Döngünün biçimsel yanı.
Belleğin bedene, bedenin ruha, ruhun vicdana yüklediği en büyük yüktür asalakça yaşamak.
“Özünde gerçeği haykıramayanlar esaslarına yüreklice bağlanamayanlar, ya asalaklığından çıkamamıştır, ya da insanlıktan yana nasibini alamamıştır”
“Varoluşun deryasında bir katre olana, amansızca gelen dalgalar ne eyler ki? Özünde özgürlüğü yüceltip Hakkı bulana, fırtınalar kopsa dahi söyle ne eyler ki?”
Yaşamın kıyısında bir yer tutunamayanlar, ne ömürlerini bağlayabilecekleri bir halata, ne de halatı atabilecekleri bir limana asla varmazlar, ömürlerini karanlık sularda geçirmeye mahkûm olurlar, bu mahkûmiyete kendilerini mecbur kılanlar, kendi köhnemişliklerinden her ne kadar kurtulmaya çalışsalar da bir kaşık suda dahi olsa boğulmaktan asla kurtulamazlar.
Hayat çekilmez, hayat erişilemez olur onlar için, topal yürüyüşlerine, kokuşmuş beyinlerine. O beyinlerde sade ve sadece üç şey mevcuttur. Ateş, barut ve bir de dinamit. Ateş; yakanların, barut; ateşi tutanların, dinamit ise fitili ateşleyenlerin ellerindedir her daim.
Gecenin zifirinde yönünü bulup sabaha düşemeyenlerin, aydınlığa gözlerini açamayanların ve destansı bir hayatı yiğitçe yaşayanların hikâyesidir bu hikâye.
Aşk olsun, geleceğe doğru bir yol olana, o yolda hancı, güneşe varan kervancı olana. Aşk olsun, yıldızlarda sancak yapanlara, halka baş, yoksullara ekmek aş olanlara.
“Bu ışık, yola düşenlerin IŞIĞIDIR”
ÖZGÜRLÜK
Özgürlük, gökyüzündeki yıldızlar gibidir. Bir uçtan bir uca kuşatandır sonsuzluğu. Engel tanımadan, kural koymadan, hakkaniyetlice güneşten aldığı ışığı ve hakkaniyetlice eşit yansıtandır. Kendi patlamışlığından yepyeni galaksiler yaratan sınırsız bir kâinattır. Ne eylesen de sığmaz bendine, ne de mümkündür kesmek önünü. Yön belli, gidiş belli, hür oğlu hürüm der, karar belli söz belli. Kaynayıpta geldiği göz belli.
“Özgürlük, su gibidir içmesini bilene.”
“Özgürlük, dikeni olmayıp, engebesiz yol gibidir yürümesini bilene.”
“Özgürlük, ateşten gömlek de olsa giyeceksin eğnine, demirden leblebi de olsa yiyeceksin dört elle sarılarak geleceğine.”
Hürriyet ateşten dağlar aşıp demirden ağları geçmektir. İnsanlığa hizmet, kölelik düzenine bir son demektir.
“Bu yol, ateşe yön, insanlığa boy verenlerin yoludur.”
UMUT
Denizin ortasında kuru bir kütüğe sarılmak, uçurum kenarında incede olsa bir dala tutunmak, en amansız fırtınada bir oyuntuya sığınmak gibidir.
Umut gecenin renginde ışığı süzmek, namlunun uçunda ki kurşunu şakağında hissetmek gibidir. Her ne kadar ihanetle kuşatılsa da varlığı, hep var olacaktır, ayrık otunun hüküm sürdüğü bu topraklarda.
“Bu yol, umutsuza umut olanların yoludur.”
“Bu yol, köleliği hürriyetlikle taçlandıranların yoludur.”
GÜLÜMSEMEK
Acıya çakılan Altın bir mısmar çivi gibidir. Kederli yüzlere atan şafak, tarlalarda bire on veren, sarı sıcak endamıyla salınıp duran, altın başlı başak, aya düşen ışık gibidir gülümsemek.
“Öylesine içli, öylesine derindir ki gülümseyerek hayata bakmak, erir gider karşısında buzdan dağ olsa.”
“Gülümsemek kupkuru çölde suya gark olmak. Yusuf misali düştüğün kuyuda çıkmak gibidir.”
“Göz yaşıyla sulanırsa geçmişin izleri, filizlenip boy verir ayrılığın devleri.”
“Göz yaşı yakışmaz acıya gülenlere, acıyla da gülünse gülmek tanrılara yaraşır.“
“Göz yaşıdır düşen köleliğin payına, gülmek tanrılaraysa ağlamak hayvanlara yaraşır.”
“Bu yol, acıya gülerek, ayakta dimdik duranların yoludur.”
MERHAMET
“Çeliğe verilen su gibidir.”
Ateşe köz, köre göz, dilsize söz, kuru dala öz gibidir.
Merhamet kurumuş toprağa inen her bir damla.
Merhamet insana verilmiş en asil duygulardan biridir.
Merhamet var olan yaşamların sürekliliğinin sağlanmasında en ana etkendir.
Merhamet sığınılacak bir liman, koruyup kollayan kanattır.
Merhamet evrensel bir anlayıştır.
Başkalarına karşın merhametsiz olanlar kendi yakınlarına karşın da vicdandan yoksun ve acımasız olurlar.
“Merhametten yoksun beyler utansın, tutuşsun ay ışığı geceler yansın yansın!”
Güneşimizi çalan eller,
karanlığa gömen eller,
şu taşlaşmış yüreklerimize
mısmar çivi çakan eller
Utansın oy, oy utansın!
“Ne acılar çektik merhametten yoksunların elinden, yokluğa gark olduk muhannetin gölünde, nicedir ki kavruluruz çölünde.”
“Gözlerinde süzülüp gitse de ışık, dizlerinde çekilip gitse de derman, durmak yok, yürüyeceksin inançla, katılmak için merhametin göçüne.”
“Bu yol, yönünü merhametten yana çizenlerin yoludur.”
“Bu yol, içindeki çocuk vicdanını öldürmeyenlerin yoludur.”
SEVGİ
Sevgi tek amaç, tek gaye olmalı biz insanlar için, sevgi ana temeldir, kolondur, kiriştir betonu güçlendiren demirdir, alaşımdır.
Sevgi ebediliktir, sonsuzluktur. Sevgi güneştir, aydır.
Sevgi kurulu bir yaydır, cümle yaratılmışlığa sevgi okunu fırlatan.
“Sevgi bireyleri bir arada tutup yücelten en asil duygulardan biridir.”
“Sevgi harcıyla atılmayan bir temel yükseltmeden kendini yıkılmaya mahkûmdur.”
“Öylesine içli, öylesine derindir ki, yürekten sevgiyle coşup gelen o bakışlar, erir gider karşısında buzdan dağ olsa.”
“Ne çare ki nice zamandır dikene dönüşür oldu insanlığın toprağına ektiğimiz sevgi ve hoş görünün gülleri.”
“Bu yol, tarlaya buğdayı ekenlerin, buğdayı başağa, başağı harmana dökenlerin, emeği umuda döndürenlerin yoludur.”
“Bu yol, sevgiyi aşk ile sevdaya katanların yoludur.”
AŞK
“Aşk ateşten gömlektir giymesini bilene, aşk demirden leblebidir yemesini bilene.”
“Gerçek aşk, aşk ehlinin işidir. Aşk ehli bu yükü lekesizce taşımasını bilen kişidir.”
Aşk ki sevdaya dönüşürse sevgi ırmağında, can bulursa derin denizlerin aydınlığında, yelken açarsa aşk ile, sevda ile bezetilen ufuklara, keşif etmektir muradı el ense çekmeden hayatın tozlu yollarında, uğurlanmadan yaratılmışlığın sonsuzluğuna.
“Derin denizlerin yalnızlığında eserken sevdamız efil efil geçerken üstümüzde sevdanın güneşi, aya tutunmaktır gecenin zifirinde, düşmeden yüreklerimizin uçurumuna.”
“Aşkın badesinde içenler bilir, zehir dahi olsa yüz dönmemeyi.”
“Ateşten gömlek de olsa giyeceksin aşkı eğnine, demirden leblebi de olsa yiyeceksin yürekte bağlanarak sevdiğine.”
“Bu seyri sefer, aşk ile sevgi ile sevda ile ateşten dağları eritenlerindir.”
DİRENMEK
Eğer ki yaşantın öyle ya da böyle bir şekilde yürüyorsa orada alt edilemeyen bir direniş vardır, o mevcut direniştir ki ayakta tutar biz direnenleri.
Her şeyin olması gerektiği asıllığı hakkında bilgi sahibi olanlar, en nihayetinde geleceğin kaynağını ve esaslarını aramaya koyulacaklardır. Ve çokça zaman geçmeden yeni yaşam döngüleri kurulacak ve yepyeni pınarlar vücuda gelip gizemin derinliklerine doğru akacaktır.
