14 mayıs 2018
Selçuk
Bugün yürürken bir karadut ağacı durdurdu beni. Kendimi ağacın altında, dut yapraklarının içinde buldum. Yer yarılacak da ağaç içine girip kaybolacakmış gibi arsızca yemeye başladım. Bir ara kendime gelince ağacın yanındaki tek odalı evi düşündüm. Ekili bir arazinin dibindeydi. Büyük olasılıkla o dut ağacını onlar dikmişti. Böyle düşünmeme rağmen kendime şaşırarak yemeye devam ettim. Sonunda alt dallardaki dutların nerdeyse tamamını yedim! Ellerim mosmor oldu, biraz da dut suyu akmaya başladı.
Biraz ilerideki çeşmeyi hatırladım. Çeşmeye gelmeden hemen önce bir başka dut ağacı daha varmış. O ağaca da saldırdım hemen! Yanında da beyaz dut ağacı varmış. Onun bir ilerisinde ise bir tane daha karadut ağacı! Bu ağaçların yanında ev falan yoktu; üzerleri ve yerler dut doluydu. Kimsenin toplamadığı belliydi. Bilseydim bir önceki ağaca öyle arsızca dalmazdım. Bir dalda siyaha, diğerinde beyaza uzanarak yiyebileceğim kadar yedim. Özellikle karadutu çok yememem gerektiğini anladığımda biraz geç olmuştu. Ona daha çok saldırmıştım. Daha az karşılaştığımız için olsa gerek. Üst dallara uzanayım derken çamura battım. Elim mosmor, ayaklarım ıslak yürümek yerine eve dönmeye karar verdim. Ellerimi yıkamak için çeşmeye yöneldiğimde hemen yakınımda, yerde, su içen bir saka gördüm. Ne zamandır görmemiştim o güzel kırmızısıyla, sarısını. Kafeslerde ne çok rastlıyoruz, ne yazık.
Eve dönerken karnımın ne kadar şişmiş olduğunu daha iyi anladım. Düşündüm de en az 20 dakika dut yemişim. Akşam geç saatlere kadar arsızca karadut yemenin cezasını çektim ama yine de mutluydum. Hem bu senenin ilk karadutlarını da ağaçtan yemiş oldum.
Ve her şey bir yana eldeki karadut lekesini çok seviyorum. Yazma uğraşının sancısını görünür kılıyor ve ne iyi ki çabuk da çıkmıyor.
Özgür Keşaplı Didrickson
15 Mayıs
Selçuk
Bugün çeşmenin yakınındaki dut ağaçlarını annemle ziyaret ettik. “Karadut” denince aklıma hemen annem gelir. Eskiden babaannemin bahçesinde bir karadut ağacı vardı. Annem tepesinden inmezdi.
Ağaçlar ve ne yazık ki yerler dut doluydu. Bu kez kendimi kötü hissetmeden, hatta dutların da onları sevenler tarafından keyifle yenmek isteyeceğini düşünerek daldım dalların arasında. Babama da götürmek için yanımıza torba almıştık. Hem yedik, hem topladık.
Geri dönerken, dün alt dallarındaki dutların hepsini yediğim ağacın yanından geçtik yine. Bu kez evin yanında birileri vardı. Elimde dut dolu poşetle yanlarından geçerken çok tedirgin oldum. “Dutlarınızın hepsini yiyen benim. İlerideki ağaçları bilseydim, hepsini bitirmezdim. Özür dilerim” diyecektim nerdeyse.
Selçuk’ta şehir merkezinde de dut ağaçları var. Acaba dikildiklerinde yanları, yöreleri boş muydu? Kimisinin altında kıraathanelerin, kafelerin brandaları; dutların hemen hepsi yerlerde… Bir kere bir küçük karganın dut alıp gittiğini gördüm ve sevindim ancak sık rastlamıyorum buna. Kimse de toplamadığı için yerler ezilmiş dut kaynıyor. Üstelik leke de yapıyorlar, hangi akla hizmet oralara dikmişler anlayamıyorum.
Bugün küçüklük anılarımda bolca yer alan, artık pek sık görmediğim güzel bir bitkinin adının “kuşyüreği” olduğunu öğrendim. Bilimsel ismi Briza maxima imiş.
Özgür Keşaplı Didrickson
Selçuk’ ta her yerde siyahı ve beyazıyla çok sayıda dut ağacı var. Kuşlar gibi biz de çok şanslıyız dalından yediğimiz için. Organik mi değil mi diye de düşünmüyoruz üstelik.
