The Doors, zamanı, mekânı, tüm duyuları sürekli kıran, yeniden yaratan bir müzik yapıyor. Bu nedenle “şarkı sözü”nün tanımlanması, grup üyelerinin öykülerinin üzerinize bulaşması pek olası değil. Ancak yaratılan bu evrenin solisti sahnede kendini yeniden ve yeniden doğuran bir ozan olunca her kelime, her çığlık sonsuzluğa selam ediyor ve dinleyeni karşı konulmaz bir şekilde çekiyor. Çıplak ya da değil, Jim’in sesinin peşinden gitmemek kanat takmayı reddetmeye benziyor.
Ölümünden sonra, yayımlanmamış şiir ve yazılarının toplandığı “Wilderness” isimli kitabının “kendi kendimle röportaj” isimli bölümünde Morrison, şiirin “sonsuz” olduğunu belirterek “ Şiir ve şarkılar dışında hiçbir şey soykırımdan sağ çıkamaz. Hiç kimse bir romanı bütünüyle hatırlayamaz. Kimse bir filmi, bir heykeli, bir resmi tarif edemez ama insanoğlu yaşadığı sürece şarkılar ve şiirler varlıklarını sürdürebilir” demiş.
Yazdıklarında sık sık ölüm ötesine, ölüm sonrasına merak yer alan Morrison’ın en ünlü sözlerinden birinde “İnsanlar ölümden acıdan daha fazla korkuyorlar. Ölümden korkmaları garip. Yaşam ölümden daha çok acıtıyor. Öldüğümüzde acı sona eriyor. Evet, sanırım o bir arkadaş” demiştir. Morrison, özellikle sahne dışında oldukça sakin, huzurlu biri izlenimi verdiği için bu sözleri acının insan yüzü ve bedeninde şaşılacak siliklikte görülebileceğinin kanıtı gibi. Akla geçtiğimiz mayıs ayında intihar eden, Soundgarden solisti Chris Cornell’in “Outshined” klibinde yer alan “Kaliforniya gibi görünüyor, Minnesota gibi hissediyorum” sözlerini de getiriyor. Acı çekmeyen birinin neşeyi, yaşam isteğini derinden hissetmesi belki de olanaklı değil. Morrison, en umut dolu şarkılarından olan “Take it as it comes”da “Eğlenmek konusunda uzman ol” demesi ölümle ilgili sözlerinin ne kadar sahici olduğunu da gösteriyor kanımca.
Morrison,“The lords and the new creatures/tanrılar ve yeni yaratıklar” isimli kitabında bir bölümü sinemayla ilgili görüşlerine ayırmış. Kitaptan ilgi çekeceğini umduğum 2 kısa alıntı yapmak isterim; “Sinema yapay olarak döllenmiş ölü resimlerden oluşan bir koleksiyondur”. “İzleyici ölmekte olan bir hayvandır”.
Sanatın, yaratmanın ölüme karşı bir direniş, bir başkaldırı olduğu çokça dillendirilir. Morrison şiirlerinde, yazılarında ölümün ötesine karşı da bir başkaldırı olduğunu/olması gerekeceğini hatırlatıyor belki. 1960’lı yılların, sosyal baskı ve savaşla; sivil direnişlerle çalkalanan Amerika’sında cinsellik başta olmak üzere pek çok konuya gönderme yaparak, sık sık sansüre uğrayarak yazan Morrison’un sözleri teknik açıdan bile, ancak dile, ABD tarihine hâkim insanlar tarafından anlaşılmış/anlaşılıyor olduğunu da tam buraya not düşmeli.
Yeryüzünü kuşatan sığlığa, elle tutulacak ölçüde merhem olacak kadar önemli bir sanatçı olduğu için Morrison’ın yeni nesillerce pek tanınmaması (bir süre yaşadığım ABD dâhil) büyük talihsizlik. The Doors’ın albümleri; Morrison’ın kitapları, bu evreni keşfetmiş olanların diğerlerine kapı açmalarını bekliyor belki de. The Doors’ın yaşayan 2 üyesinin (Robby Krieger ve John Densmore) hala turneye çıkıyor olmaları kapıların en büyüğü olsa gerek.
Jim Morrison, hakkında yazmak isteyeceğim son kişiydi belki de. Hele ki bir şiirini çevirmeye yeltenmek! İlişkimizin büyüsünün yitmesinden korkmak gibi bir durum… Ancak sözlerinin hepsine dikkat etmediğim bu şiirinin bir dizesini çok ama çok farklı şekilde yorumlamış olduğumu çeviri sırasında fark etmek cesaretlendirdi beni. Yanlış anlamış olarak yıllarca dolanmışlığıma sarıldım, yeni anlamına/anlamlarına sarıldım ve çevirimi ve bu karalamalarımı paylaşmaya karar verdim (Bu arada kendi versiyonumu hala daha güzel buluyorum!) Sevgi ve paylaşma duygusuyla karaladığım bu satırları, Morrison için birkaç yıl önce yazdığım bir şiirle sonlandırmak isterim.
Başlıksız
Bak!
Ne kadar da çoraklaşmış topraklar
Kertenkelelerin bile umrunda değil dolaşmak zihinlerin, bedenlerin kıvrımlarında
Ya da oturmak bir kayanın sırtında
Güneşte ve dilerlerse yağmurda
Bu kısır havaya çıngırak asmalı öyleyse
Krallarını çağırmalı
Özgür Keşaplı Didrickson
KERTENKELENİN MERASİMİ
Aslanlar sokakta, aylak aylak dolaşıyorlar
Köpekler kösnemiş, kuduruyor, köpürüyorlar
Şehrin kalbinde bir canavar var kafeste
Annesinin bedeni yazlık alanda çürüyor
Şehirden kaçtı
Güneye gitti ve geçti sınırı
Bıraktı kaosu ve karışıklığı
Gerisinde, ardında omuzlarının
Bir sabah yeşil bir otelde uyandı
Yanında inleyen bir garip yaratıkla
Parlayan derisinden ter akıyordu
Herkes burda mı?
Herkes burda mı?
Herkes burda mı?
Merasim başlamak üzere
Uyanın!
Neresiydi hatırlayamıyorsun
Rüya sona mı erdi?
Yılan soluk altın renginde, büzülmüş ve donuktu
Ona dokunmaya korkuyorduk
Çarşaflar sıcak, ölü hapishanelerdi
Ve o (kadın) yanımdaydı
Yaşlıydı, yoo hayır, gençti
Koyu kızıl saçları, beyaz yumuşak derisi
Şimdi banyodaki aynaya koş
Bak! Buraya geliyor
Yavaş, asır süren her devinimine katlanamam
Yanaklarımın serin pürüzsüz tuğla boyunca aşağıya kaymasına izin verdim
İyi, soğuk, iğneleyici kanı hisset
Yağmurun tıslayan, kaygan yılanları
Bir zamanlar küçük bir oyunum vardı
Sürünerek beynime geri dönmeyi severim
Sanırım sözünü ettiğim oyunu biliyorsun
“Delir” isimli oyundan söz ediyorum
Bu küçük oyunu denemelisin
Sadece gözlerini kapa, adını unut
Dünyayı unut, insanları unut
Ve biz farklı bir kilise dikeceğiz
Bu küçük oyunu oynamak zevkli
Sadece gözlerini kapa, kaybetmenin imkânı yok
Ve ben tam burdayım
kontrolü bırakacağım; aşıp, gidiyoruz
Geride, taa beynin derinliğine
Acının krallığının ötesine dek geride
Hiçbir acının olmadığı yerde
Ve yağmur kibarca şehrin
Ve hepimizin üzerine yağıyor
Ve aşağıdaki derelerin sessiz labirentleri içinde, kibar tepelerinde çevrenin,
tepelerde kibarca yaşayanların sessiz, bu dünyaya ait olmayan varlıkları
Sürüngenlerin bolluğu
Fosiller, mağaralar, serin havanın bulunduğu yükseklikler
Her ev bir kalıbın tekrarı, pencereler açılmış
Sabahın yanında kilitlenmiş canavar arabası var
Kilimler sessiz, aynalar boş
Çarşaflara sarılı nikâhlı çiftlerin yataklarının altında toz var
Ve kızları gururlu
Meniyle
Meme uçlarındaki gözlerle
Bekle!
