Dirimbilim Günlüğü: Demeter, Kumdelen, Koyunpıtrağı, Queen

29 Ekim 2018

Burhaniye

Sonbaharla birlikte her yerde çıt çıt çıtlamaya başladı kızılgerdanlar. Deniz kıyısında otururken yosunlar üzerine kondu birisi. Onların varlığından ilk kez ODTÜ’de okurken haberdar olduğum için olsa gerek, deniz kıyısı karşılaşmaları özel geliyor.

Özgür Keşaplı Didrickson

30 Ekim

Burhaniye

Jno 6 aylık aradan sonra ağaç işleri yaptığı atölyesine dönünce güzel bir temizliğe girişti. Onu ziyaret ettiğimde ateş çalışmaları için etraftaki tuğlalarla bir köşe yapmaya çalışıyordu. Tuğlalardan birini alınca ayaklarımın dibine bir Türk keleri (geko) kaçıştı. Meğer Jno saymış, bu geko yerinden ettiği 24. gekoymuş! Her yerden örümcek çıktığını söylemeye bile gerek yok. Atölyeyi terk etmeye gör!

Annem bu sabahki yürüyüşünde ak balıkçıl görmüş. Sonbaharda gri ve küçük ak balıkçıl görürüz hep sığ sularda. Bu mevsimde kumsala yayılan balıkçılar da onların geleceğini bilenlerden olmalı.

Annem kayıkların bulunduğu yerdeki çöpleri çekmiş. Geçimini denizden sağlayan insanların bu kadar saygısız olması ne kadar acı bir şey. Kediler ne düşünüyor acaba?

Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Tersi pek mümkün olmuyor, annem yakınından geçtiği saat çiçeğine ilgisiz kalamamış, dokunmuş, fotoğrafını çekmiş. Bahçesinde harikalar yaratan anneannem sayesinde hayatımıza girmişti “çarkıfelek” olarak da adlandırılan saat çiçeği. Siyah camlar ya da ahşap perdeler yerine saat çiçeği sarmaşığından bir perdesi vardı balkonumuzun. Sıra sıra çiçeklerine bakarken bazen fazla ilginç oldukları için tepkisizlik tepkisini doğururlardı sanırım.

Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Saat çiçeğinin vatanı Güney Amerika imiş. Passiflora cinsine ait 550 kadar tür varmış. Wikimedia’da hepsi çok renkli, çok ilginç olan türlerin fotoğrafları arasında gezi yapmak çok keyifliydi;

https://commons.wikimedia.org/wiki/Passiflora#/media/File:Passiflora_alata1MTFL.jpg

Türkiye’de görülen türünün bilimsel ismi Passiflora caerulea. Taç yapraklarının mavi oluşu nedeniyle “mavi taçlı” olarak da adlandırılmış. Japonlar 12 taç yaprağı ve genel olarak saat çarkları nedeniyle bizim gibi “saat çiçeği” demişler ona. Sakinleştirici etkisi olduğunu duymayan yoktur herhalde ama ancak bu satırları yazarken çiçeğin İngilizce isminin “Passion flower” olduğunu ve Hristiyanlık sembolizmi açısından çiçeğin değişik kısımlarının (özellikle kısımların sayısal karşılığının) İsa’nın çilelerini (son günleriyle ve özellikle çarmıha gerilmesiyle ilgili) temsil ettiğini öğrendim. “Passion” kelimesinin yaygın anlamı “tutku” ama İsa’dan söz edildiğini okuyunca araştırdım ve Özdemir İnce‘nin Hürriyet’teki köşesinde Mel Gibson‘ın filminin Türkçe adıyla ilgili kaleme aldığı “İsa’nın tutkusu değil çilesi” isimli yazısından “çile” anlamına geldiğini öğrendim. Çiçeğin kısımlarının tümünün temsil ettiği çilelerin anlamını aktarmaya çalışmayacağım, dileyenler araştırabilir ama ilgimi çeken bir tanesinden söz edeyim;

Yüzden fazla olabilen ve çiçekten çiçeğe değişen sapcık (filament) kısmı İsa’nın başındaki dikenli tacı simgeliyormuş. Bu tacın ismi İngilizce “crown of thorns”. Ben aslında bu tacın hünnap dallarından yapıldığının düşünüldüğünü duymuştum. Araştırdım, bu tacın ülkemizde yetiştirilen hünnap türünün değil de (Zizyphus jujuba) bilimsel isminden de anlaşılacağı gibi Ziziphus spina-christi türünün dallarından yapıldığının düşünüldüğünü öğrendim. Gerçi İncille ilgili bir sözlük yazmış olan Matthew George Easton, bu türün dallarının çok kırılgan olduğu için tacın aslında ülkemizden bildiğimiz hünnaba çok yakın olan Z. lotus türünden yapıldığını öne sürmüş.

