Azizm Sanat Örgütü’nün aylık yayını Azizm Sanat E-Dergi’nin, Kasım 2018 tarihli 131. sayısı, “Beat Kuşağı” özel dosyasıyla yayında. Eleştiri, görüş ve katkılarınızı bekliyoruz;
https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi131
İçindekiler
Editörden s. 4
İçimizdeki Var Olma Mücadelesi: Naked Lunch – Deniz Eren s. 8
Yönetmenin Yolu: On The Road – Rasim Levent s. 19
Beat Kuşağı’nın İsyanı: Uluma – Orçun Üzüm s. 27
Beat Kuşağı’nın Gerçeklikle Yüzleşmesi: Big Sur – Onur Keşaplı s. 36
Nefret İçerikli İçerik – Yasemin Gül s. 44
Gizli – Mehmet Rayman s. 46
Ömrün Geçişi – Batuhan Suiçmez s. 50
Sürgünden Mektuplar III – Bilgen Seven s.52
***
Editörden
Yarım asrı geride bırakan 68 Kuşağı’nı, pek çokları gibi bizler de Azizm sayfalarında, hazırladığımız dosya ve fazlasıyla yıl boyunca elimizden geldiğince hatırlamaya ve mirasını geleceğe taşımaya çalıştık. Bu bağlamda her ne kadar 68 Kuşağı tabirinin evrensel bir karşılığı olsa da bölgesel olarak büyük farklılıklar taşıdığını hatırlamakta fayda var. Nasıl ki Gezi ve Haziran Direnişi, biçim olarak büyük benzerlikler taşımasına rağmen Tahrir Meydanı, Arap Baharı ve Occupy Wall Street başkaldırılarıyla içerik olarak ayrışıyorsa, 68’in Latin Amerika’ya, Çinhindi’ne, Avrupa’ya, Amerika’ya veya ülkemize aynı şekilde sirayet ettiğini söylemek yanlış. Hatta çoğu zaman “Batı” olarak tektipleştirilen zihniyetin büyük kentleri olarak Paris’teki 68 ile Prag’taki 68’in birbirlerine zıt konumlandığını hatırlamak gerek. Hal böyle olunca Kıta Avrupası ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki 68 Kuşağı ve eylemlerinin, neden-sonuç ilişkilerinden kopartılarak, bir bütün olarak “çiçek çocuk” karikatürü halinde dünyaya sunulması tarihi bir hataya dönüşüyor. Antiemperyalizm, ulusal bağımsızlık ve Aydınlanma çağrısıyla köktenci tavır eşliğinde ortaklaşan Asya, Afrika, Latin Amerika ve Türkiye ile gündelik yaşamdaki muhafazakârlığa karşı mevzi kazanmak ile savaş karşıtlığı arasında seyreden Batı 68’inin farkı, ABD 68’ine ayrıca göz atmayı gerektiriyor. Zira Paris ve Berlin 68’lerinin radikalliğine dair dile getirilen pek çok olgu yanında ABD 68’inin hiç de gerilerinde kalmadığı görülüyor. Kapitalizmin, tüketim toplumunun ve NATO’nun kalbinde, fazlasıyla radikal bir seyir izleyen 1960’lar, sosyalistlerin, Siyahların, Yerlilerin, kadınların, eşcinsellerin ve hepsini kapsayacak şekilde gençlerin başkaldırısına sahne olurken, devrimden ziyade reform bağlamında pek çok kazanımın elde edildiği, küresel hegemonyaya kendi topraklarında korku dolu günler yaşatıldığı bir dönem. Farklı disiplinlerden pek çok kült sanatçının da desteklediği veyahut bizzat içinde yer aldığı başkaldırılarda ABD muhafazakârlığının hem ekonomik hem kültürel anlamda onarılamaz yaralar aldığı da keza aynı şekilde görmezden gelinebiliyor.
