Yalnız bir birey düşünün… Ama bu yalnızlığı toplumdan dışlanan bireylerin yalnızlığıyla bir tutmayın. Toplum içinde sevilen bir insan olsanız da yaşadığınız olaylar kimi zaman sizi ruhsal ve bedensel olarak yalnız bir insana dönüştürebilir. “Kendi portrelerimi yapıyorum, çünkü çoğu zaman yalnızım ve en iyi bildiğim insan da benim.” Sanat dünyasının en özgün ve en özel kişilerinden biri olan ressam Frida Kahlo’ya ait olan bu söz yukarıda anlatmaya çalıştığımız yalnızlığa örneklem sunar nitelikte.
Her ne kadar dünya çapında bilinen bir sanatçıda olsanız hayat size tevazu göstermeyebiliyor. Şöyle ki “6 yaşında çocuk felci, 15 yaşında bir tramvay kazası geçirmiş, bir bacağı aksayan ve bel kemiğinde kalıcı hasar oluşan tüm bunlara rağmen aşkını sonuna kadar yaşamış, dünyanın en saygın ressamlarından biri olmayı başarmış”. Yaşadığı her zorlukla başa çıkan hem ruhsal hem de bedensel olarak Anka kuşu misali küllerinden yeniden doğmayı başaran Kahlo, yaşantısıyla adeta insanlara ışık tutup ders vermiştir. Frida’nın 47 yıllık yaşamına baktığımızda yaşantısına politika, sürgün, şehvet, acı ve çarpıcı bir sanatsal üretim sığdırdığını görüyoruz. Her sanatçı gibi yaşadığı dönemde kıymeti bilinmeyen Meksikalı ressam, 21. yüzyıla gelindiğinde sanatçı kimliğini göz ardı edip özel hayatının sömürülmesi sonucu popüler kültür ikonu haline getirilmiştir. Özellikle geçtiğimiz aylarda oyuncak sektöründe “ilham veren kadınlar” serisinde Frida Kahlo’nun Barbie bebeğinin üretilmesi ve hâlihazırda güzellik algısına direnen Frida’nın “Frida bunu bir bilseydi” sloganıyla piyasaya sunulan epilasyon aletinin tanıtıldığı reklamı örnek olarak gösterebiliriz. 2017 senesinde Iphone’un Frida’ya ait emojiler koymasıyla birlikte Frida Kahlo patlaması yaşansa da Frida’nın asıl markalaşması “ABD’nin kimlik politikasının yükseldiği zamanlarda başladı. Kahlo 1954’te öldükten sonra, ataerkil baskıya direnişin simgesine, feminist bir ikona, ve queer camiasında kült bir figüre dönüştü. Giyim tarzı ve savunduğu politikalarla Kahlo, Orta Amerika’nın marjinalleştirilmiş yerli halklarıyla saf tutuyordu. 1980’ler ve 1990’larda Kahlo’nun popüler imgelemde öne çıkan bir figür haline gelmesi, kimlik politikasının yükselişiyle de ilişkiliydi.”
Frida’yı popüler kültürün bir parçası haline getirmeye çalışanların dışında asıl olması gerekeni yaparak onun sanatçı kimliğini ön plana çıkartmaya çalışan kişiler de vardır. Hayata karşı sergilemiş olduğu duruşu ve eserlerini gelecek nesillere aktarmak amacıyla seminerler, sergiler düzenlenip yazılar yazılıyor olsa da yedinci sanatın sunmuş olduğu görsel şölene baktığımızda diğer etkinliklerin önüne geçtiğini belirtebiliriz. Bu duruma örnek olarak Accros The Universe filmiyle adını duyuran Julie Taymor’un Frida Kahlo’yu anlattığı filmi 2002 yapımı Frida’yı örnek olarak gösterebiliriz.