Çizim: Aloys Wach

Çok sevdiğim Mother Love Bone  grubunun “Chloe Dancer/Crown of thorns” isimli muhteşem bir şarkısı var. Şarkının isminin ne anlama geldiğini araştırırken “crown of thorns”un hem  bir tür denizyıldızı olduğunu hem de İsa’nın tacı anlamına geldiğini öğrenmiştim. “Chloe” ise Yunan tanrıçası Demeter’in isimlerinden biriymiş. Hasat, tahıl ve bereket tanrıçasıymış. Kızı Persephone, yeraltının tanrısı Hades tarafından kaçırıldığında çok üzülmüş ve tanrısal görevlerini yerine getirmeyerek bereketi kesmiş, toprak ekin vermez olmuş. İnsanlığın açlıktan ölmesini istemeyen Zeus yardıma gelmiş ancak Hades Persephone’u yeryüzüne temelli göndermemiş. Yılın üçte ikisini yeryüzünde, annesinin yanında geçirmiş Persephone. O yanına geldiğinde yeryüzünü ekinlerle, çiçeklerle donatırmış Demeter. Onun yeraltında olduğu zaman ise ekinleri soldururmuş. Bu dönemin kışı, genel olarak bu mitolojik öykünün mevsimleri temsil ettiği düşünülüyormuş.

https://www.tarihlisanat.com/demeter-bereket-tanricasi/

Demeter

Chloe’nin bir özel isim olduğunu bildiğim için Mother Love Bone’un şarkının sözlerinin neyi simgelediğini merak ederken daha çok “crown of thorns” ismi üzerinden düşünürdüm. Meğer Wikipedia’da bile yer almış bu şarkı. Wood‘un sevgilisi Xana La Fuente, şarkının uyuşturucu nedeniyle nerdeyse son bulan ilişkilerinden söz ettiğini söylemiş. Ne yazık ki Wood gerçekten de aşırı dozda uyuşturucu nedeniyle yaşamını yitirdi. Üstelik 24 yaşında. Şimdi, Chloe isminin Demeter’le ilişkisini öğrendikten sonra, şarkının birbirini seven iki insanın birbirinden ayrılınca içlerinin nasıl da kuruduğunu, kışa girdiğini anlattığını düşünmekten alamıyorum kendimi.

Kış, mevsimler…zamanla, saat ile ilgili olduğu için bir çiçekten buralara gelmiş olmak ne denli doğal geldi şimdi, gülümsetti…

Özgür Keşaplı Didrickson

31 Ekim

Burhaniye

Çınarla bir süre önce yaptığımız flamingo gözleminden söz ediyorduk. İyi ki böyle komik, ilginç isimler koymuşlar kuşlara. Komiklik sınır tanımıyor o zaman. Kimbilir dünyanın dört bir yanında çocuklar nasıl çağırdı onları, Çınar’ın dilinden dökülenler; Fılingo, filagungo…

Bugün çok sevdiğim, yaban hayat sevgisiyle, etyemezliğiyle beni çok etkilemiş olan River Phoenix‘in 25.ölüm yıldönümü. Henüz 23 yaşında öldüğünde çok üzülmüştüm. SoL Gazete’ deki köşemde onu andığım yazımdan bir alıntı yapayım;

“Okyanus’tan Dolunay’a yeryüzünün güzelikleri hep isimlerimizde. İngilizce’de ise pek böyle sayılmaz. River’ın adı bu yüzden de çok hoşuma giderdi. Ailesi ona “nehir” anlamına gelen bu ismi Hermann Hesse’in Siddhartha kitabındaki nehirden esinle koymuş. River’ın yaptıkları ve mirası adına yakışmıyor mu? (…) River bir söyleşisinde zengin olmayı son yaşlı ormanları satın alıp milli park yapmak için isteyebileceğini belirtmiş; Panama ve Kosta Rika sınırında 3.2 km² yağmur ormanı satın  almış”.

“Nehir”, “Rüzgâr” gibi doğadan esinli isimler çok arttı. Bunun bir nedeni elbette doğaya olan sevgimiz. Korkunç yapılaşma nedeniyle herkesin doğaya koşmak istediği bir zaman diliminden geçiyoruz. Ancak doğayla güçlü bir bağı olmayan, çocuklarına bu isimleri yalnızca popüler olduğu için verenler de var. Hayvanlar, bitkiler hızla azalır, yok olurken doğayla ilgili sayısız çocuk kitabı, dergisi basılıyor, etkinlikler yapılıyor. Bebek tulumlarından perdelere kadar her yerde daha çok, daha çok resmediliyor çiçekler, böcekler. John Berger de “Why look at animals?” isimli makalesinde bundan söz ediyordu sanırım. Gerçekleri yok olurken, suretleri daha da içimize sokulan, nerdeyse ders konusu halini alan yaban hayatı…Öyle ki belki artık “Nehir” kelimesi gürül gürül akan nehirden çok çocuk ismini çağrıştırıyor ilk önce.

Çocuklarına bu isimleri doğayı çok sevdiği için seçenlerin de bir kısmı içi boş bir ilgiyle bağlılar doğaya. Ayrıca sevgilerini ve bilgilerini eyleme dönüştürmekte pek etkili değiller. Yaban hayatıyla ilgili çalışmalar yapmış bir bilimci olarak doğa koruma çalışmaları içinde yer alan çok sayıda insanın çok bencil ve çıkarcı olduğunu, güç birliği yapması gereken kişi ve kurumlara düşmanca davrandığını gördüğüm için böyle düşünüyorum.

Ayrıca doğa çalışmalarının bir anlamda piyasası var artık. Projeler ille bencil olmayan, samimi bir çabayla çalışanlara ulaşmıyor. Doğa korumanın gündemde saygın bir yerde olması nedeniyle bu işlerde çalışanların samimiyetlerini sorgulamak aklımızdan bile geçmiyor. Böyle oldukça kişi ve kurumlar ellerinden gelecek olanı değil, kendilerinden bekleneni yapmakla yetinebiliyorlar. 3.havaalanını engelleyemedik, Kanal İstanbul’u engelleyebilecek miyiz?

Gözlemlerim Türkiye’yle sınırlı değil, Alaska’da yaşarken de benzer sorunlarla karşılaştım. Yaşadığım Juneau’da Mendenhall Buzulu’nun hemen önüne kadar yürümek mümkün. Bu küçük şehrin yaşamına bunca girmiş olan buzulun hızla eridiği Juneaulular için aile fotoğraflarıyla bile belgelenmiş durumda. Buna rağmen şehirde doğru dürüst toplu taşıma yok. Yarasalardan balinalara doğayla ilgili çok bilgili olan insanların bu yönde adımlar atılması için bir şeyler yaptığı da söylenemez ki üstelik doğasever kimlikle tanınanların büyük çoğunluğu çok zengin. Arabalarından, petrolden vazgeçmeyen bu insanların doğayla ilişkilerinin samimi bir sevgi ve saygı içerdiğinden söz edilebilir mi?

İsmi doğadan gelen çocuklar umarım doğa savaşçıları olarak büyürler. Ancak yeryüzü yıkımı büyük hızla devam ediyor. Onlar büyüdüklerinde çoktan yenilmiş olmamak için bizlerin aynı savaşta yer aldığını söyleyen herkesle samimi güç birliği içine girerek elimizden gelenin hepsini yapmamız şart.

River’ın ailesi soy isimlerini Anka Kuşu anlamına gelen Phoenix ile değiştirmişler. River’ın 25. ölüm yıldönümü nedeniyle ailesi onun ve kız kardeşinin yer aldığı Aleka’s Attic isimli müzik grubunun bir şarkısını paylaştılar sosyal medya hesaplarında. Sözlerinden kuşların da geçtiği şarkının videosu;

Özgür Keşaplı Didrickson

1 Kasım

Burhaniye

Kasım’ı çok güzel karşıladık.

