Kent Kullanım Hakkı, Biz Varız! – Özge Aslan

Geçmişten günümüze yaşanan büyük ayaklanma ve direnişlerde dile getirilen talepler ve bu taleplerin dönemin koşullarına göre dönüşüp artması elde edilen kısmi kazanımlar olsa bile güncelliğini korumaya devam etmektedir. Güncelliğinin yanında dünyanın çeşitli bölgelerindeki direniş ve ayaklanmalara baktığımızda ortak taleplerin olduğunu görmek aslında sorunlarımızın bölge/mekân farkına rağmen benzer olduğunu göstermiştir. Sosyo-ekonomik ve politik bu talepler özünde kendileri ile ilgili söz sahibi olmak, yönetimde, yerelde kendi sözünü söyleyebilmek ve var olduğunu haykırmak üzere özetlenebilir. Her türlü ayrımcılık, nefret, emek sömürüsünün önlendiği, kadınların kendi bedeni ve yaşamı hakkında karar verebildiği, doğa ve ekolojik yıkımın durduğu, inanç-fikir özgürlüğünün saygı gördüğü, toplantı, örgütlenme ve yürüyüş hakkının tecritler ile cezalandırılmadığı, sansür ve baskı mekanizmalarının olmadığı bir gelecek tahayyülü karşısındaki taleplerdi. Bu sayılan noktaların dışında daha birçok konu ve isteklerin olduğunu meydanlarda elden ele dolaşan pankart ve dövizlerde, basın açıklamalarında, sloganlarda görmek mümkündü. İşte bu ortaklaşılan talepler farklı ülkelerdeki, kıtalardaki halkları birbirine yakınlaştırmakla kalmayıp heyecanla birbirlerinden bir şeyler öğrenebildikleri bir sürece evrilmiştir. Aşk Bitti adlı belgeselde kameraya röportaj veren eylemcilerin ağzından dökülen sözlerde de buna dair çıkarımlara ulaşıyoruz. 2013 yılındaki Gezi direnişindeki pratiklerden ve simgeleşen figürlerden bahseden Brezilyalı eylemciler bu ortaklaşmanın somut halini gözler önüne seriyor.

Yönetmeni Mert Kaya’nın ekonomik zorlukların üstesinden gelerek uzun yıllara yayılan 2017 yapımlı Aşk Bitti adlı belgeseli işte bize bu ortaklaşmayı, birbirinden öğrenme ve dünyanın neresinde olursa olsun gücün ve sermayenin karşısında haklı olanların, birbirinin sesini ve yüreğini duyabildiğini anlatmaktadır. Filmin açılışında izlediğimiz animasyonların seslendiricisi aynı zamanda filmin yönetmeni kendi kişisel yaşamından yola çıkarak Brezilya’ ya gidişini ve ardından orada tanık olduklarını anlatıyor. Kısa animasyondan sonra anlatımı Brezilya’daki eylemcilere (aslında Sao Paulo şehrindeki) ve onların kişisel deneyimlerine bırakıyor. Sao Paulo’daki polis ile eylemcilerin çatışmaları, gösterilerden videolar, sloganlar, afişler filmin kadrajına girdikçe tanıdık bir hikâyeyi yeniden izlermiş hissine kapılıyoruz. Bu his ile Geziye dair belleğimizdeki tüm anılar, fotoğraflar, iktidarın o günkü söylemleri, bunlara verilen mizah ve zekâ dolu cevaplar gibi daha birçok şey bir bir aklımıza gelirken aslında yönetmenin bu filmle amaçladığı noktaya seyirci olarak ulaşmış oluyoruz. Başka direniş deneyimlerine bakarak belleğimizdeki Geziye dair imgelerle bağ kurma, hatırlatma ve dünyanın neresi olursa olsun dertlerin ortaklaştığında direnişinde ortaklaşabileceğini göstermektir. Sao Paulo ile Gezi’nin bir diğer ortaklaşma süreci de bu olaylardan önce yaşanılan sosyo-politik çalkantılardır. Direniş öncesinde Gezi’yi hazırlayan gösteriler, sansür, emek sinemasının yıkılması, AVM’leşme, kentsel dönüşümler, HES’ler, hak ihlalleri gibi artan oranda yaşanan olaylar ve yönetimden hoşnutsuzluk bir sonuç olarak kendini göstermiştir. Filmde de Sao Paulo’da yaşanan direnişin öncesinde meydana gelen gösterilerden bahsedilmiş, yıllara yayılan bu iktidar kararlarından hoşnutsuz olma durumunun en sancılı sürecine gelinmiştir. Burada toplumsal ve politik olarak benzer süreçlerden bahsedilen bu nokta filmi izlerken zihnimizdeki kıyaslamalar ile filmin ilerleyişini ilgi çekici hale getirmektedir. Filmde ulaşım zammına karşı yapılan eylemlerde Brezilya da toplu taşımaya binerken araçların ortasında yer alan bir turnikeden bahsedilmiştir. Bu turnike aynı zamanda direnişin bir sembolü haline gelmiş, eşitsiz gelir paylaşımının da bir göstergesi olmuştur. Belgeselde eylemcilerin üzerinde durduğu konulardan biri olan bu turnike, şehrin çeperinden kent merkezine gelmek zorunda olan insanların, kısıtlı maddi durumlarının etkisiyle büyük bir engel haline gelmiştir. Çünkü filmde de bahsedildiği gibi turnikelerin ötesi hastanedir, fabrikadır, okuldur, pazardır, aileleridir. Kentleri, yolları, otobüsleri, evleri yani tüm dünyayı yaratan emekçilerin, ceplerindeki paraya göz koyan devlet mekanizması yüzünden zam ile daha fazla külfete katlanmak zorunda kalacaklardır. Bu durumda toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan emekçilerin, işsiz ve yoksulların kentin olanaklarından yararlanamaması trajikomik bir hal almaktadır. Filmde eylemcilerin tüm farklılıklarıyla birlikte var olabilmesinin güzelliği, yatay ve kolektif örgütlenme modeli, mizahın ve haklı olmanın gururunu anlatıcılardan genel olarak sıkça duyabiliyoruz. Film Sao Paulo direnişinin kazımla bitmesi ile sona ermektedir. Yapılan zammın geri alınmasıyla sona eren direnişi eylemciler bir kazanım olarak değerlendirirken, yönetmene aynı soru sorulduğunda o da bu durumu bir kazanım olarak görmektedir. Ancak daha sonraları hükümetin Sao Paulo’da ulaşıma daha fazla zam yaparak bu kazanımın elden gittiğini söylemeliyiz. Bunun yanında söyleşilerde yönetmenin üzerinde durduğu bir diğer noktada Sao Paulo direnişinin genel olarak Gezi ile benzerlik taşıdığı ancak içerik bakımından farklı olduğudur. Buradaki farklılıktan kasıt Brezilya’daki toplumsal muhalefet dinamikleri ile Türkiye’deki muhalefet dinamiklerinin STK ve sendika anlayışının, baskı ve örgütlülüğünün farklı olmasıdır. Brezilya’da o dönemde iktidarda olan İşçi Partisi ile STK’ lar arasındaki ilişki, büyük bir toplumsal tabana sahip Evsizler Hareketi, direnişin kıvılcımlarını örgütleyen Ücretsiz Ulaşım Hareketi gibi Türkiye’deki olağan işleyişten farklı bir konjonktür söz konusudur.

Ulaşımın kent üzerindeki etkisi ile ilgili çalışmalar yürüten ve kente ulaşma, kentin kullanım hakkına dair önemli bir örgütlenme ve bilinçlenme alanı mevcuttur. Türkiye’ye baktığımızda kent kullanım hakkına dair akademik ve yazınsal söylemlerin varlığından söz etsek de buna dair yerel örgütlenmeler sınırlı kalmaktadır. Daha çok barınma hakkı üzerinden şehrin çeperlerinde veya kentsel dönüşüm alanlarında örgütlü bir mücadele yaratmaya çalışan STK ya da partilerden bahsedilebilir. Üst-orta sınıfın bundan 50-60 yıl önce şehrin çeperlerinde yaşarken günümüzde kent merkezine doğru gelmesi, park, bahçe, boş arazi, tarihi yapıların yani kentteki kamusal alanların yerine AVM, otel ya da rezidanslar yapılması ile ranta açılmıştır. Kent merkezine yakın, kent belleğinin hâkim olduğu eski mahallelerin yavaş yavaş şantiye alanlarına döndürülerek kimliksizleştirme politikasına hızla devam edildiği bir durumla karşı karşıyayız. O mahallelerde yaşayan insanların yerlerinden edilerek kentin dışına doğru itilmesiyle “kentten taşan bölgeler” (Artuç, 2016) yaratılmaya devam edilmektedir. Günlük alışkanlıkları, sosyal ilişkileri, kent ile kurdukları bağ, aidiyet duyguları, mekâna ait bellekleri değişmeye başlamaktadır. Mekânla kurdukları ilişkiden doğan aidiyet sarsılması toplumsal kimliksizleşmeyi oluştururken bir yandan da boşalttıkları mahallelerdeki yıkımla mekânsal kimliksizleşme ortaya çıkmaktadır.

Yıkılan alanlar, üzerine yapılan inşaatlar, metroya AVM’ ye hastaneye kısacası her yere yakın diye pazarlanan lüks konutlar bütün o geçmişin izlerini silip yerine donuk, ruhsuz, kimliksiz duvarlar örmüştür. Şehrin dışına taşan işçiler, yoksullar, işsizler eğitim, park, sağlık, iş ya da sadece dolaşabilmek için metro, otobüs, vapur derken en az birkaç saatini yollarda harcayarak kent kullanıma dair adım atmaktadır. Daha önce yürüyerek ya da kısa bir sürede bunlardan yararlanabilirken (özellikle Tarlabaşı, Fikirtepe, Kadifekale gibi mekânlarda yaşayanlar için) şimdi ise vakit harcayarak bunlara erişmek zorunda kalmaktadırlar. Zaman kaybının yanında maddi bir kayıpla da perçinlenen ulaşım sorunu kişileri eve hapsederek sosyal yaşantıdan koparmaya başlamaktadır. Daha izole hale gelen birey giderek yalnızlaşıp yarattığı dünyaya yabancılaşmaktadır. Bu yaşantıda birey parası az ya da yoksa kent kullanım hakkından da mahrum kalmaktadır. Kentlerin git gide genişlediği bir dönemde ulaşım ücretleri ve kent hakkı talepleri daha can yakıcı bir hal alacaktır.

Sao Paulo’daki deneyim ve örgütlenme alanlarıyla ilgili filmde değinilen bir diğer konu dijitalleşen dünyada dijital örgütlenme ağının gerekliliğiydi. Anlatıcılardan birinin bu konu üzerine kurduğu cümleler güncel olana dair yapılması gerekene kapı aralamaktadır. Sosyal medya ya da farklı ağlar üzerinden yeni insanlara ulaşma, dayanışmayı büyütme adına atılacak adımların ciddi bir biçimde tartışılması gerekliliğidir. Dünyada direniş ve ayaklanmalarda TV ve basının görmezden gelmesine tepki olarak sosyal medya üzerinden örgütlenme ve harekete geçme modeli tartışılır hale gelmiştir. Öteki ile berikinin birbirinin acılarını, dertlerini duymaya başladığı bu alan bize beraber yaşamın kapılarını açma gücü verecektir. Aynı zamanda demokratik ve katılımcı bir yönetim-halk ilişkisi oluşturma adına kullanılabilecek bir yöntemdir. Filmden tüm bu meselelere dair eleştiriye ve özeleştiriye açık deneyimlerin yeniden konuşulması, tartışılması gerektiği sonucunu çıkarabiliriz. Kendi öz gücüyle deneyimleri yeniden şekillendirerek daha sağlam adımlarla köklü çözümler üretilebilecektir.   Devletin ya da kişilerin inisiyatifine, çıkaracakları bir kanuna ya da ağızlarından çıkacak bir söze bel bağlamadan hareket etmenin gerekliliği mevcut kazanımların teker teker elden gitmesi ile ortadadır. Filmin yönetmenin ilk denemesi olmasına karşın anlatmak ya da göstermek istediği şeyi başardığını söyleyebiliriz. Kullanılan görüntüler ile yapılan röportajlar dengeli ve akıcı bir biçimde kurgulanarak takibi keyifli bir film haline gelmiştir.

“Aşk bitti, burası artık Türkiye olacak!” Sao Paulo sokaklarında yankılanan sloganlardan biriydi. Filmin adı da bu slogandan yola çıkarak belirlenmiş. Bu slogan halkların, dertlerin, taleplerin, ortaklaştığını ifade eder niteliktedir. Neo-liberal politikalara karşı yükseltilen her itiraz sadece bizim sokaklarımızda değil, dünyanın tüm sokaklarında yankılanmaktadır.

Kaynakça

Artuç, D. (2016, Ocak). Kentsel Dönüşümün Sosyal ve Mekânsal Etkileri: Fikirtepe Dönüşüm Alanı. s. 103.

Görsel: Seda Mit

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi126

Bunu paylaş: