1892 Drohobych doğumlu Leh Yahudi yazar edebiyat tarihinde çok bilinmeyen kıymetli yazarlardan biri. Aynı zamanda ressam olup akademide de ders veren yazarın Nazi işgaliyle beraber bu işine son verilir ve yazar sonun başlangıcı sürecine girmiş olur. Nazilerin “Yararlı Yahudi” olarak tanımladığı, işe yarar ve donanımlı buldukları Yahudileri yanlarına alma ve özel işlerinde çalıştırma durumu ressamlığı sayesinde Bruno Schulz için de geçerli olur. Bir Nazi subayının yanında onun çocukları için çizim yapmaya başlar. Edebiyat dünyasına girişi ise edebi çevrelerle mektuplaşmaları ve burada yazılanların edebiyat çevresi tarafında iltifat görmesiyle başlar.
Yazar anlatılarında odak noktaları, var olma meseleleri açısından Kafka’yla benzerlik gösterse de dışa vurumda oldukça farklı bir üsluba sahiptir. Eserlerinde ressam olmasından kaynaklanan inanılmaz bir tasvir yeteneği ve kelimelerle resmetme söz konusu olup zaman meselesini özellikle bozan yazar bu sebeple bizi olay örgüsünden de uzak bırakır ve böylelikle yazarı okumak ağızda çok tecrübe edilmeyen bir tat bırakır.
Bruno Schulz’un Tarçın Dükkânları, Kum Saati Burcundaki Sanatoryum adlı öykü kitaplarındaki öyküleriyle, bağımsız olarak yayımlanan başka dört öyküsünü kapsamakta. Kitaba adını veren hikâyede ise şehre giren bir çocuk bunu zamansız bir biçimde yaptığı için evine gitmek yerine farklı rotalarda bulunan sokaklara sapmayı tercih eder ve bu esnada içinde bulunduğu şehri farklı algılamaya başlar. Tarçın dükkânlarına gitmeye karar veren çocuğun bu kararla beraber kendisinin ve aslında endüstrileşmeyle birlikte yok olan ticaret burjuvazisinin bitişini temsil eden tarçın dükkânlarının kayboluşunun hikâyesini sosyolojik göndermelerle anlatır.
Eserinde gerçekliği kırmak için görünür bir “hamle”ye ihtiyaç duymadan, usul usul, pürüzsüz bir gerçeküstücülükte verebilmek Schulz’u başarılı yapan en önemli unsur. Düşsel öykülerden, kayıp gerçekliklerden seyirlik dünyalar kuran Schulz’u maalesef “Yararlı Yahudi” olmak da kurtarmıyor. David Grossman’ın Newyorker’a verdiği röportajda anlatıldığı kadarıyla bir başka Nazi subayının yararlı Yahudi’sini vuran Schulz’un sahibi bu Yahudi’yi vurduktan sonra bu durumu gidip onun sahibine söylüyor. Ardından ise iki subay Schulz’u da vurmaya karar veriyorlar ve gidip bir sokağın ortasında yazarın canını alıyorlar. Dopdolu yaşanmış ve belki de yaşanacak olan hayat yazık ki böyle bir sıradanlıkla, trajik bir biçimde son buluyor.
Tuba Nur Beyret