Perihan Keşaplı

Bugün Hakkı abilerin işlettiği Nar Kafe’ye gittik. Yosunların hemen yanındaki tahta masada otururken deniz yönünden gelip üzerimizden geçen atalanta kelebekleri(Vanessa atalanta) bizi en çok heyecanlandırdı. En az 6-7 tane gördük. Her alanda görülebilen bu kelebek uzun göçüyle de biliniyor. Denizin üzerinde çırpan kelebek kanatlarının zarif gücüne şapka çıkarmamak mümkün değil. Bu göçle, ülkemizin bu tür açısından önemiyle ilgili araştırma yapmak için kış mevsimi çok uygun olacak sanırım. Belki böylelikle bu göçle ilgili halktan gözlem desteği isteyen şu çalışmaya ben de katkıda bulunabilirim;

Red Admiral migration

Atalanta kelebeğinin yaşam evrelerini gösteren bir mini belgesel;

Yosunları yatak yapmış kediler sardı bizi bir de. Keyifleri pek yerindeydi…

Fotoğraf: Perihan Keşaplı

“Kadife çiçeği” olarak bildiğim bitkinin henüz açmamış, yeni açmaya başlamış ve açmak üzere olan çiçeklerinin birarada görünümü çok etkiledi beni. Arılara, kelebeklere bakalım derken çiçeklere de bu kadar yaklaştıkça, bitkilerin yavaş olduğu için dikkatimizden kaçan hareketlerinin, değişim adımlarının ne kadar büyüleyici olduğunu daha iyi anlıyoruz. Belgesellerde çiçeklerin açışını hızlandırılmış izlemekten bile farklı bir şey bu. Taç yaprakların adımını görmekten söz ediyorum desem olur mu acaba?

Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Özgür Keşaplı Didrickson

2 Kasım

Burhaniye

Bugün Koçtaş’a gittik. Sanırım Türkiye’de plastik poşetten para alındığını gördüğüm ilk yer burası oldu. Ne kadar etkili bir yöntem bilemiyorum çünkü yoksul olmayanlar için ( herhalde bu mağazanın müşterilerinin çoğu yoksul değildir) anlamlı bir miktar değil gibi. Alaska’da da çok azdı bu bedel ve yine aynı şeyi düşünürdüm.

Koçtaş’tan aldığımız bir sürü şey minik plastik poşetler içinde satılıyor; türlü boy çiviler ve adını bilmediğim sayısız minik parça… Asıl Koçtaş yeniden kullanılması imkansız olan (belki geri dönüştürülebilir bile olmayan) bu plastikleri azaltmalı. Hangi çiviyi almak istiyorsak onu poşetsiz alabilmeliyiz. Ya da en azından öyle bir sistem olmalı ki alışveriş yaparken birden fazla ürünü küçük kovalara falan doldurup en son mağazanın vereceği poşete koymalıyız. Geri dönüştürülmüş kağıttan kese kağıtları ya da keskin parçalar olması durumunda geri dönüştürülmüş plastik falan olabilir.

Greenpeace’nin şirketleri tek kullanımlık plastik üretimine son vermeye çağıran kampanyası son zamanlarda duyduğum en anlamlı girişimlerden birisi. İmzaların nasıl bir gücü var bilmiyorum ama Greenpeace’in tanınırlığı sayesinde umarım plastik kirliliğini azaltmak için poşet kullanmamanın, plastikleri geri dönüştürmenin yeterli olmadığı bilgisi mümkün olduğunda çok kişiye ulaşır.

https://act.greenpeace.org/page/32230/petition/1?ea.tracking.id=twitter&utm_source=twitter&utm_medium=post&utm_campaign=CAM_FMCG_TWpost_181027

Özgür Keşaplı Didrickson

4 Kasım

Kayseri

Şahane yaratıklar şu böcekler. Her koşulda, her durumda, en beklenmedik anlarda giriverirler hayatınıza. Bugün de fasulyelerin içinde girdiler. Bakar mısınız şu minnacık fasulyelerin üzerinde açılmış minnacık, mükemmel dairelere? Bu küçücük dairelerin sorumlusu baklagil tohum böceği (Acanthoselides obtectus) imiş. Dişisi tarlada yumurtlamaya başlarmış kuruyan fasulyelere. Ve siz evinizde hiçbirşeyden habersizken, her bir yumurta içine kondukları fasulyenin içinden çıkar, 4 kere deri değiştirir, sonra yuvasının kapağını açıp yeniden çiftleşmek üzere dışarı çıkarlarmış. Eğer hava geçirmeyen bir yerde değil ise her yere dağılırlarmış. Ama kavanozun içinde iseler de boş durmaz bol bol bireyler üretirlermiş kendilerinden. Bahçeden topladığımız fasulyeler de mutfağımızda mutlu mutlu yuvalık edermiş meğer bu küçük canavarlara. Neyse ki Jethro’nun gözleri keskin, farkettik erkenden. Ama hayran kalmadan da duramadık her bir deliğin güzelliğine, minnacık bir böceğin azmine. Siz siz olun tarladan getirdiğiniz fasulyelerinizi ya biberle hava geçirmez kaplarda saklayın, ya da birkaç gün buzlukta bekletin olur mu?

Fotoğraf: Evrim Karaçetin

Evrim Karaçetin

Burhaniye

Günlüğümüz için Evrim’in böcek fotoğraflarına bakarken onları rugan dans ayakkabılara benzettim. Bunu hem fasulyenin güzelliğinden, böceğin işçiliğinden hem de simli örtünün pırıltısından bildim. Sonra da döndüm döndüm tüm bu evreni yaratan Evrim’den bildim.

Fotoğraf: Evrim Karaçetin

Özgür Keşaplı Didrickson

5 Kasım

Burhaniye

4 yaşındaki dostum Çınar aynanın önünden annemin gözlük kutusunu alınca ona “Neden öyle her şeyi alıyorsun sormadan?” dedim. “İçinde örümcek var mı diye bakıyorum” dedi!

Özgür Keşaplı Didrickson

6 Kasım

Pelitköy

Memleketimde sonbahar sessizliği, sakinliği de bir başka güzel. Kendi sesimiz bile yüksek geldi, kıstık.

Perihan Keşaplı

Bugün denize bakarak kahve içecek, güneşi batıracak yeni bir yer keşfettik. Çok güzel bir iskelesi, minik kumsalı da varmış. Yüzmek için de gelmeli.

Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Özgür Keşaplı Didrickson

7 Kasım

Çeşme’de güne veda…
Gönlünüzce olsun akşamlarınız!

Fotoğraf: Semiha Koç

Semiha Koç

Bugün denizin dibindeki taş duvarda oturdum bir süre, Queen dinledim. Bir kedi yaklaştı bana, terliklerime sürtündü falan. Freddie Mercury‘in de bir sürü kedisi varmış, hatta turnedeyken onlarla telefonda konuşurmuş! Hava kararıyordu. Belki karaltısı ilginç görünür diye fotoğrafını çekeyim dedim. Müziği keser kesmez uzaklaştı!

Özgür Keşaplı Didrickson

10 Kasım

İstanbul

Balıkçı bugünlere nasıl geldi, getirildi?

Öncelikle geçmişin bilge balıkçısının mesleğini avcılık açısından nasıl benimseyip  uyguladığına bakmak gerek.

Yaklaşık 80 yıl öncesine kadar kıyılarımızda stok ve türlere zarar vermeden yapılabilen avcılığın tamamı bugünün moda deyimi ile “küçük balıkçı” filosu ile yapılıyordu.

Resim: Halit Konanç

Bir başka ifade ile, Osmanlı dönemi özellikle Marmara ve boğazlardaki avcılık, Rum balıkçıların asırlardır uyguladığı avlanma ve işleme yöntemleri pek değişime/gelişime uğramadan yaklaşık 80 yıl öncesine kadar sürdürüldü.

80 sene öncesinde sadece İstanbul’un iki yakasındaki kıyı yerleşim bölgelerinde,  geçimi çoğunlukla balıkçılık ve bahçıvanlık mesleğine bağlı aileler yaşıyordu.

Binlerce sandal ve sandal irisi Kanca Baş(Alamana); taşıyıcı yelkenli ve çok az sayıda buharlı(kömür ile) makine ile çalışan çektirme vb. filo ile avcılık yapılıyordu.

Özellikle İstanbul boğazı giriş çıkışı dahil en az 150 civarında dalyan kurulu idi.

1980lere gelene değin yaklaşık 20 yıllık geçen ara  zaman içinde avcılık teknik ve uygulama ve edinme şartlarına bağlı olarak tekne boyları büyütülerek av kapasiteleri yükseltilmiş çevirme/gırgır, sürütme, algarna ile avlanan  filoya dönüştürüldü. Balıkçılar  bu sayede kıyıdan biraz daha  uzaklara ulaşıp avlanma olanağına kavuştular.

70’li yılların sonuna doğru ahşap tekneler yerini saç tekne/gemiciklere bırakarak beygir gücü daha yüksek makineler ve teçhizatların desteği ile bölgesel avcılıktan sıyrılıp tüm kıyı ve açık suda stok ve türler üzerinde baskın olabilecek avlanma kapasitesine ulaştı. Bu ara değişime uyum sağlayamayanlar takımlarını elden çıkarıp kıyıda kaldılar.

