Azizm Sanat Örgütü’nün aylık yayını Azizm Sanat E-Dergi’nin Temmuz 2019 çıkışlı 139. sayısı yayında. Eleştiri, görüş ve katkılarınızı bekliyoruz;
***
İçindekiler
Editörden s. 6
Bir Demokrasi ve Katılım Mücadelesi: Yurttaş Gazetecilik – İlkay Sevgi s. 10
Kendine Kurulu Yansıma – Ziza Rumas s. 18
Bizim Sokakta – Mehmet Rayman s. 20
Yol – Nilgün Zülfü Işık s. 22
Mösyö Pretendoviç – Ahmet Ayberk Aykul s. 24
Yaşam Döngüsü 6: Varoluşçuluk – İsmet Şengül s. 26
Hırs – Özgür Karakaya s. 38
***
Editörden
Bir birey olarak neye tekabül ettiğinden bihaber yaşantıların toplamından toplum bilinci beklerken durmaksızın hayal kırıklıklarına uğrar oluşumuzda, eşyanın doğasına aykırı beklentilere kapılıyor oluşumuzun payını yeterince hesaba katıyor muyuz? Ötekiler üzerine hassasiyet yarışımızın kabarttığı ötekileştiricilik tehdidi bir yana, bir ötekiye sahip olmanın başat temelinde yatan benliğe sahip olmak kaçımızın altından kalkabildiği bir hareket noktası? Çoğunluğun böyle bir tartışmayı yok saydığı, hatta böyle bir tartışmayı anlamlandıracak bir bellekten yoksun oluşu bir gerçek. Buna rağmen, benlik inşası gibi meşakkatli fakat mecburi bir uğraşı kaçımız yerine getirme gayesinde buluşuyor? İrili ufaklı toplulukların, toplumcu yanılsamaları, her daim doğru ve haklı olmanın dayanılmaz hafifliğini karşılayacak kadar yeterli kalabalıklar sunuyorken sürüden ayrılmayı, veya ayrılınmasa bile üst açıdan sürüyü görebilmeyi beklemek çok iddialı bir beklenti gibi duruyor. Pek tabi bunu başarmanın bile önünde kendi benliğini kavrayabilme serüveni uzanmakta tüm engebesiyle. Yanılsamaların, umut illüzyonlarının şovenizme bulandığı bir zaman/mekânda popülizmin bile p*çine razı gelinen ortamda, ünlü, başarılı pek çok sanatçının da dalgakıransızlıklarına tanık olurken ortalama direnç sahiplerine çok da yüklenmemeli. Bir ay sonra bu köşede yeniden Kierkegaard’a dönecek olursak, benliğin umutsuzluğunun yol açabileceği tehlikeleri daha açık görebiliriz;
“Ben’in kaybolmasına kadar, körü körüne sonsuzluğa dalan umutsuzluğun yanında kendi ‘ben’inin başkaları tarafından yok edilmesine karşı koyamayan başka bir umutsuzluk vardır. Bu umutsuz, çevresinde kalabalıkları göre göre, birçok insani sorunla ilgilene ilgilene başkalarına benzemeyi, sürüye karışmış bir taklitçi, bir numaracı olmayı çok daha kolay ve güvenilir bir yol olarak görür.” (akt, Andre Le Gall, Anksiyete ve Kaygı, s. 50: 2012, Dost Yay.)
Toplumcu bir güdülenmeyle, çözülmesi gereken bir sorun olarak ele alınabilecek çoğunluk albenisinin karşısında, sürüden ayrılma çağrısıyla çıkanların küçük çoğunluklarında beliren yekpare kibrin, eleştirilen biçimin farklı tonundan öteye geçemeyişi pek çok ilerici, toplumcu ve Aydınlanmacı beklentiyi de ötelemekten başka işe yaramıyor. Ancak yine de, bu yönde bir beklentinin yanlışlığı ihtimalini de göz ardı etmemek gerekiyor. Pınar Köksal Üretmen’in “Bakışı Beklerken” adlı pasajı, varoluştan kaynaklı, özü bütüncül olarak kavrayamama ve dolayısıyla benliğe varabilmek adına her yüzeye – bir bakıma bencilce – çalınan benlik denemelerine işaret ediyor:
“İnsan kendisini hiçbir zaman tam ve bütün olarak göremez. Belki elimizi, bacağımızı, omzumuzu görebiliriz ama kendi gözlerimizle sırtımıza, yüzümüze bakamayız. Kendi gözümüze, bakışımıza bakamayız. Bu nedenle kendimizi eksik ve parçalı tanırız. Kendimizi bir bütün olarak sadece yansımalarda görürüz. Eksik olmadığımızın onayı yansımamızdır. Aynadan ya da ötekinin gözünden yansıyan görüntümüzdür. Bu nedenle ötekinin bakışında kendimizi ararız. Aşk bakıştır. Aşk bizden çıkan, ötekine yönelen ve onun bakışıyla bize geri dönen – bütün ve var olma – onayımızdır. Aşk bu döngüsel bakış sayesinde bizi bütünler. Marcel Proust, aradığımız (ya da başka bir bakışla beklediğimiz) şeyin bizden çıkıp karşıdaki yüzeye çarpan ve bize geri dönen şey olduğunu dile getirirken belki de bunu söyler.” (Psikeart, sayı 63, Ey Godot! Geldiysen Üç Kez Vur Tahtaya, ss. 56-57)
Toplumcu olmak adına maddeyi tanımaktan yola çıkılacaksa, bireyin özüne inmeyi, içsel ve dış hudutlarını mümkün olduğunca isabetli olarak belirleyebilmeyi başarmamız gerekiyor. Eğer kalabalıklar içinde, bilinçli ya da değil, yalan yaşamlar yaşamak istemiyor fakat buna rağmen, kendimizle baş başa kaldığımızda bile kendimize yol almakta güçlük çekiyorsak, tedavi yönteminin bilimsel katman sayısından bağımsız olarak, üretkenliği eğilimleştirerek ve dışavurumlarımızı içsel ve dışsal salınımlar düetiyle derinleştirerek ilerlemek akılcı bir tercih olarak dikkat çekiyor. Sonuçta bu deneme de benzer bir sorunsalı aynı yöntemle aşabilme gayretinden kaynaklanmıyor mu?
Azizm Sanat E-Dergi’nin 139. sayısı, yelpazenin zıt tonlarından doğan şiir, öykü, deneme, öyküme ve değerlendirmelerle dolu, hafif ancak yüksüz olmayan bir yaz içeriğiyle yayında. Hafifleyebilmek adına ağırlık kazanma daha genel bir çerçevede, dirimbilimin yasalarına da uyumu gözetmek babında doğru bir tercih izlenimi veriyor. İzlenimin ardına kapılmanın ise sinemadan, mitolojiye, neredeyse insanlık kadar eski olan anlatılar tarihinin biricik dürtüsü olan meraktan tetiklenmediğini iddia etmek biz dâhil kimsenin haddi değildir.
Toplum ütopyasına varmak için temele inmek adına,
Sanatla kalın dostlar.
Azizm’in Notu: Azizm Sanat E-Dergi’nin Ağustos 2019 tarihli 140. sayısı için dilediğiniz konuda makale, öykü, şiir, deneme, eleştiri, karikatür, video, resim ve fotoğrafı 3 Ağustos tarihine kadar azizm.sanat@gmail.com adresinden yayın kurulumuza iletebilirsiniz.
***
Görsel: Şapkalı, Çifte Portre (1937) – Dora Maar