Perihan Keşaplı
16 Mayıs
Selçuk
Bugün de bizi ziyarete gelen Fatma ablayı götürdük dut ağaçlarına. O da yılın ilk dutlarını ağaçtan yemiş oldu. 3 gün arka arkaya gidip dut topladığımız ağaçların üzerinin hala meyve dolu oluşunu görünce doğanın önünde diz çökesi geliyor insanın. Zeytin, limon, erik…özellikle dalından toplayınca ne kadar bereketli olduklarına şaşıp kaldığım ağaçlar. Bu tür şaşkınlıklar -iyi ki- hiç geçmiyor.
Fatma ablayla üzerinde leyleklerin yuvaladığı tarihi su kemerlerinin benzersiz manzarasına bakarak oturduk Carpouza Kafe’de. Bugünlerde leylekleri izlemek çok zevkli. Birisi besinle yuvaya geliyor. Bunu kutlar gibi tak taklıyorlar, sonra hemen diğeri gidiyor besin avına. Çift nerdeyse hiç aynı anda durmuyor yuvada. Herhalde ancak gece ailecek bir arada oluyorlar. Besinle gelen leylek uzun süre başı eğik yavrularını besliyor. Boğazındaki besinleri kusarak. Yavruların büyüdüğü uzayan boyunlarından belli oluyor. Ebeveynlerin hummalı besin bulma savaşı da bundan; göç zamanına kadar hızla ve sağlıklı bir şekilde büyümeli yavrular.
Özgür Keşaplı Didrickson
17 Mayıs
Birkaç gün için Selçuk’tan memleketim Burhaniye’ye gittik. Yolda tanıdıklarımızın çalıştığı Bergama’nın Kapukaya köyündeki Selinos Oteli’ne uğradık. Gider gitmez kuru ot taşıyan bir eşek gördüm. Eşeğin fotoğrafını çekmeye çalışırken yanındaki adam kendisini de çekmemi istedi. “Face’e koyarsın” dedi. Köydekilerin dilinden böyle kelimeleri duyunca televizyondan sonra internetin her köşeye nasıl girdiğini daha iyi anlıyor insan. Adam köyün muhtarıymış. Adını da tuttum aklımda; Mustafa Özdemir. Fotoğrafını günlüğümüze koymak Face’e koymaktan daha anlamlı olsa gerek.
Otele girer girmez duvardaki böcek heykellerini gördüm ve çok şaşırdım. Cırcırböcekleriymiş. Hayatımda onların desenini taşıyan hiç bir şey görmedim. Üstelik burada, duvarda çok sayıda cırcırböceği heykeli vardı. Otelin sahibi Türkmüş ama Fransa’da yaşıyormuş. Öğrendiğime göre Paris’in bir banliyösünde meşhurmuş cırcırböcekleri. Biraz araştırdım ama küçük bir araştırmayla pek bir şeye ulaşamadım. Acaba özellikle o bölgede yedikleri için mi önemli cırcırböcekleri? Tam olarak bilmiyorum ancak Fransa’da gitgide daha fazla böcek yendiğini öğrendim. Artan nüfusu beslemenin yanısıra ekolojik olarak da et yerine böcekleri tercih etmemiz gereğinden sıklıkla söz edildiği bir dönemde bu vesile ile konuyla ilgili bir söyleşi paylaşmalı;
Köyün manzarası çok güzeldi ama insan düşünmeden edemiyor; böyle manzarası olan otellere ancak durumu iyi olanlar gelebilir. Ancak herhalde, herkesin gidebileceği, güzelliğini, havasını sevdiği bir köy de vardır.
Otelin balkonundan hem kır kırlangıcı, hem de kızıl kırlangıç gördük. Önümüzde, yeşilliğin üzerinde; çevremizde uçuşup durdular.
Balkondan bakarken gözüme kayısı ağacını kestirdim. Bu seneki ilk kayısımın da ağaçtan taze kopmuş olmasını istedim elbette. Ne iyi ki öyle de oldu.
