Doğudan Yükselen Ses – İsmet Şengül

Ötekinin ötekiyi anladığı bir ülke düşleyin,

Yarına umutla bakan çocuklar için.

***

Güneş her gün kan izleri bırakarak yükselir doğuda doğduğu yerde.

Bizler doğuda güneşin doğduğu yerden çıkıpta buralara geldik.

Onlara aydınlığı, güneşi getirdik.

Onlarsa güneşimizi çalıp,

Dünyayı bize dar ettiler.

Aydınlığımızı alıp

Dünyayı bize zindan ettiler.

BÖLÜM.1.

1.“Kimsesiz ölenlerin sahibi toprak, kefensiz ölenlerin kefeni gökteki bulutlardır”

2.“Yeryüzündeki çürümüşlükle, yer altındaki çürümüşlük aynıdır, Yani aynı evreden geçer, toprak sadece ve sadece soğuk görüntüyü ve dayanılmaz kokuyu keser.”

3.“Mezar mezara karışır, mezar tene yaraşır. Can bedenden gidince, ten mezarda ayrışır”

Sela, musalla, kefen, ve de tabut, son görevdir insana. Devasa saydığın kainata sığmaz sandığın boyutun sadece 2×1=2 metrekareye sığacak kadar aciz, çaresiz, naçar ve savunmasız, sessiz, sus pus olmuş, merhametten yoksun, merhamete muhtaç, almamış insanlıktan yana nasibini, hiç geçmemiş insanlığın kıyısından. Zulmeden yanıyla korku salmış insanlığın dağına, ölüm olmuş insanlığın sunağına. Soruyorum sizlere ömrünü hiçlik için tüketenler,  doymak bilmez o fil gibi egonuz ve bütün telaşınız, dizginlenemez hırsınız iki metrekarelik bir çukur için miydi?

Değil midir ki bin yılların laneti, kursağında kalan sevinçlerin katline ferman olan, siz insanlığın hükümranlığına soyunanalar, değil misiniz ki insanlığın otağını zulmün ateşiyle kana bulayanlar.

Ey insanoğlu, ey insan. Yeri göğü cümle yaşamı var eden, sevgiye sarıl, sevgiyle harmanla insanlığın onurunu, sevgiyle mayala insanlığın hamurunu. Hem hal ol insanlıkla, insanla, değer ver kardeşliğe,  gölgesinde soluklanılacak bir çınar, sırtını yaslayacağı koca bir dağ ol. En çaresiz anında tutunacağı bir dal, güvenle yürüyeceği yolda gerçek bir yoldaş ol. Unutma ki dünün bitti, bugünün ise yarına,  yarınınsa mutlak bir sona gebe. İnsanlık için ve insanlığın onuru için emek sarf eyle Ölümün akşamdan önce imişcesine.

1.  “Eğer kirinden pasından ayrıştırmazsan bugün kendini, yarın insanlığın sunağında mundar olmuş bir leş olursun”

2.   “Cehaletin esiri olup kendini bilge gösteren aşağılık insanlardan uzak ol, onlar ki yapmacık sevgilerinin ardında sevgiyi kirleten kötülüklerini saklarlar”

3. “Cehaletin kapısında şarlatan bir sultan olacağına, ilmin kapısında ilmin ve bilgeliğin kölesi ol”

4. ”Cehaletin ırmağında kendini besleyenler, ilme hizmet edenleri hep ihanetle suçlarlar”

TARİHİN BİZE GETİRDİKLERİ.

BÖLÜM.2.

 Şu iyi bilinmeli ki asırlardır süregelen her uygarlık bir önceki uygarlığın temellerinin üzerine inşa ederek yükseltmiştir binasını. Hep bir önceki medeniyetten aldığı ilham ve ilmin ışığıyla yükseltmiştir insanlığın yapısını. Ve hep bir adım daha ileri taşıyarak yaşam döngüsünü getirip dayatmıştır ilerlemişliğin yer tuttuğu yeni adıyla teknoloji çağına.

Ve bir zincirin halkaları gibi kopmazcasına bağlı olsalardı birbirlerine, bir tarağın dişleri gibi eşit olsalardı, bir tesbihin sıralanışı gibi uyum içinde olup da hakkaniyetlice yaşasaydı tüm insanlar ve de insanlık, etle tırnak gibi yapışık,  ay gibi nezih, güneş kadar cömert, eşit ve adil olabilselerdi birbirlerine karşın,  yenilen ekmeği, içilen suyu pay edebilselerdi dürüstçe, girmeselerdi birbirlerinin kanına, kıymasalardı birbirlerinin canına, el atmasalardı bugünleri ve yarınlarına, göz koymasalardı birbirlerinin varına,  hücum etmeselerdi birbirlerinin malına, ikilik sokmasalardı birbirlerinin aralarına, riyakârlık düşürmeselerdi inançlarına, dili başka, renkleri başka, inanç ve kültürleri başka olsalardı da insanlar, aynı amaç, aynı gaye doğrultusunda, aynı davanın, aynı muradın peşinde ter dökselerdi, mücadele verselerdi olmaz mıydı? “Yaşam haktır, yaşatılmak mutlaktır!” denseydi, silahların ne kadar gereksiz ve aciz olduğunu bilselerdi menfaat ve çıkar için mal, mevki ve makam için, birbirlerini yok etmek yerine el birliği, gönül dirliği, ilmin yüceliğiyle bütün çağları mamur ve abad edemezler miydi?

Döngüye yüklenen yük o kadar ağırlaştı ki, yıkıldı ha yıkılacak, dağıldı ha dağılacak.

1. ”Gün yoktur ki birbirinden beter geçmesin, ay yoktur ki bir öncekini aratmasın, yıl yoktur ki umutları kurutup tüketmesin”

BÖLÜM.3.

YARATILMIŞLIK BİR DÖNGÜDÜR.

“Tanrının egemenliğini bilip öğrenmek mi istiyorsun,  ol vakit ikinci bir hayata zuhur edip, yeni baştan doğman gerekir. Var olmuşluk büyük bir beyin fırtınasıdır. İçinde çıkamamak ram etmeye mecbur kılmıştır insanları.”

Gözlerimiz gün ışığı, yüzümüze düşen hüzün geceye doğan ay misalidir.

Ellerimiz kızıl renkli ateş toprağını kazıyor. Yangın büyük hem de öylesine büyük ki gözleri kör edip ruhları tutuşturacak kadar.

Bütün imkân ve de olanakları ellerinde bulunduranların ve de bütün zenginliklere sahip olanların çok acayip ve çok enteresan bir yanları ve yapıları vardır. Ellerinde tuttukları bütün zenginlik ve varlıklarının kendilerine yaratılmışlıkla birlikte bir hak olarak verildiğine inanmalarıdır. Bu inanma olgusu kendilerini daha üstün,  daha yüce görmelerine ve kendi tanımlarıyla alt tabaka sınıfı olarak gördükleri her bir bireye her bir sınıfa hükmedip kendi egemenlikleri altına alarak istedikleri gibi ezip sömürüp kullanabileceklerinin gafletine düşmelerine sebep olur.

Kölelik düzeninin ve de edilgenliğinin ana kaynağı budur.

Sömürü,  üretenin ürettiğine el konulup yağmalanmasıdır.

Sömürü kar demektir, kazanç demektir. Sömürü kapitalizmin dinamiğidir.

Sermaye güçlerinin ana kaynağı işte buradan doğar. Ve bu nedenledir ki İslam zenginliği mülkiyeti kabul eder. Ve derinlemesine bakıldığında mülkiyetin bir haklılık olmadığını aksine büyük bir haksızlık ve hırsızlık olduğunu görürüz.

Güneşin her gün doğuşu kendi varlığına delildir.

Ezilip sömürülen kesimin ve işçi sınıfının elde ederek ya da edemeyerek sahip olacağı ya da olamayacağı yaşam döngülerini etkileyecek yaşamsal olanaklarının miktarı ve ölçütüyle alakalı değildir. En önemli nokta burjuvaziyle nesnel karşıtlığıdır.

Bu karşıtlık sömürge altında olan her kesimin kaba tabiriyle her sınıfın, her ne ise onu o yapan bağlamdır. Sömürüye ve sömürü düzeninin ana destekçilerine karşı olmak o bağlamı yıkmayı yani sınıfsal açıdan sınıf olarak kendisi de buna dâhil olmak üzere hepsini ortadan kaldırmayı ve gerçek bir toplumsallaşmayı gerektirir. Değil midir ki bütün zengin sınıflar kesimi elde ettikleri bütün zenginlikleri ve de zenginliğin sağladığı sınırsız güçleri “alt tabaka sınıfı” diye nitelendirdikleri halkı ezmek için kullandıkları.