Yönetmen Taymor’un gözünden izlediğimiz Kahlo’nun hikâyesi etkileyici müzikleri ve zaman zaman izleyicisine sunduğu çizimlerle filmi biyografik türün durağanlığından çıkartarak masalımsı bir havaya dönüştürmüştür. Böylelikle 123 dakika boyunca izleyicisine bir kitap okutma başarısı gösteren film izleyenleri içine çekerek Frida’nın hayatına ortak olmalarını sağlamıştır.
Bir muhabirin filmle ilgili sorusu üzerine yönetmen Taylor’un “Frida Kahlo hakkında bir şeyler bilip bilmediğiniz umurumda değil; hatta hiçbir şey bilmeyenler, filmi izlerken harika vakit geçiriyorlar, çünkü film o derece eksantrik, sıra dışı bir kadını anlatıyor ki. Ancak olay izleyicinin sinema salonuna girdiğinde Kahlo hakkında bir şeyler biliyor olup olmaması değil, ayrılırken konu hakkında bir şeyler biliyor olup olmadığıdır.” şeklindeki cevabı yukarıda belirttiğimiz Frida’yı gelecek nesillere aktarma konusunu destekler niteliktedir.
Film, 1922 yılında hayatını değiştirecek kazayı yapmadan hemen önce ve henüz büyük bir aşk yaşayacağını bilmediği Diego Rivera ile ilk diyaloğunu kurmasıyla başlıyor. Yönetmenin asıl odaklandığı nokta Frida ve Diego’nun aşkı oluyor. Yönetmen her ne kadar bu tutkulu aşkın üzerinde durmuş olsa da her iki sanatçının da asıl gösterilmesi gereken sanatçı kimliklerinin ön plana çıktığını film boyunca izlemekteyiz. Sokak sanatçısı olan Diego’nun sanatına büyük bir hayranlık duyduğunu gördüğümüz Frida için Diego ilk başta bir hayal kırıklığı olsa da kazadan sonraki karşılaşmalarında ikisi içinde her şeyin değişmiş olduğunu görüyoruz. Taymor’un filminde vermiş olduğu Frida’nın “Annem hakkında yanılıyor. Senin bir fil olduğunu söyledi ama değilsin. Filler güçlüdür, cesurdur ve eşlerini korurlar. Sen bir kurbağasın” ve “İki büyük kaza geçirdim Diego. Tramvay ve sen. En kötüsü sendin!” sözleri tutkulu olduğu kadar yıkıcı olan bir aşkın özeti niteliğindedir.
Birçok eleştirmen, Frida’nın hayatından yola çıkarak, filmin kırılma noktasını kaza sahnesi olarak değerlendiriyor olsa da bizce hikâyenin kırılma noktasını kazadan sonra ailesinin resim yapabilmesi için Frida’ya hediye ettiği boya kalemleri ve tuval oluşturuyor. Böylelikle ailesinin vermiş olduğu hediye gerçeküstü tablolarına zemin hazırlamış oluyor. Alçıları çıkıp iyileştikten sonra kırmızı gömleği, siyah eteği ve yakasına taktığı kızıl yıldızı ile tablolarını göstermek için Diego’nun yanına giden Frida’nın Komünist Parti üyesi olduğunu anlıyoruz. Devamında Diego ile gittikleri partide Frida’nın sosyalizme karşı bakış açısını belli belirsiz işitiyor olsak da yönetmenin bu sahne üzerinde durmayarak Frida’nın biseksüel kimliğini ön plana çıkartmaya çalışması bir anlamda zorlama bir sahnenin oluşmasına neden oluyor.