Kapitalizmin 1929’da yaşadığı büyük ekonomik kriz ile 2. Dünya Savaşı yıllarının yarattığı çok yönlü yıkım, ABD’nin içe dönük hegemonyasını kâğıttan kaplan haline getirirken dönemin genç entelektüelleri, New York’ta filizlenen ve ülkeyi Atlantik’ten Pasifik’e süratle kat eden, toy ancak olgun bir tavırla, uçlarda gezinen radikal söylemlerini usulca dile getiren, yeni bir düşünce yapısını ortaya koydular. Sonrasında Hippileri, çiçek çocukları, 68 Kuşağını ve takip eden kuşakların tamamını az ya da çok etkilemeyi başaran Beat Kuşağı, tutuculuğa, basmakalıp yargılara, sistemin bireyi tüketirken tektipleştiren değerlerine başkaldırırken, varoluşçuluk ve zen ile felsefi temellerini örmekteydi. Yer yer hiçliğe kaymasına rağmen, yeraltında devinen sesleri yeryüzüne taşıyarak başka bir gerçeklik sürümünü ortaya koyarak kalıcı bir etki bırakan Beat Kuşağı’nın en ilgi çekici özelliği ise burada kaleme aldığımız büyük söylevlerin hiçbirini planlamadıkları gibi amaçlamamış oldukları gerçeğidir. Doğaçlamanın belirlediği yazı dili ile yol/yolculuk motiflerinin tetiklediği değişken/dönüşümcü ruh halinin biçimlendirmesiyle soyut hudutlarına kavuşan Beat Kuşağı ya da Beatnickler, ABD ile Hindistan’ı, Fas ile Avrupa’yı, o dönem için özgün bir varoluşçuluk başkaldırısının zindeliğinde paydaş hale getiriyordu. Ancak ilerleyen yıllarda ve özellikle 1990 sonrasının tek kutuplu serbest piyasa ekonomisinin zafer ilanıyla birlikte pek çok alt kültürün başına geldiği gibi Beat Kuşağı da dışsal, yapay bir sömürünün hedefi halini aldı. Akımın tetiklediği ve doğumunu izlediği pek çok kazanım ve ruhsal dışavurum yerini popülist, salt hazcı ve seks-uyuşturucu-içki üçlemesinden öte bir değer sunamayan bir atığa bıraktı. Kaba tabirle işin cılkının çıkmasında Beat Kuşağı’nın temelinde yatan söylem ve eylemlerin ne denli payı var tartışılır zira söz konusu atıklar dönemin tutuculuğuna karşı mızrak görevi görüyor ve surda gedikler açıyordu ancak Beat’in bütünlüklü ve gaye sahibi bir akım/hareket olmamasından doğan kimi çürüme emareleri yüzünden kuşağı suçlamak ne kadar yanlışsa Beat’i masumane bir kılıfa sokmak da bir o kadar yanlış.
Azizm Sanat E-Dergi’nin 131. sayısında Beat Kuşağı’na eğilirken söz konusu tartışmada son sözü söylemek gibi bir iddia taşımıyoruz. Yine de okurlarımızın fikir ve olası çıkarım sağlayabilmeleri konusunda elimizden geldiğince eleştirel bir dosya hazırlamaya çalıştık. 68 Kuşağı’nın 50. yılını kutlarken, 68’de izleri yadsınamayacak öncü Beat Kuşağı’na odaklandığımız dosyamızın daha çok akımın özünü oluşturan kitapların sinema uyarlamaları ve arınık olmaktan uzak günümüz yer üstünü kirletmekten ziyade çeşitlendiren yeraltı çıkışlı edebi pasajlar ile şiirlerden oluştuğunu fark ettik. Azizm’den köşeleriyle ay boyunca özellikle müzikal açıdan zenginleştirmeyi ümit ettiğimiz Beat Kuşağı dosyamızı tecrübe ederken, dergimizin sayfalarında akımın özünü oluşturan kalemlerin yapıtlarına yönelik sinemasal bir yolculuk yapma imkânı yer alıyor. Beat’in üç büyüklerinden William Burroughs imzalı uçuk kaçık Naked Lunch’un kült yönetmen David Cronenberg tarafından hakkıyla sinemaya uyarlanması saçmanın estetiğini sahnelerken Allen Ginsberg’in manifesto ve fazlasını içeren, serbest çağrışımlı modern destanı Uluma’nın belgesel, deneysel, canlandırma üçgenini tamamlayan Rob Epstein ve Jeffrey Friedman imzalı uyarlaması ayaklarımızı yerden keserken yere basmamızı da sağlıyor. Ve elbette Beatnicklerin Kralı olarak da nitelendirilen Jack Kerouac‘tan, şimdilerde küresel bir fenomene dönüşen yolculuk eylemini tetikleyen biricik roman Yolda’nın Walter Salles imzalı uyarlaması ile yine Kerouac’ın kaleme aldığı ancak Yolda’nın temsil ettiği pek çok yüksek duygu durumunun tersine tekabül eden Big Sur’un, öz yaşam öyküsel dokusunu koruyan Michael Polish yönetimindeki uyarlaması kuşağa farklı açılardan yaklaşmamızı sağlıyor.
68’in renkli yelpazesini çürümeden korumak adına,
Sanatla kalın dostlar.
Azizm’in Notu: UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girişinin 20. yılı vesilesiyle 2018 boyunca pek çok kültürel ve sanatsal etkinlikle onurlandırılan “Troya”nın dosya konusu olarak işleneceği, Aralık 2018 tarihli Azizm Sanat E-Dergi’nin 132. sayısı için, dosya konusu başta olmak üzere dilediğiniz konuda makale, öykü, şiir, deneme, eleştiri, karikatür, video, resim ve fotoğrafı 3 Aralık tarihine kadar azizm.sanat@gmail.com adresinden yayın kurulumuza iletebilirsiniz.
Görse: Sonsuz Otoban III (2016) – Bob Dylan