Bahçedeki kümeste tavuklar ve tavus kuşları vardı. “Rahibe tavuğu” diye bir tür varmış. Hatta “Rahibe Fizan” diye anılıyorlarmış. İlginç kuşlara ilginç isimler…
Tek bir tane erkek tavus kuşu vardı. Yeri dar falan derken kuyruğunu açtı. Salladığında tüylerinin üzerindeki gözler az çok sabit kalıyormuş. Çok ilginç bir görüntüydü. Göz şeklinden korkanlar için birebir! Tavus kuşunun tüylerinin sırlarını çözmek için pek çok araştırma yapılmış. Bu konuda Türkçe kaynak ararken çok sayıda yaratılışçı siteye rastladım. Evrim açısından çok ilginç bir örnek olan tavus kuşlarının, yaratılışçıların iddialarını güçlendirmek için böyle yoğun ilgiyle karşılaştığı üzerine düşünmemişim. Demek ki Türkçe kaynakları da arttırmak gerek. Evrim Ağacı’nın bir makalesi ile, özellikle tüylerin özellikleriyle ilgili (ses de çıkarıyorlarmış!) İngilizce bir kaynağı paylaşayım;
https://evrimagaci.org/photo/tr/tavuskuslarinin-devasa-kuyruklari-sanildigi-kadar-masrafli-olmayabilir
https://cosmosmagazine.com/physics/how-peacocks-hypnotise-ladies-tail-shakes
Facebook’taki Pera Müzesi paylaşımı dikkatimi çekti. Müzede “İstanbul’da deniz sefası; Deniz hamamından plaja nostalji” isimli bir sergi varmış. Meğer Florya’nın önceki adı Fürülye imiş. Florya Sahili’nde ilk yüzenler Ruslarmış. Onların ardından Türkler de yüzmeye başlamış. Eskiden halk, tarihi çınarlar ve memba sularıyla ünlü olan Fülürye’ye, fülürye kuşunu dinlemek için gelirlermiş. Hiç duymamıştım, ne kadar güzel bir ziyaret nedeni. Üstelik çınarlar da varmış. O dönemlere, bu doğa gezilerine ait yazılı belgeler, mektuplar var mıdır acaba?
Ruslar “Fülürye” kelimesini “Florya” olarak telaffuz ederlermiş. Fülürye’nin adı bu nedenle Florya olmuş. Florya isimli bir kuş var. Kuşun adının eskiden “Fülürye” olduğunu öğrenmek çok hoşuma gitti. Çok güzel bir kelimeymiş, arada kullanmalı.
İnternette araştırırken “İstanbul Ansiklopedisi”nin sayfasında Florya adının kökeni üzerine 2 tane daha rivayet olduğunu öğrendim. Dileyenler şu bağlantıdan okuyabilirler;
http://istanbulansiklopedisi.blogspot.com.tr/2009/07/istanbulun-ilce-ve-semt-isimleri_9414.html
Özgür Keşaplı Didrickson
18 Mayıs
Burhaniye
Her yerde iğde kokusu. Dünyanın en güzel kokularından biri olunca insana mest olmak kalıyor.
Özgür Keşaplı Didrickson
İzmir
Geçen hafta Jakaranda hakkında yazı yazarken aklımda mercan ağaçları vardı. Açtılar çiçeklerini dökmeye bile başladılar. Kıpkırmızı çiçekleri ile ateş ağacı denmeyi hak ediyorlar. Arap dudağı da deniyormuş. Evirip çevirince belki benzetilebilir. Ben ilk defa İzmir’de tanıştım bu ağaçla ve dirimbilime yazdığımdan beri evin yolunu değiştirir oldum bahar ayında. Ne güzel çiçekler var görseniz. Devasa buketler! Bugün içimden hepsinin fotoğrafını çekip yayımlamak geldi ama fotoğraf, canlısı gibi olmuyor. Akşamüstü gün batımında mis gibi kokular içinde bir yürüyüş en güzeli. Bir mercan ağacı görmek isterseniz eğer, Karşıyaka Nikah Sarayı civarında bir tanesi sizi bekliyor.
Yeşim Öndül
…
Azizm Sanat Örgütü olarak doğadan zannedildiği kadar uzak olmadığımızı düşünerek, bu düşüncenin yarattığı umutla “Dirimbilim Günlüğü” köşesini açmaya karar verdik.
Dirimbilim Günlüğü’nün her yaştan herkesin katkısıyla oluşmasını arzuluyoruz. Günlüğümüzde yer almak için yer ve tarih bilgisiyle bize gözlem ve düşüncelerinizi aktarabilirsiniz. Notlarınıza fotoğraf, çizim, video da ekleyebilirsiniz.
Bizi birleştireceğini, yaban hayata olan sevgimizle güç birliği yapmamızı sağlayacağını umduğumuz günlüğümüze katkılarınızı bekliyoruz. Notlarınızı dirimbilimgunlugu@gmail.com adresinden yayın kurulumuza gönderebilirsiniz.