Filmin geneline baktığımızda normalde aktif bir Komünist Parti üyesi olan, Troçkist hareketine katılan, gerek Diego ile politik konuşmalar yapan gerekse katıldığı partilerde yapılan siyasal konuşmalara katılan Frida’nın politik görüşünün üzerinde durulmaması filmde büyük bir boşluk yaratmıştır. Yönetmen Taymor, Frida’nın siyasi görüşüne alenen yer vermemiş olsa da politik durumu Diego’nun etrafında izleyicilere vermeye çalışmıştır. Frida’nın evinde gerçekleşen yemekte gerçeküstücü şair André Breton’un, sürgündeki Bolşevik lider Troçki ve Diego’nun kültür sanat konuşuyorken Lenin‘e ölçülü Stalin’e ise gayet ölçüsüz bir gönderme yapmışlardır. Troçki suikastının üzerine Frida’nın şüpheli olarak kabul edilmesi ve Troçkist hareketi kısa bir sahne olarak izleyiciye gösterilmiştir. Troçkist hareketinden daha çok Troçki ile aralarında geçen küçük kaçamakların izleyiciye gösteriliyor oluşu filmin popülizm dalgasına kapılmasına neden oluyor.
Amerikalı yönetmen Julie Taymor’un politik sahneler üzerinde durmayışını Hollywood’un izleyiciler üzerinde kalıplaştırmış olduğu sinema diline bağlıyor olsak da kimi başlıklarda filmin havada kaldığını görüyoruz. Bu duruma Diego’nun ABD’de Rockefeller Merkezi’nin duvarına çizdiği Vladimir Lenin portresinin değiştirilmesinin istenmesi ve onun bu durumu kabul etmeyince Rockefeller ile aralarında doğan mücadele karşısında Diego ve Frida’nın sahnelerinde politik anlamda bir kopukluk yaşanmasını örnek olarak gösterebiliriz.
Yalnızlığı resmeden kadın Frida’nın sınırsız olan hayal gücüne tanıklık ediyoruz. Film süresince yönetmenin izleyici üzerinde Frida hayranlığı oluşturmaya çalışması hâlihazırda olan popülizme bilerek ya da bilmeyerek destek sağlamıştır. Hemen hemen her sahnede yaşadığı her türlü olaya karşı tablolar çizebildiğini gördüğümüz Frida Kahlo’nun sanatçı kimliği film süresince ön plana çıkartılmıştır. Filmin hiç şüphesiz en etkileyici sahnesini oluşturan son sahne Frida’nın sanatçı kimliğinin izleyici üzerinde pekiştirilmesine neden olmuştur. Böylelikle Frida hakkında hiçbir şey bilmeyen biri için bile yararlı bir film olduğunu belirtsek te popüler kültüre sağladığı destek ile de filmin ortada kaldığını söyleyebiliriz.
Hayden Herrera’nın 25 dile çevrilen Kahlo’nun hayat hikâyesini anlattığı kitabından uyarlanan film 6 dalda Akademi Ödülü’ne aday olmuş ve en iyi makyaj saç tasarımı, en iyi film müziği alanında Oscar ödülünü kazanmıştır. Ayrıca, Altın Küre, BAFTA, Satellite ve Golden Camera gibi ödül törenlerinde Frida filmi ödüllerin sahibi olmuştur.
Başrol oyuncuları Salma Hayek ve Alfred Molina başta olmak üzere filme destek sağlayan yardımcı oyuncularında gayet başarılı bir oyunculuk sergilediğini görmekteyiz. Her ne kadar filmde oyunculuklar göz dolduruyor olsa da kamera arkasındaki emekçilerin başarısı kimi sahnelerde oyunculardan rol çalmıştır. Mekânın doğru kullanılması, sanat yönetimi, saç-makyaj tasarımı ve kostüm tasarımının güçlü oluşu izleyicilerin filme odaklanmalarındaki en büyük etken oluşturmuş ve döneminin öne çıkan yapıtlarından olmasını sağlayarak filmi unutulmazlar arasına sokmuştur.
Kaynakça
Tess Thackara (Çev. Derya Yılmaz) – “Frida Kahlo’nun Markalaştırılması” – E-Skop
http://www.e-skop.com/skopbulten/frida-kahlonun-markalastirilmasi/3641