16.
Işığın eserisin fotonlar çiziyor şeklini. Kerli ferli durduğuna aldanma. Karanlıkta var mısın önce onu söyle.
17.
Şimdi ışığa atla, bak gör nasıl uzaklara ne hızla gideceksin. Burada işin yok senin. Yaktığın ateşin dumanı peri bacalarından tütüyor. Öyle eğretisin işte. Tabağına döktüğün tuzun hülyasına dalıyorsun günler sürüyor çıkamıyorsun o hülyadan. Sonra sanıyorsun yıldız kapıları sana ardına kadar açık istediğin zaman girip çıkabileceksin hatta orada sıkılırsan kapıyı çarpıp çıkacaksın. Toplu yanılgılarımızı anlıma dövme dövdürdüm kafanı kaldırıp okumadın. Şeşicar Beylere yazdığın vasiyet niyetine veda mektubunu buldum dün. İtirafından şehir sallandı. Tek cümle ömrüne bedel; “dünyalar bana sığdı ben dünyalara sığmıyorum”…
18.
Bu sana son mektubumdur;
Karahindiba üfürükçüsüne okuttum kendimi. Nazarın değmiş ondan kendimden geçmişim. Burada kaçacak yer yok senden bari arafta öte dur. Sen daha doğumunda kalmışsın haberin yok. Emerek başladık yaşamaya bu tarafta işte sen tam da oradasın, hala emiyorsun etrafına ne gelirse. Sağıp bitirip bir kenara atıp yenisini arıyorsun. İşte ben de onlardan biri oldum şimdi ve yaşamaya nereden başlayacağımı hiç bilemiyorum. Yazık ki sen de ben de hala aynı deli deli yanan yıldıza muhtacız. Ortaklığımız da hesabımız da daha bitmedi. Benden kaçıp yeraltı şehirlerine sığınasın olacağı günlerin özlemiyle elveda.
19.
Gün boyu ışık içip geceleri gök deryasında yüzmek budur işte; Adem ile Havva’nın günahının tanığıyım, Adem ile Havva’nın günahıyım, benim suçum nerede? Ben niye demir parmaklıkların ardındaki mahzende parmaklıklar ardında çözülmez kilitlerin arkasında saklıyım? Ben elma yemeyi istemedim, bana bıraksalar yemeyecektim o cennetten çıkmayacaktım. O günahı işlemeyecektim. Şimdi zamandan ayrıyım mekanda yapışık. Söyleyin bir cennet elbisesi eksik dikilsin. Hüzün patırtılarında iç endişelerimi yamamaktan bıktım usandım artık. İsyanım yere göğe sığmayacak birazdan. Sonra ayılıp durulanacağım. Kirim pasım döküldüğünde gümüş suyunda banyo yapıp çıkacağım parıltımdan gözler kamaşacak, dışımın renginden içimi kimse merak etmeyecek sürüp gideceğim. Ben ki devir daimin bir zerresi devir daim ne zaman biterse hesabı o zaman göreceğim. Bir süre çekip gitmiş olacağım araf durağında bekleyeceğim o kadar. İsyanın coşkusu içimi kanatıyor pansumandayım, beklemeyin, dönmeyeceğim.
Dünyanın engereğini boynuna geçirmişsin kolye sanıyorsun ya, sen eğlen dur, gez dolaş, engereği büyüt. Ben belime gökkuşağı sardım.
Kırmızı yağmur damlası, kanlı bıçaklı şehir savunması. Hiçbiri benim derdim değil ben göçüyorum kavimlerle birlikte. Şövalyelerin sandalyelerini dizeceğim masanın etrafına. Demirden ve siyah. Öyle ya zerdüşt ateşi doğurdu, ateş demiri kaynattı, şimdi dizilme sırasında hepsi. Yüzyıllar dönecek geçecek gelecek gidecek demiri eritip kalıplara dökmeye devam edeceksiniz. Hepsi bu.
22.
Meğer şehir seni doğuracakmış ondan bulutlar inmiş üstüne ameliyat örtüsü olmuş. Bilmiyordum, girdim şehre bu sabah destursuz. Seni verdiler kucağıma insan taifesinden. Şimdi ne yapacağımızı bilmiyorum kucağımda sen…
23.