Burada bir katliam oldu
Konuşmak ya da çevreye bakınmak için durma
Eldivenlerin ve yelpazen yerde
Şehri terk ediyoruz, kaçıyoruz
Seninle gelmek istiyorum
Haydi!
Yeryüzüne dokunma
Güneşi görme
Yapacak başka bir şey kalmadı
Koş, koş, koş
Koşalım, koşalım
Tepenin üzerinde ev var, kıpırdamadan duruyor ay
Ağaçların gölgeleri
Deli esintilerin şahidi
Hadi bebeğim koş benimle
Koşalım
Benimle koş
Benimle koş
Benimle koş
Koşalım
Tepenin üzerindeki malikâne sıcak
Varlık dediğin oradaki çok sayıda oda ve rahatlık
Süslü koltukların kırmızı kolları
Ve içeri girene kadar tek bir şey bilmeyeceksin
Ölü başkanın cesedi şoförün arabasında
Motor tutkal ve katranla işliyor
Hadi benle gel, çok uzağa gitmiyoruz
Çarla buluşmak için doğuya…
Benimle koş
Benimle koş
Benimle koş
Koşalım
Gölün kıyısında birkaç kanun kaçağı yaşıyor
Bakanın kızı yolun kenarındaki kuyunda yaşayan yılana âşık
Kız uyan! Nerdeyse uyuşturucudan uçuyoruz
Sabah kapıları görebilmeliyiz
Akşama içeride olabilmeliyiz
Güneş, güneş, güneş
Yan, yan, yan
Ay, ay, ay
Seni almam yakın
Yakın, yakın, yakın
Ben kertenkelelerin kralıyım
Her şeyi yapabilirim
Nehirler ve otoyollardan geldik
Ormanlardan ve şelalelerden geldik
Corsan ve Springfield’den geldik
Phoenix’den geldik
Büyülenerek
Ve sana krallığın isimlerini söyleyebilirim
Sana bildiğin şeyleri anlatabilirim
Avuç dolusu sessizliği dinleyerek
Vadileri tırmanarak gölgeye gideceğiz
7 yıl boyunca sürgünlüğün gevşek sarayını mesken edindim
Adanın kızlarıyla tuhaf oyunlar oynayarak
Şimdi adilin ve güçlünün ve bilgenin topraklarına geldim yeniden
Solgun ormanda yaşayan kardeşlerim
Gecenin çocukları
Aranızdan kim koşarak ava katılacak?
şimdi mor alayıyla geliyor gece
Şimdi çadırlarınıza, rüyalarınıza çekilin
Yarın doğduğum şehre gireceğiz
Hazır olmak istiyorum.
Jim Morrison
The Doors’un “Waiting for the sun” albümünde bu şiirin bir kısmı “Not to touch the earth” isimli şarkı olarak yer almıştır. Bu şiirin bütünün, özellikle canlı kayıt olarak birbirinden çok farklı sürümleri vardır.
James Douglas Morrison 1943 yılında Melbourne’da (Florida) doğmuş. 27 yaşında (1971) Paris’te öldüğünde ardında şiir ve yazılarından oluşan kitapların yanı sıra bir kısa film ve belgesel de bırakmış. Morrison’un özel baskı olarak yayımlanan (sayfa numarası olmadan, istenildiği gibi sıralandırılabilecek şekilde) “Tanrılar- görme üzerine notlar” (1969) , “Tanrılar ve yeni yaratıklar” (1970) ve ölümünden sonra yayınlanan “Amerikan gecesi” (1990) hep birlikte Sub Yayınları tarafından basılmış. “Tanrılar, yaratıklar ve Amerikan Gecesi (2017) isimli kitaptan bu yazıyı yazarken haberdar olduğum için, olumlu ya da olumsuz bir görüş bildiremiyorum.