Ya bu devran bir gün herkesten yana eşit dönecek, ya da bu çarkın dişlileri bir bir kırılacak.

BÖLÜM.4.

YOKSULLUĞUN BİZLERE GETİRDİKLERİ.

Az gelişmiş ülkelerdeki sınıfsal işleyişler hiçbir vakit rayına oturtulup tam netliğiyle bir dengede yürütülememiştir. Çünkü ülke ile üzerindeki hüküm süren zengin ve müreffeh yaşayan kesimlerin arasındaki fark yerden göğe kadar devasa boyuttadır. Bu bağlamda hâkim sınıflar ülke için yaralı değil tam aksine zararlıdırlar.

Ne yazık ki anayasamız ve ona uygun olarak ülkemizin medeni ve ceza yasaları her zaman kapitalist rejimin kayıtsız şartsız savunucusu olmuştur.

Toplumumuzun bugünkü yoksulluğunun ve bitmişliğinin asıl nedeni sömürü ve kapitalist sistemin hüküm sürmesindedir. Kapitalist,  sömürü sistemi hiçbir ülke için uygun bir yönetim biçimi olamaz ve var olmamalıdır da. Elbet günü gelecek ki ilkel komünal, köleci ve feodal toplumlar gibi kapitalist toplumda kendini kendi enkazında yok edecektir. Kapitalist ve sömürü sistemleri gelişim treninin yükünü ağırlaştıran fazlalık yüküdürler.

Bir toplumsal sistemin ve fikrin, tarihi yönden çok eski olması ebediliği için bir gerekçe olamaz.

Ve eğer toplumların ekonomik yapısı sürekli değişiyorsa üretenlerin ürettikleri üretim sürecinde birbiriyle, ayrıca sınıfların birbirleriyle ve yönetimi altında oldukları devletle olan ilişkileri sürekli değişiyorsa işte o zaman düşünülen şey sistemi tıkama noktasına getiren olgular, devamlılığını sürdüren rejimin geçerli sarsılmaz ebedi olduğu ve olacağı asla düşünülemez ve düşünülmemelidir de. Dünyada yaşamın var olduğu ve var olacağı mutlak bir olgu olduğuna göre, her şeyin göreli şartlı ve değişken olduğuna göre elektrondan güneş sistemine kadar her şeyin sürekli hareket, değişme ve gelişme halinde olduğuna göre hiçbir mutlak rejim ve hiçbir değişmez yasa olamaz. Yasalar olması gerektiği gibi konulup olması gerektiği gibi uygulanıp işlevini sürdürmelidir. Kadın, erkek alt sınıf üst sınıf, zengin fakir ayrıştırmalarına girmeden en olumlu şekilde olması gerektiği gibi uygulanmalıdır. İstisnalar asla kural olmamalıdır.

Ulusal Egemenlik

Ulusal egemenlik, halkın halka egemenlik etmesinden ibaret demokrasidir. Halkı ayrıştırmadan halkın gerçek temsilcileri parlamento kürsülerine oturdukları zaman gerçek anlamda var olabilirler. Halkı temsil edemeyecek ve halkın kendisi,  özü olamayacak adamlarla ulusal şura ve şuracılık meclisi asla kurulamaz. Kurulmuş gibi gözükmesi de zaten ulusal egemenliğin var olduğunu göstermez. Zaten böylesi bir durumda da demokrasi,  meşrutiyet denemez.

Meşrutiyet bir ana temeldir.

Bu ana temelde meşrutiyet ilkeleri uygulanmadığı gibi ulusal egemenlik hakkına da tecavüz edilmektedir.

Asıl yapılacak şeyler çağdaş tekniği yıkmak değil derinlemesine genişletip zenginleştirmek eksik gedik her ne varsa onları gidermektir. Nasıl ki bireyler kendini toplumdan soyutlayarak değil de topluma katarak sıkı bağla güce kavuşuyorsa, sisteminde toplumla bütünleşip halkın öznesi, iradesi ve tam kendisi olmalıdır. Ve ancak bu şekilde kendini var edip mevcut varlığının devamlılığını sağlayabilir.

Bozuk düzende bozuk çark kalsın uğraşı ve güdülen amacı bilimsel ve felsefi toplum teorisiyle hiçbir zaman uyum içerisinde olamaz. Böylesi bir uyum düzeni asla kurulamaz. Lakin tarihsel, hukuksal, yaşamsal zorunluluk sistemin ağır baskısı ve gücü doğrultusunda olmasını istedikleri sistemin ve yönetim biçiminin zorla dayatılmasında bu bozuk düzen ister istemez eninde sonunda ram eden toplum tarafından benimsenmese de kabul görecektir. Ve tarih litaratüründeki yerini alarak bir kara leke olarak kalacaktır.

“Bozuk düzende sağlam çark olmaz” –Pir Sultan Abdal

İnsanları bütünleştirip alakadar eden şeyleri önemli konu ve edilgenlikleri anlamak ve tanımlamak istiyorsak, onları kendi gelişim süreçlerinde ve kendi öznesinde incelemek ve araştırmak durumundayız. Fen bilimi deneyler zincirinde yaşamsal kaynağını oluşturup gizemli ve ilginç bir şekilde devamlılığını oluşturur. İnsanlık tarihide çok derin içli ve önemli araştırmalarla, deneylerle somut bir şekilde incelenip bütün çıplaklık ve gerçekliğiyle gözler önüne serilmelidir.

İnsanlığın tarihi basite indirgenecek bir başlangıç, bir gelişme ve sonuç değildir.

Dünyanın ne duygusallık, ne de duygusallığın getirdiği bir yükümlülüğü yoktur. Ancak uğranılacak yenilgi ve olumsuz sonuçlara bakıp bu ahval üzere mücadele etmeden el ense çekip her şeye yenilgiyi kabullenmek gerektiği sonucu da çıkarılmamalıdır.

BÖLÜM.5.

BEBEKĞE ÇAĞRI

Hoş geldin bebek,  hoş geldin sen de.

niye geldin ki bebek,

Çünkü, seni geldiğine pişman edecekler.

Ağlama,  gül bebek,  kana kana gül.

Niye gülmeyesin ki,

çünkü seni çok ağlatacaklar.

Tutunarak hayata,

namerde, namussuza inat,

Vurguncuya,

talancıya inat,

yaşa bebek.

Yaşamın kıyısında sığınacağın bir liman seç kendine.

Doğru belle yerini,

sıkıca tut safını,

iyice al gardını.

Neden almayasın ki, çünkü seni,

yerinden yurdundan edecekler.

Sürgünlere, zindanlara yol edecekler.

Bir çınar gibi yaşa bebek,

neden yaşamayasın ki.

Ya bir maganda kurşunu, ya da şarapnel parçaları,

Yargısız infazlar falan seni çabuk öldürecekler.

Doğrul bebek ayakların seninle,

sıkıca kök salarak toprağa

Başını dik tut omuzlarının üstünde. 

Yürü çocuk, yürü emin adımlarla

yürü,

seni bekleyen umut yüklü yarınlara…

Çalış çocuk hiç durmadan çalış sömürünün kıskacında,

Talan ikliminde kara kışını bekleyen yaz güneşini

yaşatmak için çalış.

Çünkü bir gün seni işinden, aşından edecekler.

Alıp elinden umutlarını seni belirsizliğe gömecekler.

Belki de seni yanlışlara itecekler,

her olan haksızlığın hesabını

belki de sana ödetecekler.

Yargısız infaza giderken boynun,

işte bir hainin daha ipini

çektik diyecekler.

Koş hiç durmadan koş.

Barikatların arkası bomboş.

Seni bekler emeğe direnci katanların yolu.

Koş bebek koş, hiç durmadan koş.

niye koşmayasın ki.

Yüreği avucunda her bir anaya umut olmak için koş.

Oku bebek bıkmadan oku, ne kaybederek özünü,

 Ne de budakta sakınarak gözünü,

ne de şarlatana sakınarak sözünü.

Oku bebek oku büyük adam ol.

Hak dağıtan adaletli adil ol.

Kanun ol, yasa ol, hakim ol, savcı ol,

ama her şeyden önce

insan oğlu inan OL.

Adam gibi adam ol.

Niye olmayasın ki,  adam gibi adamlıktan

insanlığa çıkar her yol.

Sevgi yüklü bir nehir ol, insanlığın sofrasına dol.

Hoşgörülü inançlı ol, kararlı ol,

unutma ki

menziline varır,

erdemle yürünen her yol.

30 Ağustos 2018. İZMİR

***

GörselBarış Özlemi (1982) – Nuri İyem

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi133

Bunu paylaş: