İskandinav sineması, Kanada’nın Quebec bölgesiyle birlikte dünya sinemasının anlatı çıkmazını aşmayı ısrarla sürdüren ve hem kısa metrajda hem uzun metrajda yedinci sanatın estetik gücünden ödün vermeden ortaya koydukları sayısı yapıtla, gövde gösterisi yapmaksızın usulca, zirvede konumlanmayı sürdürüyor. Bunu yaparken Bergman’ın sade, Trier’in çarpıcı, Andersson’un saçma, Östlund’unsa gergin sinematografisinden gelen muazzam birikim büyük fark yaratıyor. Elsa Maria Jakobsdóttir yönetiminde pek çok ödülün de sahibi olan, 2017 Danimarka yapımı Atelier/Atölye, tam da bunu övgüleri kapsıyor ve karşılıyor.
Olağanca yalıtılmışlığı ve geleneksel İskandinav mimarisinin minimalizmiyle Bauhaus ekolünü çağrıştıran bir modernist estetiğin uyumunu öne çıkaran atölyevari bir yerleşkede geçen film, ana karakterin her şeyi ardında bırakıp tek başına, sessizlik ve huzur eşliğinde benliğini arama çabasının, binada kalış günlerinin çakıştığı anlaşılan deneysel bir ses sanatçısının gelişiyle sekteye uğramasını anlatıyor. Kuzey sinemasının vazgeçilmezi olan puslu ve arınık sinematografinin mavi ağırlıklı soğuk renk paletiyle tamamlandığı görüntülerle, iki zıt arayıştaki karakterin sığınmaya çalıştığı bir ütopya olabilecekken kara mizahı da barındıran bir distopyaya dönüşen Atölye’de, küçük ancak süreklilik kazanan tedirginlik, filmi gerilime çalıyor. Tek mekân tercihinin yalıtılmışlığını, gizemli bir koyunun varlığıyla tuhaf bir kuşatmaya dönüştüren Jakobsdóttir, sinemada görüntü, oyunculuk, senaryo kadar mekânın ve sağladığı mimarinin de ne denli baş döndürücü ve can alıcı bir etken olduğunu ustaca hatırlatıyor.