Yaşantımızda ki depremler işleyen birçok yanımızı enkaz altında bırakırken, kuvvetli yanımızla birlikte gizli yanlarımızı da açığa çıkarır. Düşene dayanak, aça ekmek, zayıfa güç olsun diye acı çekip dururken hep bir yanımız.
Bir yanımız dağ rüzgârı, bir yanımız kıtlık kıran sefaletlik, bir yanımız ise sarı başağı.
Bir yanımız derin dehlizlerin yalnızlığı, bir yanımız artan zulüm, bir yanımızda der ki asla olmayız itin uşağı.
“Bu yol zorbaya direnenlerin yoludur”.
YAŞAMAK
Döngünün sundukları tarihin götürdükleriyle birlikte bize getirdikleri, başlı başına bir deneyimdir. Yaşam döngüsü devinimle iç içe hemhal olmuş fikirlerin kuramların ana kaynağıdır, o kaynakta beslenmesini bilene.
Ezenle ezilen, sömürenle sömürülen, boyun büküp ram ettirilmeye çalışılan bu doğrultuda ve bu boylam üzerinde sınanır, olabildiğince deneyim kazanır, bu gidişattan bir pay çıkarıp almasını bilene. İşte bu kazanım çok uzun bir aramanın, isabetli bir bakışın ve de isabetsizliğin, öğrenmenin ve de öğrenememenin süreci yeni deneyimlerin ardında gelir. Oldukça uzun soluklu bir maratondur yaşadığımız hayat. Asıl mesele devraldığımız maneviyatı nasıl ve ne şekilde tamamlayacağımızdır. İnsanlığın var olma olgusu ve insan topluluğu bir devingenlik haliyle uzun soluklu bir arayıştır.
Yaşamları boyunca yüreklerinde korkuyu besleyip büyütenlerin, köleliği seçenlerin, yani bu yarım yamalakların böylesi değer yargılarını yerle yeksan edip parçalayınız!
“Bu yol, sımsıkı yumruk misali, hayata tutunanların yoludur.”
İYİLİK
İyilik saf kan bir at gibidir, menzilini alamayan.
İyilik gecenin ardında söken şafak gibidir, hududunu bulamayan.
İyilik güneş gibidir ısıtır ama yakmaz.
İyilik ışık gibidir kendi yönünü bile aydınlatamayan.
İnsanların hayatını ve geleceğini tehlikeye atan unsurlar nelerdir ve de kimlerdir? Ne çare ki kötülüğün karşısında acze düşen iyilik, zarar vermektedir insanlığın mihenk taşına. İyilik ak libas giyinmiş tertemiz bir olgudur. Kötülük, zırhına bürünmüş yalın kılıç dörtnala üzerine gelendir. On iyilik de yapsan bir kötülüğe galebe çalamazsın. Adaletli ve iyilik sahibi olanlar bir kelebeğin kanadındaki zaman diliminde yol alırlar, sınırı yoktur menzilleri belirsizdir. Dişliler iyilikten aldığı güçle çevirir kötülüğün çarkını.
İyilik bendini aşamayan su gibidir ne eksilir nede aşar kendini. Dünya iyi insanların yüzü suyu hörmetine dönüyor olsaydı eğer, bugünümüz de kötülük galebe çalıp her şeye hâkim olabilir miydi? Sadece iyiliğin adaleti hüküm sürüyor olmaz mıydı? Dünya iyilerin değil, kötülüğü ağır basan fitnebazların ellerinde ve ekseninde dönüyorken, bu sav ne kadar yerli yerinde olup gerçeği çağrıştırabilirki? Bundandır ki zarar veren tek olgu ve etken iyilik ve iyiler olmuyor mu? Kötülükle mücadele edecek güç dengesini sağlayamayıp zulmün ordusuna emsal güç yetirmeyen iyilik, zarardan başka hiçbir fayda getirmez insanlığın yaşamsal döngüsüne.
En büyük tehlike iyilerden ve adillerden gelmiyor mu? İyiliği beklerken kötülüğün darbesi ne de yamandır. İyiler ve adiller var ile yok arasındaki kısacık bir zaman diliminde yol alırlar. Yolları engebe yolları diken doludur. Galebe çalamayan her ne olgu olursa olsun bir söz, bir manadan fazlası olamaz hiçbir zaman. Velhasıl; iyiler hep sonun başlangıcıdır. Ve kötülük her zaman iyilikten beslenir bu şekilde alır gıdasını. İyiler hiçbir vakit bir denge unsuru olamamışlardır. Kendi erdemlerini oluşturamazlar. Kendi özel erdemlerini oluşturanları ipe çekmeye mecbur hissederler kendilerini her zaman. Hissiyatları gerçeklikle asla bağdaşmaz, özüyle uyuşmaz, var olma olgusuyla bütünleşmez. Gerçek budur!
İnsanlığı kendi öz varlığında bir seyri sefere çıkartırsak eğer, yıkım ölüm ve kaoslar zincirinden oluşmuş bir korku tünelinden başka hiçbir şey olmadığını ve olamayacağını görürüz. Bu ahval büyük bir akıl tutulması ve tiksinti veriyor insana. Sadece kötülüğün karşısında kullanılıp söylenen bir cümleden başka hiçbir şey değildir iyilik. Merhamet iyilikten gelir. Boşuna mı söylemiş atalarımız “Merhametten maraz doğar!” diye. İyilikten de garez doğar, kin doğar.
İyiliğin maneviyatı güçlü olup maddiyatı zayıftır. Oysa dünyadaki hüküm süren yaşamlar, maneviyattan soyutlayarak kendilerini sadece ve sadece maddiyatta bağlanmışlardır. İyilik artık cılız bir daldır tutunanın elinde kalan. İyilik kötülüğe sunulan bir sürek avıdır avcısı hiç azalmayan. İyilik beyinde kalbe, kalpten dile gelip dudak ucunda kalan bir damlacıktır, güneşi görmeden kuruyup giden. İyiliğin savunucusu olanlar hep yalan söylerler, yalanla bezetirler dünyalarını, çünkü insanlar murat edip de başaramadığı söylemlerin yalancısı olurlar, bu doğrultuda tek çareyi yalan söylemekte bulurlar.
Sizlere sesleniyorum iyilikten dem tutanlar. Bundan sonra insanlığın ve doğruluğun cesur, yürekli, kararlı, azimli savunucuları olunuz. Yüzünüze taktığınız iyilik kisvesinden sıyrılıp kurtulabilirseniz eğer. Ey insanlar doğru olun bu doğrultuda yol alın, doğruluk adaletin ve iyiliğin başlangıç noktasıdır. Dalgalı bir denizde insanlık sizlere tutunarak kurtulmasını öğrensin. Her şey kişinin kendi dahilindedir. Kendindeki seni bulmak bana getirir bütün yollarını. Aynı menzil için birleşen yollar, geleceğe sağlam yıkılmaz bir köprü olur.
“Yüreğiniz ki dağlar kadar yüksek, sevgileriniz ki denizler kadar engin, umutlarınız ki paha biçilemeyecek kadar zengin, iyilikleriniz ki sonsuzluk kadar güçlü olsun.”
“Bu yol, kendilerini iyiliğe, adalete ve insanlığa adayanların yoludur.”
KARARSIZLIK VE ÇÜRÜMÜŞLÜK
Bir kısım insanlar oldu olası çözümlenmesi güç ve de imkânsızmış gibi duran birçok sorunun üstüne gidip, çözümlenemez gibi algı uyandırarak kendilerinde, üstesinde gelemeyeceklerini kabullenip uğraş vermeden acizliklerine boyun bükerek olumlu olumsuz her şeyi benimseme yoluna giderler. Bu hal bir çürümüşlük ve kokuşmuşluk halidir. Çözümleme sanatını kendi öz varlığında geliştiremeyenler, yüzeysel bakıp derinlemesine inmekten korktukları her şeyden kaçarak görmezden gelirler. Başarısızlık korkusu daha basite indirgenmiş, daha kolay gözüken boylama yönlendirir onları, kendilerini kandırmaktan öteye gidemezler. Bu hal kararsızlığın en bariz göstergesidir. Oysaki bu kaçışlar iradeyi zayıflatır, ruhu köhneleştirir, vicdanı kurutur, gönül gözünü köreltir, tutarsızlığı güçlendirir ve mayayı bozup özü çürütür.
Ne yazık ki düşünce biçimlerinin tamamen dengesiz ve tutarsız oluşu, ölçüp biçmeden, sağlıklı bir şekilde düşünmeden kabullenilen varsayım ve olasılıklar sürekli tepemizde dönüp duran üst yapısal ideolojiler tarafından belirlenip şekillendirilmektedir.
İnsanlar üretken olmalıdır ve geliştirdiği formüller toplum yaşam döngüsünde yararlı olup sürekliliğini koruyabilmelidir. Alt yapısını güçlendirerek üst yapısallığı modernize edebilmelidir. Yapısallıktaki gelişmiş teknolojik ve sistemli yenilikler görsel sanatın yapısal boyutunu ve geleneklerini geçersiz ve anlamsız hale getirmemelidir.
“Bu yol, kararsızlığı çürümüşlükle bezetenlerin değil, yaşamı sanata dönüştürenlerin yoludur.”
İZLENİMCİLİK
Doğru bir payda üzerinde görünümlerin ışıkla nasıl değiştiğini ve etkileşimin nasıl meydana geldiğini gösterir. Doğru bir izlenimcilikle akıp giden zamanı, zamanın sürüklediği nesneleri ve nesnel olguları sabitlikten uzak hareket halinde olarak fark ederiz. Gerçeklikle böylesi bir olguyu bağdaştırıp, öznel görüntüsünü yeni baştan üretmek asıl amaç olmalıdır. Yaratılacak böylesi bir algı değişkenleşir asıl bu değişkenliğin altında yatan bir bütünsel kuramın peşinde olunmalıdır. Bunun ana temeli ise elementlerin ve geometrik katı cisimlerin kendisinde bulunmaktadır.
Oysa doğa bizlerin görüp de algıladığımızın çok ötesindedir. Sağlıklı bir şekilde algılayamadığımız doğanın gizemi kendi sonunun başlangıcı olmuştur. Biz insanlar gizeme hayranız, o gizemin etkisinde kurtulamayanlar çözümsüzlüğün ve doğru olmayan izlenimlerin rüzgârına kapılarak, doğayı kendimizden, kendimizi doğadan soyutlayıp kendi yaşam döngümüzü bozuk işleyen çarkın dişlileri arasında parçalatarak işe yaramaz hale getirmiş olmaktayız. En azından bilimle sanatı birbirinden ayrı bağımsız olarak, ama birbirini tamamlayan ölçütlerinde anlamlaştırıp, tamamlayıcı tutumlar geliştirerek sıkça görülmeyen tarihsel bir boylama taşımalıyız.
Çoğul ve eş zamanlı görüşlerimizin açılarıyla, birlikte yol almalıyız. İnsani duygularımızdan ve kişiliğimizden uzaklaştırmadan kendimizi, sınırlarımızı çizip birbirimizle kutuplaşmak yerine, aynı boylamda tek düze bir yaklaşım sergileyip, biz insanların gerçekliğin ve doğruluğun dışında olmadığımızı iyi belleyip, kabul ettirmeliyiz birbirimize. Tarihsel ve kuramsal olarak ne kendimizden öncekilerle bir savaş halinde olmalıyız ne de gelecektekilere aynı savaşın oluşumu için zemin hazırlamalıyız. Sürekliliğini kaybetmeyen verimli bir işbirliği içinde olmalıyız daima.
“Bu yol, ortak değerler ve doğru paydalar üzerinde insanlığa hizmet edenlerin yoludur.”
GERÇEK DEĞERLER
Mesele neyi nasıl yaptığın da değildir yeni deneyler ve yeni organlar yapmak da değildir. Aslolan yaptığınız şeylerin, kimlerin ve kimin iktidarının benimsenip kabul edeceği ve meşrulaştırılacağıdır. Asıl mesele yapılanın edilenin doğruluğudur. Ederi var mıdır yok mudur? Meşrulaştırmanın doğru yerinde ve zamanında olması mutlak önem taşır.
Popülerliği olmayıp gerçeklikten yana alakasız duran, benimsenirliği sıfır hiçbir tutarlılığı olmayıp da kurumsal beğeni standardı haline getirilmesi doğruluk ve dürüstlükten ne kadar da uzak. Hiçbir sanatsal değeri olmayan bir eserin, bir objenin çok da büyük bir değeri varmışçasına görüşe ve satışa sunulması gerçeklikten ne kadar da uzak ve yanlış. Bütün yanlışların gerçeklik dışı olan her şeyin, her olgunun fırsata çevrildiği bir zamanda yaşamaktayız. Sanatın gerçek üretenleri değil, sahtecileri pastada en büyük payı kapmaktadır. Sanatsal ticaretin işlevi ve boyutu azımsanmayacak kadar büyük. Serbest piyasada yer edinen ekonominin klasikleşmiş bir örneğidir. Ederi belirlendiği kadar olmayan ve lakin ederinden daha yüksek değer bulan, sahtecilik nasıl olupda el üstünde tutularak meşrulaştırılmıştır? Ya gerçek anlamda sanata boyut ve derinlik katanlar, neden olması gereken yerinden ve çizgisinden koparılıp uzak tutulurlar? Sahtecilik neden daha yüksek bir payeyle ödüllendirilir? Anlamını yitiren gerçek sanat, özünü kaybeden sanatseverlik, yönünü şaşıran sistem, doğruluk ve dürüstlüğe ne kadar yakın olabilir ki? Sanatseverlik hak edene, sanata ve sanatçıya hak ettiği değeri vermekle başlar. Üretip sofraya sunan; sunulanı kendine mal ederek tüketenden daha mı değersiz? Haksızlığın ve sanat sömürüsünün bile boyumuzu aştığı bu zamanda, haktan hukuktan hangi yüzle bahsedilebilir ki? Üretenin sömürülüp değersizleştiği bir zamanda üretkenlik nasıl olurda işlevini geliştirip büyüyebilir. Unutulmamalıdır ki hünerli ellerde güzelleşir sanat ve güzelleştirir çevresini.
“Bu yol, geçmişi geleceğe bağlayanların, sanatla dünyayı güzelleştirenlerin yoludur.”
BURJUVAZİ ve YOKSUL HALK
Tarihsel gelişimle ilgili olması gerekmeyen “derin yapı” nedir? Konuşan herkesin olasılığın dışında kontrolsüz bir düzeyde paylaştığı dilin alt yapısıdır.
Yapısalcılık varoluşçuluğa uymayan var olan ve zamanla değişime uğrayanı değil, şimdi var olanı inceler.
Sistem insanları eğitmez, eğitim adı altında gericiliği, bağnazlığı ve cehaleti yük ederek belleklere, akıl fukaralığıyla beyinden yana sakat bırakır. Varoluşculuk koşullarıyla sistemin dayattığı gibi, kendi kısır yaşamlarına empoze ederek, kendilerince algıladıkları boyutta sunulan apayrı bir dünya biçimi yaşamsal sistemlerine oturtuldu. Böylesi bir durumda gerçek suçlulara karşın verilecek olan mücadele olağan üstü bir vaziyette güçleşecektir. Toplumdan kopmuş olanların tekrar topluma kazanımı olasılığını tamamen ortadan kaldırmış olacağı gibi, suçlular kervanına yenilerini de katmış olacaktır. Cezai işlemini tamamlamadan serbest kalanlar, örgütlü suç işleyenler için bulunmaz bir kaynak olacaktır. Eğitimsiz toplumlarda suçlular dizginlenemez; birer suç makinasına dönüşürler.
Halk için ve ülke için geleceğe dair en güzelini savunup isteyen bizler; proletaryanın öncülüğünde hareket ederek, sosyalist devrimi savunmalıyız. Büyük ve küçük burjuva olarak bilinen burjuvazi reformistleri olan, sivil ve de askeri bürokrasinin öncülüğünde demokratik devrimi savunmaları gerçeklikten ne kadar da uzak. Sosyalist devrimin geçeceği yeni bir aşamayı sisteme oturtmak gerekliliktir. Askeri nitelik taşıyan emperyalizmin yükselmeye dair hiçbir aşamada sağlıklı yol alması mümkün olamaz. Verdiğimiz sosyalist mücadele yani antiemperyalist, anti feodal ve antikapitalist bir mücadeledir.
Sözde mücadele yanlısı olarak gözüken küçük burjuva, yani emperyalizme karşı olduklarını savundukları bu noktada tam da yapmaları gereken, verilmekte olan mücadelede tarafını belli edip mücadeleye katılarak, bizimle aynı gayeyi gütmek zorundadırlar. Gelecek için güzel şeyler murat edenlerin, insanlık için mücadelenin en şanlısını doğru ve yerinde, aynı enlem ve boylam üzerinde vermelidirler. Ve bu mücadele etabının en zor aşamalarını başarıyla geçerek kazanımları daha ileriye taşıyabilmelidirler.
“Cesaretini kırarak kendini canlı canlı mezara gömmek, sunulan varoluşçuluğa, alınan nefese, doğan güneşe yapılan en büyük ihanettir.”
“Bu yol, düzenbaza dur diyenlerin yoludur.”
ŞÜKÜRCÜLÜK
Yüzyıllardır ki hüküm ve yargı sahipleri, kendilerini vasatın üstünde gören inanç sahipleri, yani din tacirleri, kendilerini üst bilgiyle donatamayan kısır kalmış dimağlara şükürcülüğü yükleyerek asırlardır uyutmayı başarmışlardır. Kendileri tomar tomar tanrılar yaratarak günlerini gün ederek, yoksul halkın, ezilen sınıfların üzerinde hegemonyalarını kurarak, yaşattıkları her olumsuzluğun, her sıkıntının, her açlığın, sefaletliğin, her belanın Allah’tan geldiği hissini empoze ederek şükürcülükle kurdukları sistemin çarkını sekteye dahi uğratmadan döndürmekteler. Oysaki sadece Allah’tan geldiğine inanılan her ne ise ona şükür edilmelidir, kuldan gelene değil!
Asırlardır hiç değişmeyen tanrılara ideal bir tapınak olan bu sonsuz ve canlı evrene hayran olmamak mümkün mü? İnsan varolmuşluğa sonsuzluk olmayı hedef olarak seçmeli. Ama doğmuş olup, doğurmuş olan biz değişen varlıkların sonsuzluğu, değişmeyenin sonsuzluğuyla bir tutulabilir mi?
Dünya varoluşçuluğun en mükemmel ve en işlevli mekanizmasıdır. Biz insanlar ise o mekanizmayı bozup hiç ettik, dağıtıp piç ettik, yağmalayıp talan ettik, hırsıza talancıya yol ettik, kurutarak her bir kaynağını kıtlık kıran çöl ettik. “Dünya bizlere ne verdi?” diyenlere karşın dünyanın sundukları aşikâr. Peki, sizler insan olarak varolmuş ve varolacaklar, sizler bu cömert ve bir o kadar da alçak gönüllü olan bu kainatın incisine ne verdiniz bu güne kadar? Ölüm ve yıkımdan başka!
“Bu yol, insanlığa, varoluşçuluğa hizmet edenlerin yoludur.”
UÇURUMUN KIYISI
Yüksekler olmamalıdır bizleri korkutan, çünkü en korkuncu uçurumun kıyısına paralel yamaçlardır. Tutunduğun yerde bir kez aşağıya bakmaya gör. İşte o an tehlike çanları çalıp, ölüm davulu patlatırcasına döver döşünü. Beynin döner, aklın başından firar eder, tüm değerlerin sıfıra iner o an, kan basıncı tavan yapar, uyuşur gider vücudu diri tutan her ne varsa. Gücün son raddeye gelir, gözlerin kararır, parmakların kaybeder hissiyatını. Ölümle yaşam arasındaki o ince çizgide gelgitleri yaşarsın, ruhun bedenine isyanlardadır. Salisede sorgularsın bütün yaşanmışlığını. Gün hesap günüdür, kendini yargılayıp, kendine verirsin hesabını. Yargılayan yargıcın da savcın da sen olursun. Ama insan bir tek kendi avukatlığını yapamaz.
Yaşamla ölüm arasındaki ince çizgideyken, mahkeme salonu sonsuzluktur jüri ise uçurum yamacındaki, seni bekleyen yalçın kayalıklardır. Hâkimin ise tutunduğun her ne ise odur. Ya kıracaktır kalemini ya da yeni baştan kazandıracaktır iradeni.
Riya terk ederse insanlığın toprağını, o toprak ki seni alıp yüceltir yukarı, en yukarıya. Yani “insan üstü”ne. Gerçek irade bunu istemeli, insanlığın başlangıcı ve bitişi.
Ağır bir yara almış olan kibir, bütün acıların, bütün dramların anası değil midir? Beğenmişlik, ayrıştırarak kendini, insanlardan soyutlanmaktır. Asıl sorun kendi beğenmişlik derecesini ölçememeleridir. Bu tip kişiler kendi ederlerini sürekli başkalarından öğrenmeye çalışırlar, pohpohlanmak onların geçim kaynağı ve gıdasıdır, çok değerli, çok yüce bir kişi olduklarının hissiyatını verir kendilerine. Kendilerini üstün insan olarak görmeleri ayaklarını yerden keser. Sırtlarını verip pembe bulutlara, ayakları havada, başları yerde pembe hayaller içinde yaşar giderler.
Alçak gönüllülük nelere katlanmadı ki? Irmaklarım var vadilerimde akan, güneşim var dünyamı aydınlatan, yağmurlarım var bulutlarımda yağan, rüzgârlarım var harmanımı savuran, dağlarım var arkamda duran. Yüreğim var umutsuzluğa yan bakan.
“Unutmayın ki içtenlikle el veren, düşenleri yerden kaldırır.
Ovalara omuz veren dağları yerinden oynatır.”
Bilir misiniz bilmem çimenlere çiğ gecenin en sakin vaktinde düşer. Göçe yüz tutmuş duvar, gecenin en sessiz vaktinde devrilir. Doğal felaketler en beklenmedik anda yüz gösterir.
Sen, sen ol gidişatını asla unutma, yoluna ters düşenler geldikleri uçurumun kenarını bile göremezler. Büyük yalanlar üzerine büyük emirler verenler, en üst noktada yerini alır, yalanın sesi tok ve gür olur, bastırır doğruluğun naif ve sade olan sesini. Yapılması gereken büyük işleri başaramayan emir buyurucular, yalanın arkasına sığınarak yürütürler yararsız işlerini. Dışarıya yansıtılan ise büyük işlerin yapılmış olduğu havasıdır. Pohpohlanmak kabartır doymak bilmez iştahlarını. Oysa bilmezler ki “fırtınayı getiren engin düşen sözlerdir” güvercin kanadından gelen hür fikir ve özgür düşüncelerdir. Varoluşçuluğu idare edenler olgunlaşmalı, güzel iradenin meyvesi olgunluğa erişebildikçe var olur insan.
Zaferinde mağrur ol. Kibirlenme. Kim kibirin getirdiği zafere yenik düşmedi? Kimin gözü kibirin gün batımında körelmedi? Kim bende-i kibiriyle toprağa gömülmedi? Hangi kibir kervanı, kinin nefretin sahrasında dağılmadı? Kimin kibir binası yerle yeksan olmadı? Senin olan her ne ise sana döner sonunda, kendine baraktığının iyi yap hesabını.
“Bu yol, mağrur ve muzaffer olanların yoludur”.
“Bu yol, gözünü ufka dikenlerin yoludur”.
“Aşk olsun bu uğurda “insanüstüne “erenlere”.
DUYAN SAĞIR, BAKAN KÖR
Dikkatini kendinden uzaklaştıran çok şey görüp, çok şeye de vakıf olur. Kendi üstünde yükselmesini bilen yıldızları yukarıda seyreder. İşte zirve budur, çıkmasını bilene. İnsana kalan, sadece onurdur, aşağılık dünyanın aşağılık yüzüne gülene.
Yazgısı düzgün olan son yolculuğuna iyi hazırlar kendisini. “Ahhhh! Birde benim bu gece gece bezginliğim olmasa” belki de ufuklara kanat çırpan bir anka kuşu misali küllerimden yeniden doğar umutla bezetirdim yarınlarımı.
Bizler ki bir gizemin içerisinde korku çağını yaşamaktayız. Gizi çözemedikçe korkunun esiri olmaktan öteye taşıyamayız kendimizi. Korku dağlarının yaratıldığı bir çağ ve bu korkunun arkasına hapis edilmiş idrakten yoksun iradeler.
“Bir insanın gösterebileceği iki yüzü olmalı, biri hakka diğeri halka.”
Bedenindeki bütün organların duyu ve işlevselliğini unutan kişi, her daim sınırlı ve temkinli olur. Dilinin ses olduğunu, kulaklarının duyusunu, gözlerinin görüşünü unut. Zamansız esen fırtınanın sürükleyeceği belirsiz bir nesne olmaktan uzak tut kendini. Unutulmamalıdır ki şiddet, baskı, zülüm korkunun çocuğudur. Değil midir ki korkaklık, ihanet ve kalleşliğe iten insanı? Değil midir ki güven duygusunu ortadan kaldırıp katleden insani yanımızı? Değil midir güç zehirlenmesinin diğer yanı? İnsanları baskı altına alarak şiddet uygulanması, korkaklığın en belirgin örneğidir.
“Kendini hikmet sahibi gösteren şarlatan ulema takımıyla cennete gitmektense, bilge ve aklıselim ilim adamlarıyla cehennemde olmayı yeğlerim.”
“Mekkenin fütursuzluğunu, ikiyüzlülüğünü ve küstahlığını adaletli kılıcı ile gidermiş Muhammet Mustafa’nın aşkına, çivisi çıkmış bu coğrafyanın küstahlığına adaletin kılıcıyla bir son verin.”
En belirgin mesafesi güneşe ve tutkulara uyarlanmış, genişliğiyle zamanın iki yüzü vardır. Sonsuzluğun çöplüğüne atılan, çağdaş dünyanın artıkları olmak istemiyorsak, gerçeğin ve geleceğin ta kendisi olmalıyız. Gezden, gözden ve arpacıktan düşürülen çağın kurbanları olmamak adına, ilim irfan sahipleri olarak insanlığın yarınlarına hizmet edelim. Yarına, yarına umutla bakan çocuklar için.
“Bu yol, geçmişin küllerinden yeni bir gelecek kuranların yoludur.”
“Bu yol, insanlığa hizmet edenlerin yoludur.”
***
Görsel: Toplumun Sütunları (1926) – George Grosz