14 Nisan
Selçuk
Ebabiller gelmiş. Ayaklarından feragat ederek gökyüzünü yeryüzüne tercih eden çılgın kuşlar…Henüz sayıları çok değil ama ne iyi ki birkaç tanesinin çığlığı bile biz yeryüzü insanlarının kulaklarını çınlatıyor. Geçen bahar yürürken, bu sesi merak edip duraklayan bir çiftle karşılaşmıştım. Gökyüzüne, müthiş bir hızla uçuşan bu kuşlara doğru bakındıklarını görünce onlara sesin sahibinin ebabiller olduğunu söylemiş, türle ilgili birkaç şeyden söz etmiştim.
Leylek, kırlangıç (gerçi kırlangıç zannediliyorlar) kadar tanınmıyorlar ama aslında olağanüstü bir doğa olayı olan göçü belki de en iyi onlar temsil ediyor çünkü gökyüzünde çiftleşiyor ve uyuyor; yuva dışında hiç bir yere konmuyorlar. Ebabillerin cins ismi “apus” Yunanca’da “ayaksız” anlamına geliyor. “Ayak” derken kuşların gerçekten kısacık olan bacaklarından da söz edilmiş oluyor. Ayakları ayrıca dik yüzeylere mükemmel uyum sağlayacak şekilde. Gökyüzünde çılgın hızla ve çığlık atarak uçan bu kuşların “ebabil” isimli türü (Apus apus). şehirlerimizde en yaygın görülen tür İstanbul’da ebabilden biraz daha büyük olan “akkarınlı ebabil” de (Tachymarptis melba) görülüyor. Onun da yine çok özel bir çığlığı var. Bu seslere kulak vererek gökyüzünde onları arayan pek çok insan olduğuna eminim. Ebabillerin varlığından ne kadar çok insan haberdar olsa düş gücümüz o kadar harekete geçerdi bence.
Ebabillerin yeryüzüne mahkum bizlerle dalga geçercesine attıkları çığlıkları özlememek imkansız. Bir süre yaşadığım Alaska’da bir tür ebabil vardı ancak nadiren ve tek tük görülüyordu. Çığlıklarına ise hiç denk gelmedim oralarda. Ancak ilginç bir şey olmuş, ebabillerle beni yedinci sanat buluşturmuştu. Bu asi kuşların çığlıklarına filmlerde daha önce de rastlamıştım ama ancak Alaska’da onların sesini çok özlediğim için olsa gerek sayısız filmde yer aldıklarını şaşırarak, sevinçle fark etmiştim. Bu özel kuşların, kendileri gibi özel çığlıkları sinemanın büyüsüne kesinlikle çok yakışıyor.
Özgür Keşaplı Didrickson
15 Nisan
Selçuk
Bir süredir kamışbülbülünün güçlü ötüşünü duyuyorum. Halkalama yaparken tırnaklarının güçlü bulmuş ve bu ötüşü onlardan da bilmiş miydim? Hafızam beni yanıltmıyorsa öyle olmuş olmalı. Kamışlara, sazlara iyice tutunmasını sağlayan tırnaklarının da doğurduğu bu güçlü ses baharın canlılığını yansıtıyor.
…
“Güveyle kelebeği ayıramayan insanlardan olmak isterdim”… Pek çok yazının, şiirin omurgası elimde kalem yokken ve sıklıkla yürürken geliyor aklıma. Bu cümle de böyle düşüverdi içime. Diyalog yazmak son zamanlarda çok hoşuma gidiyor. Monolog da. Böyle bir cümle kuran insanın nasıl biri olduğunu düşlemek ve sözlerinin gerisini yazmak… Sözlerini yönelttiği insanı ve onun karakterini de çizmek. Çoğu zaman zevkli bir süreç ama bazen bir cümle, bir cümle olarak kalıyor, ya da düş gücü seyreliyor. Bu cümleyi gündelik bir konuşmada ben söylemiş olsam…Kendi kendime…Devamı şöyle mi olurdu? ; “Özgürcüm, canım benim, sen zaten bir sürü hayvanı, bitkiyi birbirinden ayıramıyorsun. Kertenkeleleri falan düşün istersen”. İnsan hemen izin vermeli mi usa gelen düşün kanatlarını yolmaya? Öyleyse yeniden; “Güvelerle kelebekleri birbirinden ayıramayan insanlardan olmak isterdim çünkü ancak o zaman gözlerimi kapatıp kanatlarının esintisini hissedebilirim”
Özgür Keşaplı Didrickson
16 Nisan
Selçuk
Bugün önce bir su kaplumbağasıyla, sonraysa bir kara kaplumbağasıyla karşılaştık. İlkini insanların az olduğu bir yerde gördük. Suya ulaşmaya çalışıyordu şüphesiz. Diğerini ise bir kafede ayaklarımızın altındayken fark ettik. Yerinden ettik biraz, biraz bakıştık. Belki o otların, parkın içinde yaşıyordu kim bilir. Yanıbaşımızdaki yolu geçmeye kalkışmayacaktı belki de. Kafenin kıyısına geldiğinde yola doğru devam etmedi zaten. Konuşmaya daldıktan sonra bakındığımızdaysa göremedik. Tavşana selam ettik!
