Gezi Parkı başkaldırısıyla tetiklenen Haziran Direnişi beş yılı geride bırakırken günümüzden bakıldığında beş yıl öncesi bugün tam olarak ne ifade ediyor, neye karşılık geliyor ve sizce gelecekte nasıl bir konuma erişecek?
Beş yıl öncesinin Haziran’ının tam da Türkiye Haziran ayında yeni bir seçime doğru giderken asıl olarak ifade ettiği şey, Türkiye toplumunun kendisine yönelik çok geniş kapsamlı, çok büyük boyutlu, çok güçlü bir toplumsal mühendislik projesine boyun eğmemiş olmasıdır. Türkiye toplumunun en az yarısı, ki bu yarının çoğunluğunu büyük şehirlerde yaşayan toplumun eğitimli kesimleri oluşturmaktadır, Türkiye’nin İslamcılık adlı çuvala doldurulmasına, Türkiye’ye İslamcılık adlı deli gömleğinin giydirilmesine itiraz etmiştir ve bu itirazın zirve noktası da Haziran direnişidir. Haziran, iktidar partisinin inşa etmek istediği rejime, kendi makbul vatandaşını, yani kendi tebaasını yaratma hedefine, özgürlüklere, laikliğe, akla, aydınlanmaya, yani bu coğrafyanın iki yüz yıllık birikimine yönelik saldırısına karşı güçlü bir “dur” deme, set çekme iradesidir.
Haziran direnişi, sokaktan çekilme anlamında sona ermişse de, boyun eğmeme anlamında bir ruh olarak Türkiye’nin üzerinde gezinmeye ve fırsat bulduğunda da ete kemiğe bürünmeye devam etmiştir. 7 Haziran seçim sonuçları, sonrasında 16 Nisan referandumu ve şimdi de 24 Haziran seçimi… Evet, belki giderek sandığa ve seçime hapsolan bir ruh ama öte yandan en ufak bir gelişmede üzerindeki ölü toprağını atabilen, teslim olmama iradesini ortaya koyabilen bir ruhtur bu. Ve inanıyorum ki, zamanı geldiğinde, esas ait olduğu yere yani sokağa dönecektir.
Gezi ve Haziran deneyimi beş yıl önce alanlarda olan muhalif odaklar açısından olumlu-olumsuz ne gibi sonuçlar doğurdu? Eleştiri ve özeleştiriyi gözeterek geleceğe yönelik sistem karşıtı fikir ve eylem inşasında bu döneme nasıl başvurulmalı, Gezi’den nasıl faydalanmalı?
Haziran direnişi, Türkiye solunun bu çaptaki bir toplumsal hadiseye nasıl hazırlıksız olduğunu gösterdi öncelikle. Kitle, sokağa solun sloganlarıyla ya da solun talepleriyle çıkmadı, tamamen kendiliğinden bir hareket vardı karşımızda. Öte yandan solcular, “flamalılar” da diyebiliriz, ideolojik-politik önderliği ele geçirip kitleyi bir program etrafında birleştiremediler belki ama şunu yaptılar: Olanca fedakârlıklarıyla, kitlenin en önünde yer aldılar, barikat kurmayı, direnmeyi, imeceyi, dayanışmayı örgütlediler, hem öğrettiler, hem öğrendiler. İsyan sokaktan çekildikten sonra da solun Haziran’dan kendisine somut olarak pek bir şey aktaramadığını gördük. Denenmedi mi, eksikleri ve hatalarıyla da olsa denendi elbette ama bugün hala Türkiye solu Gezi’yi yaratan kitleden uzak, Gezi kitlesi de benzer bir şekilde soldan uzak duruyor. Bu ikisi arasındaki açının kapanması seçim sonrası nasıl bir iktidar gelirse gelsin şart çünkü Türkiye toplumunu seçimden sonra, ekonomik kriz kaynaklı ciddi bir saldırı dalgası bekliyor. Yeni IMF programları, yeni kemer sıkma politikaları halkın önüne konulduğunda, sokak bir kez daha tek seçenek haline gelecek ve sokağa hazırlanmak, örgütlü bir toplum yaratmak bu yüzden kaçınılmaz bir görev olarak karşımızda duruyor.
“Gezi Sanatı” ve “Gezi Mizahı” gibi tanımların bir somutluğu var mı? Varsa günümüzde geçerli mi, geçerli olmalı mı? Gezi’yi romantikleştirmenin tehlikeleri ve getirileri nelerdir?
Erken mi henüz bilmiyorum ama bir “Gezi sanatı”ndan söz etmenin pek mümkün olduğunu düşünmüyorum açıkçası. Gezi’nin çekilmiş bir filmi, yazılmış bir romanı, sahnelenmiş bir oyunu var mı? Yok. Dediğim gibi belki henüz erkendir, belki Gezi henüz tarih olmadığı için böyledir ama öte yandan bu aynı zamanda bu iktidarın toplumu çürütmesinin sola yansıdığının da bir göstergesidir. Her alandaki çürüme ve çoraklaşma kaçınılmaz olarak sanata da yansımış ve bundan sol da kendisini kurtaramamıştır. Dolayısıyla, eğer bir çıkış havası yakalanmaz, bu iktidardan kurtulmaya dair umutlar yeşermezse, bu çürümeden kurtulamayız. Sanıyorum ki Gezi sanatı, ancak Türkiye solunun yeniden yükseldiği, yeniden özgüvenini kazandığı ve kitlelerle buluştuğu bir toplu durumda ortaya çıkabilecektir. “Gezi mizahı” ise Gezi’nin öncesinden başlayan ve sonrasında da devam eden, zamanın ruhuna dair bir olgu, özellikle gençler arasında, çok zekice, çok yaratıcı esprilere rastlamak, hala mümkün.
Romantizm meselesine gelince, “dozunda” bir romantizmin kimseye bir zararı olacağını düşünmüyorum. Tutkular, arzular, öfke, özleme, bunların hepsi güzel duygular ve siyasetin, hele hele devrimci bir siyasetin olmazsa olmazları. Ancak bu romantizm, geçmişe yönelik bir tür nostaljiye dönüştürülüyor ve bugün herhangi bir şey yapmamaya, elini taşın altına koymamaya gerekçe gösteriliyorsa, mümkünse bizden uzak olsun, biz de ondan uzak olalım.