Sovyet müzisyenlerin ve bestecilerin klasik müzikte Çarlık döneminden gelen birikimi başarıyla sürdürmeleri ve 20. yüzyılda klasik müziğin en yetkin örneklerini vermelerinin, Sovyetler Birliği’nde klasik müzik dışı müzik üretimini gölgede bıraktığı bir gerçek. Dahası, rock, punk, elektronik gibi daha çok popüler kültürle anılan müzik türlerindeki üretimlerin küçük görülmesi – ya da önemsenmemesi – kimi zaman gayrı resmi bir devlet politikasıyken, kimi zamansa Gorbaçov döneminin deforme politikalarının sonucuymuşçasına kötülenmesi, ortodoks Marksistlerin vazgeçilmez yorumları arasında. Hâlbuki kapitalist bloğun popüler kültür ve hafif müzik üzerinden kuvvetlendirdiği tüketim toplumu olgusunu akılcı bir karşılıkla dengelememek can alıcı bir hata olarak da pekâlâ yorumlanabilir.
1970’lerle beraber popüler kültürün ve pop müziğin Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde üretici ve dinleyici olarak karşılık bulması özellikle 1980’lerde ülkenin hatırı sayılır bir müzikal zenginliğin doğmasını sağladı. Punk, rock, new age gibi türlerin tüm dünyada yankı bulmasına kayıtsız kalmayan Sovyet sanatçılar hemen hemen tüm türlerde kayıtlar ortaya koyarken Batıdan geri kalmadıkları gibi Batıyı sarsacak ölçüde başarılı yapıtlar ortaya koydular. Daha çok Tarkovskiy filmlerinin müzikleriyle anılan Artemyev’in klasik müziği elektronik ile harmanlayarak gerçekleştirdiği new age kayıtların Vangelis seviyesinde hatta daha güçlü olduğunu söylemek mümkün. Benzer şekilde Forum topluluğunun, ülkemizde de bir hayli popüler Modern Talking veya Depeche Mode’a seçenek oluşturabilecek kadar çekici bir elektronik müzik icra ettiği söylenebilir. Valeri Leontiyev’in Kenny Loggins’i, Eduard Khil’in Tom Jones’u, Hearts of Four’un ise Eurythmics veya ABBA’ya karşılık geldiğini söylemek basit bir denge oyunundan ziyade Sovyetler Birliği’nin popüler kültüre kattığı zenginliğin altını çizmek açısından önemli.
Sovyet popüler kültürünün en çarpıcı örneğinde ise rock tonuyla post punk dokusunu birleştiren ve başarısı Sovyet coğrafyasını aşarak tüm zamanların en iyileri arasında kabul gören Kino grubu yer alıyor. Sinema anlamına gelen topluluk adıyla bireyin psikolojisine ve çoğunlukla buhranına yönelen Kino, günümüzde epey sömürülen varoluşçuluk sanrılarının, şiirsel bir dile sahip sözler ve dokunaklı bestelerle hakkının verildiği şarkılarıyla, aşk dışında pek çok duygunun müzikte aranan güdülenme aracı olabileceğini kanıtlıyor. 1981’de 45 adlı uzunçalarla sahneye çıkan Kino, aralarında 1988 tarihli zirvelerinden Gruppa Krovi’nin de olduğu onlarca albüme imza attıktan sonra söz yazarları, solistleri ve aynı zamanda kurucuları Viktor Tsoy’un 1990’da henüz 28 yaşındayken bir araba kazası sonucu hayatını kaybetmesiyle sahnelere veda etti. Sovyetler Birliği’nin Jim Morrison’u olarak da nitelendirilen, şair, müzisyen ve sinemacı Tsoy’un üretken mirası, başta Rusya ve eski Sovyet coğrafyası olmak üzere tüm dünyada etkisini sürdürürken, Kino’nun son albümü Chyorny Albom’un en hassas parçası, guguk kuşu anlamına gelen Kukushka, 100. yılında Bolşevik Devrimi’ni özümserken unutulmaması gereken bir yapıt.