Şeftaliler yapraklandı. Yaprakları çok sevdiğim halde şeftali yaprağına ikinci kez bakmışlığım azdır. Yılgın, yorgun gelir bana. Hayatımda doğrudürüst ilk kez geçen yıl gördüm şeftali tarlalarının uçsuz bucaksız pembeliğini. O zaman farkına vardım şeftali yaprağının öyküsünün. O kadar bahar doğurursa insan, elbette yorulur.
17 Nisan
Selçuk
Sokak köpeklerinden korkarım. Bisikletliyken hele. Sokağa ilk geldiğimizde 6-7 köpek boş tarlalarda biraradaydı. Bize havladıkları olmuştu. Sanırım sonra hepsi sokaklara dağıldı, artık 1-2 köpekten fazlasını görmüyorum. Hatta sadece bir tanesini görüyorum. Beni görünce nasıl davranacağını bilemediğim için onu her gördüğümde korkardım. Yavaş yavaş alıştık birbirimize. İlişkimizi özetlemek gerekirse birbirimizle ilgilenmiyoruz. Birisi ona kötü davransa dayanamam, onu korurum ancak ne yazık ki geçen arabalara havlıyor. Demek ki yabancı bir bisikletli olsam benim de peşimden koşacak. Sokaklarda bisikletle rahatça gezinmenin şartı tek tek her köpekle tanışmak mı? Yalnızca tanıdıklar söz konusu olduğunda değil genel olarak kendi işine bakan, ilgilenilmedikçe ilgi göstermeyen köpekler var. Sokak köpeklerinin hepsi böyle olsa ne iyi olurdu.
Özgür Keşaplı Didrickson
19 Nisan
İzmir
Turist olarak gittiğimiz her yerde, kısıtlı olan zamana çok şey sığdırmaya çalışırken gözlerimiz ne çok çalışıyor. Yaşadığımız yerlerde öyle mi? Bugün Fuar’daki yunus heykeline bu düşüncelerle yaklaştım. Yunusları çok sevdiğim halde bu heykelin önünde bir tek fotoğrafım yok. Sanırım Karşıyaka’dakinde de. Fuar’daki heykelin malzemesi çok güzel gelmiyor bana ama yunusları güzel yapmışlar. Yunusların özellikle ağız kısımları sıklıkla çok çirkin resmediliyor. Neyse, heykele yaklaşınca gülümsedim. Meğer üzerinde balıklar da varmış. “Nasıl olsa hep orada” diyerek gezmeyi sürekli ertelediğimiz yerlerde kimbilir neler bekliyor bizi.
Heykele yaklaşırken yılın ilk kırlangıçkuyruğu kelebeğini de gördüm. Güve olmadığını ve hangi tür olduğunu anlamak elbette her zaman gerekli değil ve hatta, evet düş gücünü sınırlayabiliyor ancak iyi ki bilimcilerin -hele hele dirimbilimcilerin- düş gücü kısır insanlar olduğu söylenemez. Kırlangıç kuyruklarını kelebeklere takabildiklerine göre…
Fuar’da palmiye ağaçlarıyla kaplı küçük alanı seviyorum. Çevreyi görmese insan, kendisini uzak diyar ormanlarında hissedebilir. Palmiye ağaçlarının gövdesi hep filleri hatırlatır bana. Eh, bu durumda ince bacaklı, uzun boylu fillerin bacaklarının arasında dolanıyor gibi de oluyor insan.
Özgür Keşaplı Didrickson
İzmir
Kapıda beni bir çiçek karşılar oldu bugünlerde. Atlas zannediyordum, aklıma dünyayı sırtında taşıyan Atlas geliyordu ama araştırınca anladım ki zambak. Tıpta boynumuzdaki bir kemiğin adı da atlasmış. Madem bu çiçekler zambak, o zamanda aklıma Girit’teki yaklaşık 6000 yıl önce yapılmış Knossos Sarayı’nın zambaklı prensi geliyor, bir adam boyu. Tacında zambaklar var. Renklerin güzelliği insanı sarhoş ediyor. Onca zaman nasıl direnmişler, insan hayret içinde kalıyor.
Minos uygarlığından eserlerin sergilendiği müzenin önünde görevliye her şeyi görebilecek miyiz diye sormuştum o heyecanla. “Bu senelik sergilenenler sadece” dedi. Hepsini sergilemiyorlarmış. Bir daha gidip yeni şeyler keşfetmek iyi fikir aslında. Şuna bir bakın, müzede çektiğim bir fotoğraf. Alttaki açıklamada bir kadının çatıdaki iki erkek tarafından gözlendiği yazıyordu, yanlarında ise bir köpek var (alttaki fotoğraf). İki haftadır Minos peşimi bırakmıyor!
Yeşim Öndül
20 Nisan
İzmir
“Yenidünya” bir meyve ismi olarak hep çok ilginç gelir bana. Eti az, çekirdeği bol olduğu için uygun bir isim aslında. Yeni bir dünya kurmak için bol bol, büyük büyük çekirdekler…Açmış ağaçları Hatay Caddesi’nde gördüm. Çiçeklerle, ağaçlarla betonların arasında başka, belki de her bahar yenilenen bir dünya kurmuş kendilerine Hataylılar.
Yenidünya’nın diğer adı “Malta eriği” imiş. Yenidünya ismini öyle sevmişim ki bunu ilk kez bugün öğrendim.
Anneannemin bahçesinde olduğu için çocukluğumun da meyvelerindendir yenidünya. Hem yalnızca yemek olarak da değil. Teyzem çekirdeklerini suya atar, o suyla yerleri silerdi. Doğal parlatıcı.
Dostum Derya da üniversitedeyken çekirdeklerinden kolye yapmıştı bana. Ne kadar güzel, özel ve doğal bir kolyeydi. Çekirdekler zamanla biraz buruşmuş, küçültmüştü. Nefes alan kolyem…
Dostlarımla buluştuktan sonra bizi İzmir’de misafir eden Tülay ablalara geldiğimde hemen gördüm onu. Dantele benzeyen büyüleyici yaprağı… Meğer annem dostumuz Füsun ablayla yolda yürürken görmüşler onu. Füsun abla fark etmiş, annem de eğilip almış. Güzel yürekli bu iki insanın o yaprağı görmeden geçeceğini düşünemezdim zaten. Bizi sabırla, geleceğimizden emin bekleyenler arasında ne çok yaprak var kim bilir.
Özgür Keşaplı Didrickson
21 Nisan
Aydın Uşak arası biraz uzun sürdü ama bağlar bahçeler arasından kıvrılarak ve bol inişli çıkışlı yollardan geçmeleri de özlemişim. İlk kez gördüğüm kekik tarlaları da çok güzeldi. Zaman sorunu olmadığında otoban yerine ara yollar yolum olmaya devam edecek.
Perihan Keşaplı
Annem kekik tarlalarını merak edip arabayı durdurunca kendimizi yol kenarındaki badem ağaçlarının altında bulduk. Çok komikti, ben “badem” diyeceğim yere “Datça” dedim!. Annem tarlaların içine daldı ben de çağla topladım. Doğanın bize sunduğu meyve, sebzeye arada para olmadan ulaşmak gibisi yok.
Özgür Keşaplı Didrickson
…
Azizm Sanat Örgütü olarak doğadan zannedildiği kadar uzak olmadığımızı düşünerek, bu düşüncenin yarattığı umutla “Dirimbilim Günlüğü” köşesini açmaya karar verdik.
Dirimbilim Günlüğü’nün her yaştan herkesin katkısıyla oluşmasını arzuluyoruz. Günlüğümüzde yer almak için yer ve tarih bilgisiyle bize gözlem ve düşüncelerinizi aktarabilirsiniz. Notlarınıza fotoğraf, çizim, video da ekleyebilirsiniz.
Bizi birleştireceğini, yaban hayata olan sevgimizle güç birliği yapmamızı sağlayacağını umduğumuz günlüğümüze katkılarınızı bekliyoruz. Notlarınızı dirimbilimgunlugu@gmail.com adresinden yayın kurulumuza gönderebilirsiniz.