9 Nisan 2018
Selçuk
İnsan bahar dallarının güzelliğine doyamıyor. Bir beyaz bahar dalına dalmış bakarken hızla gözümün önünden görüntüler aktı. Beyaz çiçekten taçlar, kaygan beyaz kumaşlar, hatta gelinlik! Aklıma gelen her şey dişiyle ilgiliydi. Bu tuhaflık üzerine kendime geldim ve beyaz çiçekler denince aklıma erkeklerle ilgili nelerin geldiğini düşündüm ve kendimi birden masal âleminde buldum. Etrafta dolaşan erkek masal kahramanlarının da taçları vardı, giysilerinde de çiçekler. İlk önce aklıma elflerin, perilerin, mitolojik karakterlerin gelmesine gülümsedim. Masallar, gerçekle düşün dışında yaşların, cinsiyetlerin arasındaki sınırı da siliyor demek. Masalların gücü buradan geliyor olsa gerek.
10 Nisan
Selçuk
Bugün Efes Müzesi’ni gezdik yeniden. Yandaki caminin tepesinde bir leylek yuvası var. Müzeyi yuvadan gelen leylek sesleri, laklakları eşliğinde gezmek çok ilginçti. Efes’i tarih boyunca izleyen müzede pek çok hayvan desenli eşya, heykel var. Bunlar arasında leylek yoktu ama kim bilir binlerce yıl önce Efes’in leylek laklakları kimlerin dikkatini çekiyor, esin veriyordu.
Müzede en sık görülen hayvanlardan birisi yılan. Havva’nın öyküsünden tıp sembolüne, mitolojide ve oradan beslenen kültürde yılanların bunca yeri olması, onlara ve simgelediklerine ne kadar önem verildiğine kanıt. Bunca önemli olan, kutsal sayılan yılanların günümüzde çoğunlukla istenmeyen (görüldüğü an öldürülen) bir hayvana dönüşmesi ne kadar da hazin.
Müzenin bahçesinde bugüne dek görmediğim, çok ilginç bir Eros heykeli gördüm. Belki bir sonraki günlüklerin birinde Yeşim, Eros’u da anlatır bize.
Bugün çiçekleri tamamen açmamış fırça çalısına rastladım. Halâ tomurcuk halde olan ya da kısmen açmış çiçekler çok ilginç bir görüntü oluşturmuştu. Çiçekleri fırça şeklini alana kadar geçtikleri evreleri yavaş çekimde izlemek kesinlikle çok ilginç olurdu.
Özgür Keşaplı Didrickson
11 Nisan
25 yıl kadar sonra Dilek Yarımadası Milli Park’ına gittim. Ortaokul gezisinden aklımda çok şey kalmamış. Kalabalıktan, çirkin yerleşimlerden kaçarak denizle ormanın birleştiği manzaranın içine gömülmek için çok uygun bir yermiş. Ağaç yerine çalılarla kaplı tepelere bayılıyorum. Ayrı bir güzellikleri var, hele bir de ıssız koylarla buluşuyorlarsa. Hava pusluydu ama yine de birkaç fotoğraf çektik.
Tepelere aralıklarla serender* yapmışlar. Kalabalık günlerde nasıl oluyor bilmiyorum ama termosla çay götürüp hafif hafif sohbet etmek ya da kitap okumak nefis olurdu. Bir dahaki sefere artık.
(*Ben tepesi ve oturulacak yeri olan ahşap yapılara “kamelya” derdim ancak sözlüğe bakınca böyle bir anlamı olmadığını gördüm. Kamelyanın tek anlamı bir çiçekle ilgili olanmış. Serender kelimesini hatırladım sonra. Dil Derneği’nin sözlüğündeki anlamı şöyle: Doğu Karadeniz yöresine özgü, ahşap ayaklar üzerine kurulan ve tahıl, fındık gibi ürünleri, meyve, sebze kurularını saklamaya yarayan, evlerden ayrı olan bir yapı türü, serander).
Kumsalı yer yer, çocukluğumda arasında kocabaş topladığımız ancak şimdi adını hatırlamadığım diken öbekleriyle çevrili deniz çok sakindi. O sakinlikte yunus görmeyi çok isterdim. Onlarla da bir dahaki sefere rastlaşacağız sanırım.
Günün en özel anı bir çift kuzgun gördüğümüz andı. Zekâsı yanında olağanüstü vokal yeteneğine sahip kuzgunların çıkardığı acayip sesleri dinlemek tek başına bir güzellik. Alaska’da kuzgunu her yerde görmek mümkün, özellikle şehir merkezlerinde. Türkiye’nin aksine orada insanla oldukça yakın bir ilişki içinde yaşıyorlar. Alaska’daki bir çalışmada kuzgunun çıkardığı sesleri yaklaşık 30 farklı kategoriye ayırmışlar. Benim en sevdiğim seslerinden beri damlayan su sesine benzeyendi. Dilek Yarımadası’ndaki kuzgunların bulundukları yer tepelerle sarılı bir açık alandı. Alaska’da yaşayan Tlingit kabilesi Kuzgun klanından eşim Jno Didrickson ne zaman kuzgun görse onlara seslenir. Hem onların sesleri, hem de eşimin onlara seslenişi yankılandı.
Bugün bir de bombus arılarına benzeyen, beyaz ve lacivert renkli bir arı gördük. Lacivert rengi diğer renklere göre daha nadir görüyoruz acaba güzelliği biraz da buradan mı geliyor? Annem denedi ve arıyı çekmeyi başardı. Çok iyi bir fotoğraf olmadı ama bu arıyı tanıyanların seçebileceğini sanıyorum. Belki bilen, bildiren olur diye o fotoğrafı da koyuyorum. Farklı yerlerde gezindiğimiz sırada annem sarı bombusu ona çok yakışan sarı çiçeklerin arasında fotoğraflamayı başarmış!
Milli Parkın hemen yakınında Zeus Mağarası varmış. Böyle bir mağaradan hiç haberimiz yoktu. Uzun yürüyüş sonunda ulaşılacağını düşündüğümüz için kısa Milli Park gezimizi daha da kısaltmak istememiş, girişte uğramamıştık ancak dönüşte birisine sorduk. 5 dakikada ulaşılabildiğini duyunca gittik. Yeşilimsi renkli suyla dolu, çok etkileyici bir mağaraymış meğer. Bizim de nerdeyse yaptığımız gibi ona teğet geçenler, varlığını bilmeyenler çok olduğu için bir bakıma gizlenmiş bir mağara…
Yunan mitolojisine göre Göklerin tanrısı Zeus, kızdırdığı kardeşi deniz tanrısı Poseidon’un üçlü abasıyla yarattığı çok yüksek dalgalardan kaçmak için bu mağarada gizlenir, dinlenir ve yıkanırmış.
http://www.dilekyarimadasi.com/zeus-magarasi/
Özgür Keşaplı Didrickson
13 Nisan
Selçuk
Hayıt, çocukluğumun en özel bitkilerinden. Yazları babam İzmir’de çalışırken biz memleketimiz Burhaniye’de olurduk. Babam hafta sonları yanımıza gelirdi. Geleceği zaman yola çıkıp beklerdik onu. Her yanımız hayıtlarla çevrili olurdu. Beklerken ille ellerdik hayıtları çünkü kokusunu çok severdik. Şifa Heybesi’ndeki (sifaheybesi.com) dostlardan hayıt kremi aldığımdan beri zaten çok sevdiğim bu kokuyla artık aşk yaşıyorum. Kokuları bizler için böylesine özel ve güzel bir şekilde saklayan dostların emeklerine sağlık.
14 Nisan
Selçuk
Sabah 7.30 sıralarında papatyalar uykudayken gelincikler açılıyordu tek tek… Özgeciğimin de sınıfındaki çiçeği açmış. Evdekiler, dışarıdakiler her biri ayrı güzellikte…
Perihan Keşaplı
İzmir
Karıncalar ayaklarımızın altında dolaşmaya başladılar, mitolojide yerlerinin olduğuna şaşırdım. Egina Adası’nda yaşayan Eakos, bu adada yalnızlıktan Zeus’a yakarır. Karıncaları insana dönüştürmesini diler. Zeus bu dileği kabul eder ve adadaki karıncaları insana dönüştürür ve bu insanlara Myrmidonlar denir. Hatta Troya Şavaşı’na dahi katılmışlar ve cesaretlerini sergilemişler. Yunancada karınca “mirmingi” demek, çok sevimli bir isim. Belki Atina’ya gideceğim, Atina’ya yakın olan bu adayı da mirmingiler aklımda, ziyaret etmek istiyorum.
Bu miti duymuşsunuzdur ama tekrar hatırlatayım, havalar güzelleşince deniz de bir başka güzel oluyor. Geçen akşam deniz, kokusunu akşam akşam salan çiçekler gibi güzel bir koku salmıştı. Ege Denizi’miz. Adının hikâyesini anlatayım diyorum. Poseidon Minos kralına bir boğa verir ancak bunu kendisine kurban etmesi gerekmektedir. Fakat kral boğayı kurban etmek yerine saklar. Poseidon bunun üzerine kralın karısını boğaya âşık eder ve kadın boğa başlı bir insan doğurur. Bu canavarı bir labirente kapatırlar ancak ona her sene yedi kız ve yedi erkek kurban edilmesi gerekmektedir. Bu canavarı öldürmek üzere Atina’dan Egeus’un oğlu yola çıkar. Babasına boğayı öldürdüğü takdirde siyah yelkenler yerine beyaz yelkenleri çekeceğini söyler. Başarılı da olur ancak dönüşte beyaz yelkenleri çekmeyi unutur. Bunu uzaktan gören babası kendini denize atar ve denizin adı kralın adıyla anılır ve Ege olur.
Yeşim Öndül
***
Azizm Sanat Örgütü olarak doğadan zannedildiği kadar uzak olmadığımızı düşünerek, bu düşüncenin yarattığı umutla “Dirimbilim Günlüğü” köşesini açmaya karar verdik.
Dirimbilim Günlüğü’nün her yaştan herkesin katkısıyla oluşmasını arzuluyoruz. Günlüğümüzde yer almak için yer ve tarih bilgisiyle bize gözlem ve düşüncelerinizi aktarabilirsiniz. Notlarınıza fotoğraf, çizim, video da ekleyebilirsiniz.
Bizi birleştireceğini, yaban hayata olan sevgimizle güç birliği yapmamızı sağlayacağını umduğumuz günlüğümüze katkılarınızı bekliyoruz.
Notlarınızı dirimbilimgunlugu@gmail.com adresinden yayın kurulumuza gönderebilirsiniz.