Ormandan kovulan rengârenk kuşlar hainlerin kara düşlerinin kara bulutlarından geçtiler kumsala vardılar. Buldukları bütün canlılardan birer parça kopardılar, rüzgara inat ona yol vermeden yollarına devam edip yitip gittiklerini sandılar ama renklerini bıraktılar…
Sonbahar bildiğin Eylül öbür kıtada ilkbahar. Sen eylül tutturup melodramında boğulurken öbür kıtada çiçekler açıyor buradaki sarılara nispetli. Ne varsa tersiyle makbulken sen hep iyi iyi diye niye tutturur oldun ki? Katil olmasa masumu kutlayacak mıydın? Masum olmasa katile tükürecek miydin? Kış olmasa yazın sıcaklayacak mıydın? Yaz olmasa kışın ürperecek miydin? İyiliğin kıymetini kötülükle bildin. Git şimdi Ehrimen’e de Hürmüz’e de ayrı ayrı af dilen öyle gel.
Yaprağı rüzgardan kadın kalkıp şöyle bir silkelenince uçuşuyor yaprakları. Kokusunu duyan kendinden geçiyor diye kahveye yatıyor geceleri. Altını yakıyor kahvenin sıcacık uyku derinden için için geliyor sarıyor. Aşka düşecek gözlerini çoktan denize attığından aklı da rahat fikri de.
Kanı damarından inadına tersten akan adam güvenli su diye bildiği yerde boğulacak diye gemiye atıyor kendini gece gündüz. Denizde olup denizden korunabilme derdine düşenin vay haline. Dokuz ayı unutturan hafızaya hiç yere lanet!
26.
Tarlalardan çalınmış korkuluklardan kurduğum orkestranın konserine davet ediyorum bütün şehir halkını. Haydi, toplanın uydurma korkulukları yeterince alkışladınız, artık vakit gerçekle yüzleşme vaktidir.
27.
Martılar tarlaya geldi tohumları çalmaya, şahitim. Büyülenmiş gibiydim aklıma yazdım olan biteni. Denizden ümidini kesti kuşlar. Sen daha acısını nerede duyacaksın? Martılar denizi terk etti tarlalara deniz, yeni ekilen tohumlara balık muamelesi yaptı. Yani olmasa da oluyormuş görüyorsun. Deniz olmasa da balık olmasa da martılar karınlarını doyurabiliyormuş. Sen tutturdun ya “sen” “sen” “sen” diye. İşte ben olmasam da oluyor. Sen olmasan oluyor biliyorum, yıllar yılı olmadın zaten. Diş biledim durmadan işte ondan ısırdığımda canın bu kadar yanıyor etin bu kadar kanıyor.
28.
Karga ruhu olan tek kuşmuş ondan yüzyıl yaşamış duymuş muydun bunu? Sevimsiz bildiğin kara karga ermiş ondan övgü de yergi de birmiş gözünde, umursamazlığı da bundanmış. Buda Gotama Şakyamuni’nin altında aydınladığı ağacın dallarında incir yemekle meşgulmüş ataları. O sırada olan olmuş Nirvana’dan bir ruh kopmuş kargaya geçmiş. O gün bugün olmuş kargalar ruhuyla çıkmış yumurtalarından. Şimdi evimi miras yazıyorum kargalara. Benden sonra onlar gelip oturacaklar.
Ürpertinden kendine hırkalar ör şimdi lazım olacak. Bir ters bir düz yap, şişlerin birbirine sürterken çıkarttığı takırtı görüp göreceğin tek huzur parçası olacak.29.
Senin anlayacağın dil yazılmamış söylenmemiş dile gelmemiş daha. Bu yüzden anlamıyorsun derdimi anlatamıyorum derdimi. Senin anlayacağın dilin daha yeri yok burada.
Yaz diyorum dilini, öğret bana, beraber çıkaralım kelimeleri diyorum kaçıyorsun.
Ben benim anlayacağım dili yazıncaya kadar ne sözlükler devirdim. Hiçbiri derdime derman değildi. A’dan Z’ye kanırttı beni onların dili. Olmadı kendim oturdum kendi dilimi kurdum.
Şimdi senin dilini kuracağız ama birbirimizi hiç anlamayacağız, hazırsan…
30.
Gökyüzünde en yüksekten uçan kuş hanginizse o gelsin şimdi. Dualarımı yazdım ayağına bağlayacağım. Sürüdeki her bir kuş sıraya geçsin. Çocuklardan dua topladım onları da yazıp yazıp asacağım ayaklarına. En yükseklere uçup uçup götürsünler bakalım dualarımı.
Ömrümü altında uyuyarak geçirdiğim ağacın meyvesinin olgunlaşmasını bekliyorum öyle gideceğim buradan. Hayatı anlamlı kılan ölümmüş! Ne budalaca! Benim yaşamımı anlamlı kılan olmasını beklediğim meyve. Bir ömürde olgunlaşıyor ancak bu ağacın meyvesi. İyice sulansın iyice olgunlaşsın yiyip gideceğim. Şimdilik buradayım. Uykuya yatacağım kaç zaman sonra uyanacağım. Meyveyi koparacağım tadına varacağım. Ve elveda. Mezarımı ağacın gölgesine kazın. Benim ağacım bu. Daha başka meyve vermeyecek. Biz beraber kuruyup gideceğiz.
31.
Sadece aynada karşılaşıyorum cismimle. Çekilince karşısından ne yapıyor bilmiyorum ben. Ara sıra kontrol etmeye gidiyorum aynaya geliyor bakıp gidiyor yine gideceği yere.
Aynada görmesem arada sırada hiç tanıyamayacağım.
Ya gelen ben değil bir başkasıysa aynaya? Yani ben beni görmeye gittiğimde bir başkası geliyorsa? Beni kandırıyorlarsa ne yapacağım? Ben cismime kavuşmuş ama cisminden bir haber mi dolaşacağım?
Erleri erenleri, dervişleri bilmişleri, ermişleri, azizleri bir araya toplayın ancak onlar bilir benim bu halimin çaresini. Onlar der aynanın öbür tarafına geçip gerçekten gelenin ben olup olmadığını.
Eğer ben isem gelen ona diyeceklerim var siz söyleyin ben söz geçiremiyorum. Ne zaman gelse benim taklidimi yapmaktan konuşamıyoruz. Ağzımı açıyorum o da açıyor delireceğim. Zaten şaşkın kalmaktan konuşamıyoruz ki.
Bir kere oyun oynadılar benimle zaten. Karşılıklı iki duvarda karşılıklı asılmış iki aynanın karşısına geçtim. Güya ben akıllıyım ya bakalım denesin hangi taraftan gelecek dedim, yolunu bir şaşırtayım şunun dedim. Bir de ne göreyim sonsuz sayıda gelmişler. Ayna aynada o ayna o aynada sonra yine ayna içinde aynada benden sonsuz. Anladım ki ben de sonsuzdum.
Söyleyin ona yüz karası güzelliğini mi mühürletmek istiyormuş da gelip gelip durayım karşısına? Aşkın ak suyuna batırılmış kolyeleri boynuna geçirip geçirip parıltısına bakmaya geliyor, istiyor ki aynısından takayım boynuma geçeyim karşısına. Süsün derdine düşmüş aptal. Sen çıplak geldin çıplak gideceksin, beyaza sarılacaksın diye kendini temizlerden sanma. Adettir diye o. Kefenlenmeden çağırılsa münker ile nekir de sorulsa ona göre griye çalan, griden siyaha kaçan kefenler giydirilse yeridir.
Sözümü sapıtıyor her defasında bakmasın öyle şaşkın şaşkın. Ne diyordum ben? Evet güzelliği yüz karası onun. Gelmiş geçecek haberi yok gibi duruyor. Geceden gündüze gündüzden geceye nasıl da koşuyor zaman farkında değil. Zamanı o tarafta küçük küçük kırpmışlar ondan çok geliyor ona saatler günler haftalar. Burada onun 360 günü bir gün sayılıyor. Yani hepi topu olmuş 37 günlük. Daha kırkı bile çıkmamış. Kaç gününün kaldığını ben bilemem ama hergün sabah akşam beni çağırmasın yeter.
Ben burada böylece iyiyim. O paralarını sayıp dursun. Biraz daha kibirlense mezarını hergün sulayacak uşak tutacak yetmez gibi eteklerine takıp gezdiği mandallar.
Şimdi gidip söyleyin ilişmesin bana, kim olduğunu cisminden bilmeye niyet edecek kadar aptala benim diyecek bir sözüm olmaz. Söylemiyorsam bilmesin diye değil hiç anlayamayacağından.
Erene ermişe dervişe azize ne gerek, bilmek istiyorsa sussun dinlesin yeter.
32.
Bebeğimi kucaklayacağım derken kendi bebekliğimi kucağıma aldım, taşıdığım, süt verdiğim, hergün sevip okşadığım her akşam uyuttuğum ben oldum kucağımda. Yeniden büyüyorum doğuramadığım bebeğim sayesinde. Daha emeklemeye yeni başladım, aynı benim yine. Merak eder gibi görünüp şaşkın şaşkın bakan ama hep içine düşen ben.
Beni yine ben yapacağım bu gidişle diye ayrılmaya karar verdim. Evlatlık vereceğim beni başkaları büyütsün ben istemiyorum. Vazgeçtim.
***
Sürecek…
*Sürgünden Mektuplar dizisinin ilk bölümü için;
http://www.azizmsanat.org/2018/10/01/surgunden-mektuplar-bilgen-seven/
Görsel: Mavi Yelkenli Kırmızı Tekne (1907) – Odilon Redon