Didar-ı Yâre Erdim Libasını Tersten Giyinmiş – Ziza Rumas

Düzlüklerin, ovaların ve de vadilerin kavurucu sıcağını efil efil esen rüzgârlarıyla serinliğe döndürsün diye dağları bir sergi gibi yeryüzüne konduran yaratıcı el, biz insanoğluna da ilham verip sanayi devrimiyle birlikte tekstil sektörüne de eser kaynağı oldu.

Yazları uzun entarileri ve bir o kadar güneşten korunuruz gayesiyle giysi üstüne giysi giyinen geçmişimiz insanlarının suçu ne idi ki tişört diye bir nimetten yoksun olarak mezar taşının dibindeki boşluğun zemin toprağına başlarını koymak zorunda kaldılar.

Şu uzun yaz gün ve gecelerinde üzerimize adeta emanet gibi örttüğümüz kısa kol ve bir o kadar çeşit renkleri ve modelleriyle tişört nimetini bize bahşeden usta zanaatkâra şükranlarımızı iletebilsek de mahcubiyetimizi izale edemeyeceğiz. Niye mi? Tişörtün buluşunun ilk maharetli ustası kim ola merak ve meramımızı başka kedere havale edip, size bugün şu kentte şahit olduğumuz üç tişörtgiyen türünü, buluşun sahibi ilk zanaatkâra ve giymeye, görmeye bile kavuşamadan şu dünyadan göçen geçmişteki insanlarımıza jurnalleyeceğim.

Sayın ustam, bulduğun ve keşfine önayak olduğun tişörtü, bizim burada senin buluş ve kullanma kılavuzuna binaen zıt bir şekilde giyinip görsel estetik algımızı altüst ediyorlar. Size şikâyette bulunduğum şekliyle tişörtlerini donlarının içine sıkıştırmak suretiyle pantolonlarının altına koyup üzerine de kemerle göbek güney orta kuşağının tam ortasında zincirliyorlar ki bir daha çıkmasın.

Vakıa 1: Onlardan biri mavi tişörtünü kot pantolonunun içine sıkıştırmakla yetinmemiş üstüne bağladığı iki metre kemerinin uç kısmını da kalça vadisinin giriş düzlüğünde dışa doğru kaçmaya yeltenmiş pantolon iliğine takmıştı. Göbeğin geoidini çepeçevre saran gariban tişört kendini çekiştire çekiştire bulunduğu girdaptan yukarı çıkmak üzere kurtulmaya yelteniyordu. Kendimi yine tutamayıp: “Hocam kemerinizi ekvatoral bölgenizin çapı +10 cm kadar uzunundan alsaydınız keşke, sizinki bir buçuk çap olmuş.” dedim ama demez olaydım. “Kemerlerin de mi ölçüsü var?” demesin mi bana! “Yok, hocam siz inanmayın böyle şeylere, latife yaptım.” dedim.

Vakıa 2: Antik Yunan filozoflarına sorulması dahi ürkütücü olacak olan “Beyaz tişörtün altına beyaz pantolon neden giyilir ki?” paradoksunun tecessüm etmiş hali olan ikinci vakıamız da birinci örnekteki gibi tişörtünü pantolonun içine sıkıştırmış vaziyette çıkageldi. Gösterdiği direnişe rağmen başarı elde edemeyen beyaz tişört öğrenilmiş çaresizliğine yanadururken, ona paralel kulvarda başka bir yarışmacı kazandığı zaferin sarhoşluğuyla bulunduğu yerde yuvarlanıyordu. Beyaz tişörtün altındaki beyazdan krem rengine dönmüş atlet kendini göbeğin altından kurtarmanın sevinciyle yukarı doğru kıvrılarak sigara böreği edasıyla boy gösteriyordu.

Vakıa 3: Geçmişten geleceğe zamanda yolculuk yaparken zamanımıza düşmüş bir amcaoğlu da yine kısa kol tişörtünü kumaş pantolonunun içine kırıştırmak suretiyle endamını sergilemiş oldu. Kış mı yaz mı kararsızlığında kalan emmizad uzun kollu fanilasıyla kışa meydan okurken, kısa kol tişörtüyle de yaza hazır olduğunu tüm moda dünyasına temaşa ettiriyordu.

Ey yârin zülüfleri timsali tişörtün kolundan narince sallanan fanila sarkıntısı, düşlere saldın bizi şu hazan mevsiminin hüzünce düşen sarı yapraklarına veda eden dal misali.

O zaman gelin bin sekiz yüzlü yılların Kâğıthane gecelerinde kayıklarıyla nehre açılan musiki ustalarının makam-ı nağmelerinden bir eserle akalım şu gecenin sırrına:

Neyleyim şu derdi arz-ı gönle ayan imiş

Cihan şu faniye tek bir entari dikivermiş

Bir kefene bin akçe biçenler beride dursun

Didar-ı yâre erdim libasını tersten giyinmiş

***

Görsel: Nehirde Yıkanan Kadın (1654) – Rembrandt Harmenszoon van Rijn

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi140

Bunu paylaş: