Tek mekâna psikolojik uzamlar getiren ilk filmi Gişe Memuru ile büyük umut vaat eden, ardından yönettiği ve yine tek mekânda geçerken bu kez mekân algısı aşmayı başarıp evrensel bir sinematografiye erişerek vaat ettiği umudun da ötesine Sarmaşık’la varan Tolga Karaçelik’in üçüncü filmi Kelebekler’i gecikmeyle de olsa izleme şansına eriştik. Önce, olup olmayacak işlerin yüklü meblağlar alabildiği Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan destek alamamasıyla, ardındansa dünyanın en önemli bağımsız sinema festivali olan Sundance Film Festivali’nde En İyi Drama Filmi Ödülü ile sinema tarihimizde bir ilke imza atarak adını duyuran film hakkında bunca ay sonra yazmanın güncel bir karşılığı yok. Fakat Kelebekler ayrıksı, yenilikçi yapısı ve de en önemlisi sinema disiplinin sınırlarında kalma gayretiyle üst okumalara imkân tanımak yerine sanat eserini izleyici alımlamaları noktasında mutlak hâkim kılarak fark yaratıyor. Şöyle ki film, kendisine getirilebilecek olası sosyolojik, psikolojik, ideolojik, kültürel okumalarla dalga geçercesine bir seyir izliyor başından sonuna dek. Bunda yönetmenin önceki filmi Sarmaşık’ta başına gelen, filmin küresel anlatısını “şu CHP’li, şu AKP’li, şu MHP’li, şu zaten Kürt” seviyesiyle güncel politikaya hapsetmeye yönelik sonu gelmeyen ezberci yazıların payı olabilir.
Kelebekler, otuz yıl boyunca haber almadıkları, koptukları babaları tarafından köye çağrılan, üç uyumsuz kardeşin yol filmi olarak göze çarpıyor. Babalarıyla süregelen iletişimsizliğin benzerini birbirlerine layık gördükleri için birbirlerine aynı anda hem tanıdık hem de yabancı olan üç kardeşin öyküsü, yönetmenin de kimi söyleşilerinde dile getirdiği üzere zaman zaman güldürü zaman zamansa dram olarak işliyor. Almanya’da yaşayan ve kuşağının uçuk hayali astronot olmayı başarmasına karşın Merkel hükümetinin ödenek ayırmaması sonucu uzaya bir kez olsun çıkamamış Cemal, içine sinmeyen popülist bir mahalle dizisi ile üne kavuşan, devamındaysa seslendirme işleriyle haşır neşir olup ortalama bir bohem hayatı süren Kenan ve mesleğine dair bir fikirden ziyade hapsedildiği boğucu, tüketici evliliğinden kurtulma savaşımına tanık olunan Suzan karakterleri Kelebekler’in absürt ve hatta saçma dokusunun devinenleri konumundalar. Kentten taşraya uzanan zoraki yolculukları sonunda babalarının öldüğünü öğrenen ve filmin başında annelerinin sesinden dinlediğimiz kelebekler öyküsüne ithafen bir vasiyet bırakan babanın çağrısı neticesinde imam ve muhtarın başı çektiği köy ahalisiyle, birbirleriyle, kendileriyle etkileşime giren üç kardeş, bir alt tür olan yol filmlerinin olmazsa olmaz kodunu karşılayacak şekilde, yolun sonunda değişime uğrarlar. Ancak bu değişim, klasik anlatının talep edeceği veya izleyicinin bekleyeceği yönde büyük bir aydınlanma ve başkalaşımı beraberinde getirmez. Bu açıdan film, adını aldığı kelebeklerin, tırtıl-koza ve kısa yaşam döngülerinde yaşadıkları dönüşümleri içermez.
