Sanat ve Yaşam – Efe Eğilmez

Bugün bize yeni bir sanat gerekiyor. Beylik bir söz mü bu? Hemen hemen her çağda, büyük toplumsal dönüşümlerin öncesinde ya da sonrasında “Yeni bir Sanat” arayışı olduğunu yadsımıyoruz. Tersine, tam olarak da bu arayışın bir parçası olduğumuzu söylüyoruz. Çünkü yeni bir çağdayız, bu çok açık artık.

Sartre, “Yazar gördüğü işin karşılığını alan bir işçiden çok, burslu okuyan bir öğrenci gibidir” diyor kendi yaşadığı dönemin yazarları için. Bu durum tüm sanatçılar ve bizim dönemimiz için de geçerli aslında. Sanatsal üretim toplumsal bir değer olarak görülmüyor. Sanki bir tarafta yaşam, bir tarafta sanat var: bu iki büyük uğraş, birbirinden bağımsız durumlar olarak algılanıyor.

Oysa yaşam da bir sanattır ve insanın, bu yaşam deneyimi, yaşam sanatı içerisindeyken “güzel” sanatlardan öğreneceği çok şey vardır. Zira sanatçı, hiçbir söz söylemediğinde dahi bir gerçeği gösterir: bir nesne dahi olabilir bu ve işte sanatçının bu gösterme hali, ayırtına varmadıklarımızı fark etmeye, gizleri ortadan kaldırmaya, görmeye ve değiştirmeye iter bizi. Çünkü ister konuşalım, ister anlatalım, istersek de gösterelim: tüm bu anlatım olanakları, en nihayetinde değişimin kapısını aralar. Sanatçı, yalnızca bir nesneyi gösterirken dahi alımlayıcıyı özgürlüğe iter.

Ancak özgürlük, birbirinden kopuk öğelerin birlikteliğiyle değil, bir tür bütünlükle mümkündür. İnsan, yaptığı seçimlerle insan olur ve yine insan, birbirinden kopuk öğelerin içindeyken seçim yapamaz. Yaparsa da bu özgürce bir seçim olmaz. Çünkü birbirinden kopuk öğelere, kesitlere bakarak seçim yapan insan, bütünlüğü göremediği ölçüde özgürlükten uzaklaşır: fotoğrafın tamamını görmeden yapmıştır seçimini! Buradan özgürlük değil, bilgisizlik çıkar. Yine Sartre, “Her türlü bilgisizlik, baskının bir sonucudur ve yeni baskıları hazırlar” diyor. Bütünlüksüz bir eser ortaya koyan sanatçı, bilgisizliği doğurması bakımından alımlayıcının özgürlüğüne saldırır.

Bahsettiğimiz bu “bütünlük” sorunu, sanat eserinin işlevi ve alımlayıcının sanat eseriyle kurduğu ilişkiyle ilgili bir sorundur ve açıktır ki, günümüzün bütünlüğü ortadan kaldıran Postmodern sanat anlayışıyla açıkça çelişir. Demek ki yavaş yavaş yeni bir sanatın gerekliliği sorununa doğru geliyoruz.

Öyleyse şimdi yaşam ile sanat arasındaki bütünlük sorununa geçebiliriz. “Güzel” sanatların yaşam sanatına yararlı olabileceğinden bahsederken, “güzel” sözcüğünün İngilizcedeki karşılığının “fine”, yani tamamlanmış anlamına geldiğini belirtelim ve soralım: tamamlanmamış bir yaşam olabilir mi? Her şey gibi yaşam da karşıtıyla var olur ve ölüm olgusundan bağımsız bir yaşam düşünemeyiz. İnsanın yaşam deneyimi doğumla başlar ve ölümle biter, ‘tamamlanır’.

Tamamlanmamış bir yaşam yoktur: insan doğar ve ölmezse buna yaşam denemez, korku dolu bir düş olurdu bu. Çünkü yaşam her şeyden önce bir tamamlanma, bir bütünlüktür.

Sanat eseri de öyle! Ve bugünün sanatçılarını rahatsız eden yahut rahatsız etmesi gereken, sanat ile yaşam arasında oluşan mesafedir. Günümüz sanatı ya yaşamdan alabildiğine kopuktur ya da insanların yaşamına etki eden sanat “eserleri” bir tür umutsuzluk ve karamsarlık yoluyla insanları yaşamdan uzaklaştırır. Ama bunun ötesinde bugün, yaşam ile sanat arasında değil bütünlükten, bir birliktelikten bile bahsedilemez. Günümüz sanatı, birbirinden kopuk öğeleri bir araya getirdiği ölçüde anlaşılmaz bir hal alır ve alımlayıcının özgürlüğünü elinden alır. Edebiyatta sık sık okurun metni yeniden yaratmasından bahsedilir… Oysa çoğunlukla ortada yeniden yaratılabilecek bir metin dahi yoktur! Oysa sanat, birbirinden ayrı-kopuk değil- öğelerin, sözgelimi bireylerin, uyumlu birlikteliğidir.

Yalnızca belli açılardan da değil, her açıdan durum budur! Ayın yirmisinde bir sergi varsa, ayrı ayrı bireyler, birbirinden habersiz şekilde de olsa ayın yirmisini o sergiye ayırırlar. Bu bir ortaklaşmadır ve ortaklaşma bununla sınırlı değildir: aynı mekânın içinde, aynı saatlerde bulunur ve aynı eserleri görür, alımlama, anlama, duyma çabası içine girerler. Birbirinden duygu, düşünüş ve yaşam biçimi yönünden ayrı olan insanlar, aynı amaç doğrultusunda bir araya gelir: sanat, ortaklaştırır.

Ancak yaşam ile sanat arasındaki bütünlük bugün olduğu gibi sağlanamadığı, yaşam ile sanat arasında mutlak bir ortaklaşma yakalanmadığı, sanat gündelik ve toplumsal yaşamın vazgeçilmez bir parçası durumuna gelmediği müddetçe sanat da, yaşam da eksik kalır. Yaşamın sanattan öğrenecek çok şeyi var demiştik: ama sanat yaşamdan daha çok şey öğrenir.

Bugün, işte böylesi bir sorunla karşı karşıyayız: ilk doğduğu günden beri insanın yaşam pratiğini kolaylaştıran ve geliştiren, evrenin ve yaşamın gizlerini aydınlatma, anlamlandırma çabası içinde olan sanat, bu yanıyla toplumsal yaşamın önemli bir parçası olan sanat, bugün yeniden olması gerektiği yere, yani yaşamın içerisine dönmelidir. Kendisi başlı başına bir bütünlük olan yaşamı ve zorunlu olarak bir bütünlüğe sahip olması gereken sanatı yeniden bir araya getirmek, bir bütünlük potasında eritmek, bugünün sanatçılarının görevidir. Var olan gerçekliği keşfetmenin, anlamlandırmanın ve yeni bir gerçeklik kurgulamanın bir yolu olan sanat, yukarıda da söylediğimiz gibi değişimin kapısını aralar. Ve hiçbir değişim, yaşamdan bağımsız düşünülemez. Şu çok açık: sanat, yaşamdır. Öyleyse günümüz sanatçılarına çağrımız: sanatçılar, işinizin, yani yaşamın başına.

Görsel: La Grenouillere (1869) – Pierre-Auguste Renoir

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi121

Bunu paylaş: