Sen şimdi yıldızların üzerinde başlamışsındır dans etmeye. Esinlenmekten öte kendi içimden de aynısı çıkmış gibi bellediğim vücut dilinle. Bazen öne geçerdi sesinin. En azından benim için. Memelerini burnumuza sokan, popolarını biraz fazlaca kıvırtan şarkıcılardan/kadınlardan olmayışını çok ama çok severdim. Ve sanki “Linger/Oyalanma” şarkısında da “Oyalama beni, ne söyleyeceksen söyle, napacaksan yap” diyordun, cilveden arınmış, dobra ama kalbi elbette yanabilen bir kadını, belki de kendini anlatıyordun.* O özgün sesini evet ama ben seni biraz da bu yüzden seviyordum.
Dolores O’Riordan öyle uzun yıllardır benimleydi ki emin olamıyorum; “Zombie” ile yaşamıma girdi sanki hemen o zamana kadar ki albümlerini edindik sanki (şarkıların, albümlerin sıraları da hep karışık kafamda, sesinin zamansızlığı…) ama beni en çok etkileyen şarkılarından birisi kumların üzerinde dans ederek söylediği “Free To Decide” idi. Lisede grunge akımından etkilenerek kareli gömlekler, tişörtlerin altında çizgili bluzlar falan giyerdik. Dolores’le, sesiyle tanıştığımda artık üniversiteliydim. Saçımı lisedeyken kısacık kestirmiştim. O yıllarda Türkiye’de kadınların kısacık saçlı olması pek yaygın değildi. Benimki kadar kısacıktı saçları, o zamanlar onun kadar zayıftım. Yüz çizgilerinin, tavırların ve elbette yaratıların insanın karakteriyle ilgili ipucu verdiğini düşündüğüm yıllardı. Hem bunca gülümseten benzerlik hem de her tavrından geçen sahicilik hissi… Akraba saymıştım onu.
Dolores’in acayip, çok özgün sesiyle tanıştığım bu yıllar deli gibi şarkı söylemek istediğim yıllardı. Şarkı söylemeyi hep sevdim, beni iyileştirirdi ama o yıllarda birileriyle ciddi anlamda bir araya gelerek söylemek istiyordum. Bir dostum aracılığıyla bir gruba dâhil oldum ama onların çalmak istedikleriyle, benim söylemek istediklerim ve söyleyebildiklerim bir türlü uyuşmuyordu. Popüler şarkılardan uzak durmak istesem de bizi buluşturan “Zombie” oldu. Evde kendi kendime söylemek dışında herhangi bir müzik eğitimim yok. Stüdyolara falan da öyle uzağım ki, kendi sesimi duymamanın şaşkınlığıyla söyledim ama biraz başarmışım ki şarkı bitince davul çalan arkadaş bana “Ya, gelip bizimle söylesene” dedi. O gün ana grubun davulcusu gelmemişti. Zaten onlarla yalnızca şarkı açısından değil, genel olarak da anlaşamamaya başlamıştık.
Hala hayatımda en mutlu olduğum anların başında gelir bu an. Ancak ne yazık ki davulcunun teklifini kabul edemeden, bu müthiş mutluluktan hayatımın belki de en karanlık anına düştüm. Aklımın zor algıladığı bu dönemde, klinik depresyon nedeniyle komaya girmiş gibi oldum, yarı ölü gibi bir şeye dönüştüm. Çok az şey beni heyecanlandırıyordu o dönemde. Tam da bu sırada Cranberries yeni albümünü çıkardı. “Animal Instinct” nerdeyse mucizevi şekilde kendimi toparlamama yardımcı oldu. Belki de depresyondan, acıdan söz ettiği halde Cranberries’in özgün müziğiyle sarılı olarak yaşamın kendisini anlattığı için. Ucundan, kıyısından ya da karanlık dibinden… Hepimizin yaşamın acı yanlarına dayanırken bir anlamda savaşçı oluşumuzu kutlayan bir şarkı gibiydi. Tüm sözlere takılmadan, varsa şarkının anlamını anlattıkları söyleşilere falan takılmadan hissettiklerim… Müzisyenleri biraz da kendi yaşamlarımıza dokundukları için sevmez miyiz?
Cranberries her an dinleyebildiğim enden gruplardan biri. Piyasa değerlerine bunca uzak, yenilikçi olmasına rağmen müziklerinin her anımın içine kolayca süzülmesinin kerameti üzerine düşünmüşümdür. Popüler tınılara uğruyorlar belki sık sık ancak müzisyen olmamama rağmen bence bu değildi yaşanan. Her ruh halimde içime uzanan, Dolores’in özgün, sahicilik ve samimiyet taşıdığını düşündüğüm sesi ve kimi zaman kara mizahı, kimi zaman damardan gerçeği (örneğin John Lennon’la ilgili şarkı gibi) anlatan müzikleriydi.
Dünyada olan bitenden etkilenmek, belki de bu nedenle delirmemeye ve kendini korumaya çalışmak. Cranberries’in şarkı sözlerinde yer alan ana temalar bence bu. İrlanda’daki olaylarla ilgili oluşuyla çok bilinen “Zombie” dışında “Free To Decide”, “Bosnia”, Kurt Cobain’i de andıkları “I’m Still Remembering”, “Time is Ticking Out”, “Don’t Analyze” gibi pek çok şarkılarının sözleri bu temalarla ilgili. Dolores’in gelgitli sesiyle daha da içe işleyen balladlarında “sevgi” de çok sık yer alan bir tema. Onca “büyük” olaylar, felaketler arasında insanı mutlu eden, iyileştiren (belki yaralarken bile) sevgiden, hem sade hem de doğaüstü bir şey olan aşktan söz eden şarkıları Dolores’in sesinden dinlemek bambaşka bir deneyim.
Benim için “I Just Shot John Lennon” şarkısı belki de bu yüzden çok özel. Cranberries şarkıları arasında farklı bir yeri var. Dolores’in ağıta benzer seslenişi çok yalın. Nerdeyse bir habere benzer sözleri, silah sesiyle bitişi, böylesi olayları doğrudan anlatmak dışında bir yol olmadığının çarpıcı bir örneği gibi.
Cranberries 2002’de dağıldıktan sonra Dolores 2 solo albüm çıkardı. Yeniden bir araya geldiklerinden sonra çıkardıkları “Roses” (2012) albümü çıktığında yeniden bir araya gelmelerinin de yine dünyanın durumuyla ilgili olduğunu düşünmüştüm. “Tomorrow” isimli kliplerinin başında Dolores bir hacın yanında ve güllerle çevrili olarak iplere bağlıdır. Sonra çözülerek “özgür” kalır. Şarkı, “çok düşünüyorsun, deli olmasın” gibi sözlerle başlar. Bu bir anlamda Dolores’in kendisinden söz etmesi gibiydi bana göre. Dünya iyice zıvanadan çıkmıştı ve olan bitene kayıtsız kalamayan Dolores yine mikrofon gerisindeydi. Şarkının sözlerinde “Yarın geç olabilir” ve sonra “Yarın muhteşem olabilir” demesi gerçekçi bir umuda sahip olduğunu gösteriyordu. İnançlı olmaktan da söz ediyordu ki. Bence dindarlıktan, gerçekçi umuda kadar herkesin farklı olabilecek yakıtına ve inançlarla kör olmamaya dairdi bu sözler.
Tef sesini Cranberries’le özdeşleştiririm ve her seferinde bir yaşam öyküsüne ya da bir tiyatro kumpanyasına çağırırlar gibi gelir. Üç yeni şarkı dışında eski şarkılarının akustik versiyonlarından oluşan son albümleri “Something Else”i bütünüyle henüz dinlemedim. Kim bilir Dolores’i ölümsüzlüğe uğurladıktan sonra dinlemek neler hissettirecek, yaşamımda nasıl bir iz bırakacak? Dolores’in tef eşliğinde sesini bana uzatmasını canlı canlı göremedim ama gencecikken öte diyarlara giden dostumu bencilce özleyecek değilim. Çocukları, ailesi ve grup arkadaşları Fergal Lawler, Noel ve Mike Hogan’a acıya dayanma gücü, sevgi gönderiyorum.
Dostumuz Dolores’in neden öldüğünü bilmiyoruz ama nasıl yaşadığını biliyoruz. Onu neden özleyeceğimizin sırrı biraz da burada gizli olsa gerek. Bir insanın sesinin böylesine güzel oluşu, yüreğinin acılara kayıtsız kalmamasıyla da ilgili değil midir? Dolores’in sayısız yaşıma, anıma, üzüntüme, sevincime, depresyonuma, sağlığımı kutlayışıma, deli gibi şarkı söyleyip dans etmeme eşlik etmiş sesine, ruhuna sonsuz teşekkürler…
* En ünlü şarkılarından olduğu için Linger’ın hikâyesini sonradan öğrendim. Dolores’in 17 yaşındaki ilk öpüşmesiyle ve sonradan istenmeyişiyle ilgiliymiş bu şarkı. Öpüşmeyle ilgili olarak “orada oyalanmak isterdim” gibi bir şey bile söylemiş Dolores. Bana geçen duygularla pek çelişmiyor aslında sanırım biraz da “linger” kelimesinin (oyalanmak) hele ki böyle bir öyküde ucunun açık olmasından.