Tolga Karaçelik bunun sağlamasını, belki dünya izleyicisinin değil fakat ülkemiz izleyicisinin alışageldiği kimi klişe motif, eylem, durum ve söylemleri, en hafif tabirle alaya alarak yapıyor. Kelebekler ne bir taşra öykünmesine imkân tanıyor ne de aile kurumunu yüceltiyor. Aksine taşrayı yer yer gerçeküstüne de kayan bir mizahın sahnesi halinde tutuyor. Taşlamaktan bıkılmayan kent kaosunun küçük sürümü taşrada sürüyor. Aile ise filme adını veren öykünün sahibi anne ve olay örgüsünü tetikleyen babanın ölüm çağrısına rağmen kadim bir yuva izlenimi vermiyor. Annenin intiharı, babanın kendi çocuklarını reddetmesi gibi başka yönetmenlerin elinde ağır ve belki ağdalı bir seyir izleyebilecek yaşanmışlıklara karşın Kelebekler üç karakterin üzerinden getirdiği yüzleşmeyle görece hafif bir duygu durumu inşa ediyor. Karakterlerin aile olamama, anne-baba eksikliği çekme noktalarında yaşadıkları bocalamalar, filmin dramatik zirvesi olarak yorumlanabilecek mezarlık sahnesinde, babanın gömülmesi esnasında tam da vasiyetine uygun olarak binlerce kelebek ölüsünün yağmaya başlaması, izleyicide filmin olağanca gayri ciddiliğine rağmen en nihayetinde izlenimini verdiği lirik masalsılığa varacağını düşündürürken akabinde gelen kör çobanlı final, tüm beklentiyi müthiş bir mizahla adeta kursakta bırakıyor.
Cemal’in başını çektiği Alman astronotların mücadelesi, patlayan tavuklar, başlı başına gazino sahnesi, nereden geldiği belirsiz Jimmy Floyd Hasselbaink esprisi ve daha pek çok yaratıcı güldürü unsuruna sahip Kelebekler, muhalefet meraklılarını da paskalya yumurtası misali yerleştirilmiş Gezi Direnişi’ne yönelik gaz maskesi ve kendi varlığını/yokluğunu, tanrıyı, dini, kitabı, uzayı, kara delikleri sorgulayan, kuşkucu ve eleştirel imamıyla hoş tutmayı başarıyor. Öyle ki Kelebekler’in imamı, yakın dönemde beyazperdeye taşınan ve kitlelerce övgüye boğulan başka imamların sahnelerini daha da yaşlı ve klişe kılıyor. Her ne kadar filmin yapım öncesi süreci birkaç yıl öncesine varsa da günümüzde ülke sineması ve dizi pazarının geldiği noktaya dair kimi kişisel tepkilerin hissedildiği Kelebekler, taşra-mahalle güzellemeleriyle öngörülebilir olay örgülerine ev sahipliği yapan kurmacaların çıkışsız döngüsüne çıkış yolunu gösteriyor. Tolga Tekin’den Serkan Keskin’e, Bartu Küçükçağlayan’dan Hakan Karsak’a, Tuğçe Altuğ’dan Ezgi Mola’ya uzanan kalabalık ve güçlü oyuncu kadrosunun yer yer tekrara düşmelerine ve kimi durağan anlarda yüksek anlardaki sahneleme becerilerine nazaran bocalamalarına karşın, amatör oyuncuları da dâhil olmak üzere başarılı bir oyuncu yönetimi ortaya koyan Karaçelik, ilk filminin ana karakteri gişe memuruna da bir sahne sağlayarak kendi sinemasal evrenine yaptığı göndermeyle gülümsetmeyi başarıyor.
Dışarıdan bakıldığında önceki filmlerine nazaran daha az yorucu ve bir hayli süratli bir çekim süreciyle kendisi için pekâlâ küçük bir adım attığı söylenebilecek Tolga Karaçelik, öte yanda içerik ve biçim açısından ister klasik anlatı ister çağdaş anlatı olsun adeta bir yeniden çevrimler diyarına dönüşen ülke sinemamıza zeki, genç ve olumlu anlamda hafif bir yapıt kazandırarak büyük bir adıma imza atıyor. İlk üç filmiyle de göz dolduran ve şimdiden sinema tarihimizin parlak sayfalarında yerini almayı başaran yönetmen, ağdalı anlatımlı klişelere övgünün nüksettiği günümüzde daha fazla ilgiyi ve desteği hak ediyor.