20 yıllık bu ara değişimde filoya katılanların küçük balıkçılara oranla %20 lerde olduğunu ve avlaklardan alınan av miktarına katkısının yaklaşık  %15 civarında artırdığını; daha da önemlisi bu değişim ile filoya katılan gelişmiş avcı teknelerinin toplam av istihsalinde yaklaşık %70 paya sahip olduğunu söylemek mümkün.

1980 ve sonrasında, özellikle gırgır avcılığı yapan teknelerin  teknolojinin sunduğu yeni olanaklar ile 80 öncesine göre avlanma kapasiteleri handiyse üçe, dörde katlandı. Bu kapasitenin sunduğu olanaklar ile istihsalde ilk birkaç yıl  % 40 civarında artış sağlansa da daha sonra avlaklardan alınan verim/av giderek  azaldı.Bazı ekonomik türler bu dönemde  azalarak veya yok olarak stoklardan çekildi.Seçicilik bağlamında öne çıkan yağmacı, vahşi avcılık sayesinde mevcut stok/türler yeterince büyümeden stoklardan eksildi.

Bu durum, stokların korunmasından ve yasadışı aşırı, kaçak  avcılık yapanların denetlenmesinden sorumlu kurum ve mercilerin yeterince görev yapamama bağlamında işlerini zorlaştırdı.

Havyarlı balıkların yumurtalarını salmadan, ekonomik türlerin yeterince olgunluğa erişemeden avlanması sıradan eyleme dönüştü. Bugün denizlerimizde bulunan ekonomik türlerin tamamının boyları 1980 hatta 2000 öncesi ile kıyaslanamayacak kadar küçüktür.

Kayıt dışı avcılık, onca önleme rağmen engellenemediği, 80 sonrası tavan yaptığı sürece girildi. Bugün kayıtlara geçen istihsal ile 80 öncesinin verileri kıyaslandığında toplam filo içinde %90’ı bulan küçük ölçekli balıkçının%14’lük  paya sahip olduğunu;

Filonun %10’una tekabül eden büyük balıkçının %86 gibi orantısız pay aldığını; bu payın;  %100 üzerinden değerlendirildiğinde orada da çok büyük bir orantısızlık bağlamında  “elit %7’nin toplam istihsalden %70 pay aldığını söylemek mümkün.

Hal böyle olunca, kapitalizmin tetiklemesi ile bilge balıkçılığın sonlandırılıp, küresel sermaye düzeninin 80 sonrası neoliberal politikalara bağlı olduğu bugünkü koşulları hazırladığını söylemek mümkün.

Çözüm mü?

Halit Konanç

11 Kasım

Burhaniye

Kumsalımız adını bilmediğim bu güzel çiçeklerle süslenmiş. Ben de onlara “Kumdelen” mi desem?

Fotoğraf: Özgür Keşaplı Didrickson

Perihan Keşaplı

Bu akşam bir güveyle birlikte yürüdüm bir süre. Elimde fener taşısam eve kadar benimle gelir miydi?

Özgür Keşaplı Didrickson

12 Kasım

Burhaniye

Annemin geçen gün kumsalda gördüğü çiçek tarlasını biz de ziyaret ettik. Hele rüzgârda sallanmalarını izlemek Muhteşemdi. O kadar ki birkaç satır da karaladım;

kökümü sonbahar kumuna saldım

gövdem titredikçe seyreltiyorum rengimi

bugün sarıya, kızıla çalamayacağımı biliyorum ama

bir gün güzün renklerine sığmayacağını da biliyorum….

………….

Sivri nakılmış bu güzel türün ismi meğer. Bilimsel ismi Silene conica. Flora sayfasının yöneticileri bu sene havaların bir garip olduğunu, havayı iyi görünce ikinci kez çiçeklenmiş olabileceklerini belirtti.

https://turkiyebitkileri.com/tr/foto%C4%9Fraf-galerisi/view-album/2496.html?fbclid=IwAR2gRq3Ak-V52J_ulv6KWaLllBBNMn2tT6n5snTA0sVckw08mNzcOJKlC74

Bir video çekmeden edemedim;

Nakıl tarlasının dalgalanışını kuma yatarak izledikten sonra yürüdük biraz. Orada burada tek başına bir terlik, bir ayakkabı buluruz ya, bu akşam çok hoş bir tanesine rastladık. Yanında kurumuş bir gül ve bir sigara olduğu için bir Romana ait olmalı diye düşündüm. Onların müzikle içiçe oluşu, yaşamı hak ettiğinden fazla ciddiye almadan yaşaması (bana öyle gelir) bir süreliğine aralarına karışma isteği doğurur bende. Ne iyi olurdu, sırf danslarını öğrensem bile yaralarımı iyileştirme becerim gelişirdi.

Fotoğraf: Özgür Keşaplı Didrickson

Sokak lambalarının ışığı altındaki gece yürüyüşünde bitkiler farklı güzellikte göründü bize. Kağıt Japon fenerlerine benzettiğim, adı da zaten “balon sarmaşığı” olan bitkinin (anavatanı Türkiye olmayan bitkinin bilimsel ismi Cardiospermum halicacabum) bir bahçe demirini sarış şekli nedense Cadılar Bayramı’nı getirdi aklıma. İçine cadı kostümlü bir fotoğraf koyulabilecek bir çerçeve yapmıştı sanki o fenercikler. Acaba ince siyah kalemle falan üzerlerine çizim yapmak mümkün mü? Gördüğüm an aklıma gelseydi hemen denerdim. Olsun, bir gün de bu amaçla gezmeli o sokakları.

Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Özgür Keşaplı Didrickson

13 Kasım

Avcılar köyü, Edremit

Yıllar sonra sevgili Aliye bizi köyüne götürdü. Bahçelerinde meyve ağaçları, çiçekler, kelebekler, temiz hava ve toprak kokusu muhteşemdi. Uzun zamandır dalından böyle çeşit çeşit meyve toplamamıştık. Teşekkür ediyoruz Aliyecim.

Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Perihan Keşaplı

Meyve ağaçlarına ne kadar saygı duysam az, ne kadar bereketliler. Aliye yengenin bahçesindeki mandalinaları önceden toplamışlar biraz. Biz de kova kova topladık ama yine de birkaç ailelik daha mandalina kaldı dallarda.

Güne dair en ilginç şeylerden birisi hepimizin mandalina toplarken Hacı Şakir sabunu kokusu almamızdı. Çok tuhaftı. Komşunun bahçede çamaşır yıkadığına karar kıldık ancak sonra kokunun ağaçların dibindeki bir bitkiden geldiğini anladık. Aralarında dolaştıkça kokusu yayılıyormuş. Naneye benziyordu. Aliye yengenin babası meğer onları arıcılık yaparken, arılar için dikmiş. Biz bu hikayeye dalınca mı unuttuk fotoğrafını çekmeyi? Portakallar pek olmamıştı. Onları toplama zamanı geldiğinde de burada olursak bu sabun kokulu bitkinin fotoğrafını çeker, bitkibilir dostlara sorarız.

Annem ağaç tepesinde mandalina toplarken az ötedeki ağacın üzerinde kanatlarını açmış güneşlenen bir atalanta kelebeği gördü. Annem ve kelebekler arasındaki ilişkiyi tarif edecek kelimeler bulamıyoruz artık.

Mandalina topladıktan sonra köydeki bahçelerden birinde hayatımda görmediğim kadar büyük bamyalar gördüm. Tohumlukmuş onlar.

Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Mandalina toplamadan önce de biraz köyün tepelerinde dolaşmıştık. Bir selvinin üzerindeki reçine altın gibi gözüktü uzaktan. Fotoğraf gerçeği kadar etkileyici olmadı. Ressam olsam yansıtabilir miydim aynı görüntüyü tuvale? Ya da bana hissettirdiğini? Ressam olmayanlar yanıtlayabilir mi ki bu soruları? En güzel sorular bunların da ötesinde, benim ötemde…

Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Bugün gördüğümüz, yıldızlardan bir yumağa benzer çiçeğin adı koyunpıtrağıymış. (Eupatorium cannabinum).

https://www.turkiyebitkileri.com/en/photo-gallery/view-album/1197.html

Koyunpıtrağı Fotoğraf: Perihan Keşaplı

14 Kasım

Burhaniye

Bohemian Rhapsody filmiyle ilgili bir yazı hazırlarken özellikle ilk Queen albümlerinin evrenine daldım. Mercury  şarkı sözleri yazmayı sevmediğini belirtiyor söyleşilerinde. Şair olmadığını söylese de içinden tanrıların geçtiği, destansı, büyüleyici şiirsellikteki şarkı sözleri, uçurumun kıyısında durmuş gökyüzüyle konuşan, kanatları olduğuna inandığı için her an kanatlanabilecek bir insanı getirir gözümün önüne. İçinden aslanların, rüzgârların geçtiği “My Fairy King” şarkısının sözleri de ne kadar masalsıymış. Şöyle başlıyor;

“Atların kartal kanatlarıyla doğduğu, arıların iğnelerini kaybettiği topraklarda sonsuza dek şarkı söylenir…”

Allah, Allah… May ve Taylor “Bohemian Rhapsody”i Nasıl Beğenmiş Acaba? – Özgür Keşaplı Didrickson

Özgür Keşaplı Didrickson

15 Kasım

Burhaniye

Günboyu bulutlar muhteşemdi. Bir de gökkuşağı ekleniverince yanlarına, görsel bir şölene dönüştü gökyüzü.

Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Perihan Keşaplı

16 Kasım

Burhaniye

Öğlen halamın balkonunda otururken camın gerisindeki çiçek saksısının yanında atalanta kelebeği belirdi birden. Yine denizden geliyordu herhalde. Acaba nerde doğmuş bir kelebekti?

Sonunda iğde yiyebildim. Çevredeki iğde ağaçlarının sayısı hiç de az sayılmaz ama birkaç yıldır çocukluğumdaki kadar iğde bulamıyorum. Bir bakıyoruz dallar boşalmış. Birileri erken topluyor sanırım. Birkaç kez henüz olmadığını düşündüğümüz iğdeleri poşetlere dolduranlara rastlamıştık. Ağaçların altında da pek bulamıyorum, bulduklarımın bir kısmı da yağmur sonrası falan zedelenmiş oluyorlar. Bugün büyükçe bir ağacın altında, tam istediğim pofuduklukta bir sürü iğde bulunca çok sevindim.

Özgür Keşaplı Didrickson

17 Kasım

Burhaniye

Annesiyle karlı bir tepede yürürken birkaç kez aşağıya kayan ama azimle geri tırmanan yavru ayını görüntüleri çok paylaşıldı sosyal medyada. Meğer bu ayılar drone ile rahatsız edildikleri için bu korkutucu olayı yaşamışlar. Yavru ayı en tepeye geldiği an annesinin ani pençe hareketi nedeniyle yavrunun yeniden kayması aslında tuhafıma gitmişti çünkü yavru ayının annesinin pençesine tutunmasının iyi bir fikir olmadığı açıktı. O anın daha geniş açıdan gösterildiği video kayıtları da varmış. Anne ayının üzerlerinde dolanan drone’a sinirlenerek fevri davrandığını gösteren kayıtlar… Teknoloji geliştiği için, belgesellerde hayvanların her anını yakından görebildiğimiz için insan dalıyor yoksa dikkatli gözler ayıların neden o tehlikeli yerden geçmek zorunda kalmış olabileceklerini de düşünürdü. Bu video örneği üzerinden droneların yaban hayatını ciddi şekilde rahatsız edecek şekilde kullanılmasıyla ilgili uyarıcı yazılardan birisi;

https://www.inlander.com/spokane/that-viral-bear-cub-video-reveals-a-major-problem-with-drones-university-of-idaho-expert-says/Content?oid=14252562

Özgür Keşaplı Didrickson

Not: Kuş türleri için trakus.org; kelebek türleri için trakel.org adreslerine bakabilirsiniz. Bitkiler konusunda facebooktaki Flora grubu dışında, turkiyebitkileri.com adresinden yararlanıyoruz.

Azizm Sanat Örgütü olarak doğadan zannedildiği kadar uzak olmadığımızı düşünerek, bu düşüncenin yarattığı umutla “Dirimbilim Günlüğü” köşesini açmaya karar verdik.

Dirimbilim Günlüğü’nün her yaştan herkesin katkısıyla oluşmasını arzuluyoruz. Günlüğümüzde yer almak için yer ve tarih bilgisiyle bize gözlem ve düşüncelerinizi aktarabilirsiniz. Notlarınıza fotoğraf, çizim, video da ekleyebilirsiniz.

Bizi birleştireceğini, yaban hayata olan sevgimizle güç birliği yapmamızı sağlayacağını umduğumuz günlüğümüze katkılarınızı bekliyoruz. Notlarınızı dirimbilimgunlugu@gmail.com adresinden yayın kurulumuza gönderebilirsiniz.

Bunu paylaş: