19 Temmuz 2019
Burhaniye, Balıkesir
Bugün akşamüzeri, ışık azalmaya başlamışken, varlığını fotoğrafını paylaştığında ondan “art nouveau” bir esermiş gibi söz eden dostum Gevher’den öğrendiğimden beri hayran olduğum muhteşem canlıyı gördük annemle. İsmi çarpıcı güzelliğini yansıtmıyor bence ama ilginç olduğu kesin; “Karınca aslanı” .
Bu vesileyle Gevher’in 2015 yılında Bozcaada’da çektiği o fotoğrafı buldum yeniden. Bir de ne göreyim o da 19 Temmuz’da karşılaşmış onunla!
Bilimsel ismi ise Palpares libelloides olan bu ilginç türün başka fotoğraflarını görmek isterseniz;
http://dogalhayat.org/property/karinca-aslani-4/
Biz büyülene büyülene sohbete devam ederken Gevher bana art nouveau dünyası ile böcek dünyasını birleştiren sanatçılarından birkaçıyla tanıştırdı beni. Siz de tanışmak isterseniz;
René Lalique
https://www.metmuseum.org/art/collection/search/491266
2 Ağustos 2019
Yuvarlakçay
Yaz tatilimizde yolumuzu düşürdüğümüz Köyceğiz’in aşırı nemli havasından kaçmak üzereyken, köylülerin önerisi üzerine Yuvarlakçay isimli mesire yerine gittik. Sandras dağından kopup gelen ve Köyceğiz gölüne dökülen buz gibi suyun çevresindeki sempatik mekanların birinde serinledik, zaman geçirdik. Bize, hoş geldiniz, diyen fotoğrafsever bir kızböceğiyle karşılaşınca da mutlulukla belgelemek farz oldu.
Mustafa Bilgin
Efsanevi Pterophorus pentadactyla (The white plume; Türkçe adı?); Ağustos, Kocaeli.
Bilimsel adını Türkçeye çevirmek isteseydik şöyle demeliydik: “beşparmaklı Kanattaşıyan”. Uzun bir süre muhteşem kanatlarını açmasını bekledim ama O Yabanifesleğen’le çok meşguldü.
“Baharın Azizliği
Kibrit çakıyorsun karanlıkta badem çiçeklerini görmek için
Ve mart denizlerinde tedirgin bir çift sarnıç gemisi gözlerin
Bir iş açacaksın sen başımıza, yangın mı olur artık bahar mı?” -Yücel.
Hüseyin Cahid Doğan
Editörün notu: Türkçe ismi “Beşparmak tüygüvesi” olabilir;
http://dogalhayat.org/property/pterophorus-pentadactyla-3/
8 Ağustos 2019
Küçükkuyu
Kuzenimin eşi Burak’ın kumdan yaptığı muhteşem heykellere ne zamandır hayrandık, sonunda bugün ellerinden bir balina ve denizaslanının doğuşuna tanık olduk. Burak denizaslanı yapmayı düşünmüş bugün için ama bizi kırmadı ve isteğimiz üzere bir de kaşalot yaptı.
Yeğenlerim Rüzgâr ve Defne ilgiyle izledi Burak’ı. Kuzenim Aslı ve Burak’ın oğlu Çınar’ın ise, olağanüstü heykelleri her gün görmekten doğmuşa benzer tatlı bir umursamazlığa büründüğü oluyordu. Kumdaki çocuklar da merakla izlediler, ara ara Burak’ın yönlendirmesiyle yardım da ettiler. Kaşalotun dişlerini bulmak ve yerine yerleştirmek sırası geldiğinde oldukça minik bir çocuk bile yardımcılarımız arasında yer alıyordu. Bir ara dalgalardan balinanın kuyruğunun etkileneceğini sandık, böyle heyecanlı anlar da yaşadık.
Pek çok çocuk, hatta erişkin, denizaslanını fok sandı. Hemen hepsi “Fok balığı” dedi. Bu vesileyle foklarla denizaslanlarının farkını anlatmış olduk bir sürü çocuğa ve anne babasına. Fokların balık olmadığını (gerçi sözün gelişi olduğunu da bilen çok elbette) ve sularımızda denizaslanlarının değil fokların yaşadığını da anlattık. Kaşalotun Moby Dick romanındaki balina olduğunu bilen de vardı ama bilmeyen daha çoktu (daha genç olanlar). Kaşalotlarla ilgili de bir sürü şey anlattık meraklılara, soru soranlara. Elbette en heyecanlısı bilmeyene kaşalotun sularımızda yaşadığını söylemekti.
Heykellerin ve çocukların daha pek çok fotoğrafını çektik. Dilerseniz Kanatlı Balina grubunda paylaştıklarımıza bakabilirsiniz;
Özgür Keşaplı Didrickson
12 Ağustos 2019
Melbourne, Avustralya
Yol boyunca karşıma çıkan bu olağanüstü güzellikleri sizlerle paylaşmak istedim.
Melda Turan Doruk
Denetko Sahili,
Bu akşam, kumsalda, ılgınların hemen yanında otururken onun üzerinde yusufçuk dolanıyordu başımızın üzerinde. Günbatımının içine girip çıkan telaşlı kanatlarını videoya almayı denedim;
Özgür Keşaplı Didrickson
16 Ağustos 2019
Garajonay Milli Parkı, La Gomera, Kanarya Adaları, İspanya
Fas açıklarında ve Atlantik Okyasunun bir nevi ortasındaki yedi takımadadan oluşan Kanarya Adaları’nın, Akdeniz ölçeklerine göre büyük ancak okyanus kıstaslarına göre küçük temsilcilerinden La Gomera adasına yol alacak uçak öncesi, Kanaryaların başkenti Tenerife’e iniş yapmak gerekiyordu. Bir anda beliren bulutların ve sisin görkemi akabinde tüm heybetiyle açığa çıkan ve ürkütücü anlara sebebiyet veren sönmüş bir yanardağın zirvesiyle gölgeleniyordu. Zorlu inişin İspanyolların alkışlarıyla tamamlanması, pilotların alkışlanışı noktasında hangi gereğinden fazla “canlı” Akdeniz halkının öncü olduğu sorusunu sordurttu. Brutalist bir mimariye sahip Kuzey Tenerife Havalimanı’ndan, binişinde bir merdivene bile ihtiyaç duyulmayacak kadar küçük bir uçakla La Gomera’ya doğru yol alındı. Yarım saatlik uçuşun en az yarım saatinden fazlası, her biri volkanik adalar olan Kanaryalar arasında en sarp olarak adlandırılan ve boyut sıralamasında altıncı gelen La Gomera’ya nasıl havaalanı yaptıkları sorusuna yanıt arayarak geçti. Güneyde bir yükseltinin düzleştirilmesiyle “hava alanı” sözcük öbeğini doğrulayan yere iniş yaparken uçakta çalışanlar hariç hemen herkesin korku dolu çığlıkları, her iki adanın da kuzeylerinde görülen kalıcı bulutlara odaklanma ve uçağın kapalı devre müzik sisteminde çalan R.E.M imzalı Man On The Moon ile biraz dengeleniyordu. Araç ile kalınacak yere gidilirken yüksek hava alanından aşağıya inme hayalleri kısa sürede daha da yükselme ve Türkiye’de belki Assos ve Kaş yollarıyla kıyaslanabilecek, ancak onların binlerce metre yükseklikteki sürümleri olarak düşünülebilecek yollara evriliyordu. Sarp kayalıklar, bodur ancak gururlu bitki örtüsü, çarpıcı vadiler, okyanusun ihtişamı ve güneşin yakıcılığı, çat pat İspanyolcanın dışavurumuyla arabayı kullanan kişiye “La Isla Bonita” diye seslenme gevşekliğini meydana getirdi. Şoför ise sakin bir alışkanlıkla “bekle” işaretini yaparak aracı tünele soktu. Çıkıldığında neyin beklendiği tüm duyularla fark edildi. Güneş gitmişti, hava soğumuştu, göz gözü görmüyordu ancak bunun sebepleri arasında kalıcı bulutların ve sisin etkisi kadar tüm bunları çağırmayı başaran, bir zamanlar Akdeniz ve Avrupa’yı kaplarken şimdilerde yalnızca Azor Adaları ve La Gomera’da görülebilen türde ormanların metrelerce yükselen, sımsıkı ağaçlarıyla, Garajonay Milli Parkı, La Gomera’yı tercih eden yerleşiklerin, gezginlerin ve turistlerin birincil gerekçesi. Ada yüzeyinin onda birini kaplarken dünyada adanın vazgeçilmezi olan su sorununu tamamen yok edecek ihtiyacı ıslak ormanlarıyla sağlayan Garajonay’ın tamamını gezebilmenin güç olacağının bilinciyle, 17 kilometrelik bir güzergâh tercihinde bulunduk. Şansımıza ya da şanssızlığıma ada kuzeyinin ender güneşli günlerinden birine denk gelirken ilk olarak Alto Garajonay’a giderek adanın ve ormanın tepe noktasından, ikisi hariç Kanarya Adaları’nın tamamını gösterecek ufka doğru seyre daldık.
Gran Canary’deki korkunç – Aynı anda İzmir ve yurdun pek çok yeri de yanmaktaymış – yangın, görmemiz gereken dört adadan birini gölgelerken, adanın ilk ve asıl sakini olan Yerli halkların İspanyol sömürgecilere karşı son sığınaklarının da bu tepe noktası olduğunu öğrenmek, yangından ve hatta ormandan da rol çaldı.
Orahan adlı tanrılarına yakın olmak için burayı seçen Yerlilerin anıtlarından başlayarak ilerlenen 17 kilometrenin dışa vurulmayan bir öfkeyle başlaması yerini giderek yorgunluğa bırakacaktı.
Serin, nemli ancak sis yerine güneşli ormanların sıklığı sık sık öyle bir hal alıyordu ki gövdesi parçalanmış, çürümüş, kopmuş ağaç gövdesi ve uzuvlarının birçoğunun gökyüzünde diğer ağaçlarca taşındıklarını görmek masalsıydı.
Volkanik bir ada olmasından ötürü tarıma fazlasıyla elverişli olan fakat hayvan – özellikle memeli – çeşitliliğinde aynı zenginliği sağlamayan Garajonay’da, zamanında Afrika’dan gelen birkaç yarasa türü haricinde memeli olmadığını öğrenmek ilginçti. Böcek, kuş çeşitliliğinde de Avrupa ve Afrika türlerinin benzerlerini sunan ormanlar, biri endemik olmak üzere iki tür kertenkeleye ev sahipliği yaparken bitki zenginliğinde ise rakipsiz bir hal alıyordu. Toplamda 140 endemik tür ile kapladığı alana oranlandığında eşsiz olarak tanımlanan yarı tropik Garajonay Milli Parkı, küçük şelaleleri, pınarları, sarp ve aniden beliren dik kayaları, hayli zorlu patikalarıyla doğa/çevre tutkunun olunmasından bağımsız olarak, sinematografik açıdan sunduğu estetik görüntülerle de deneyimlenmesi gereken bir yeryüzü zenginliği.
Onur Keşaplı
Kaz Dağları
Kaz Dağları yoluna düştüğümüzde hepimiz çok mutlu ve heyecanlıydık. Nereye bakacağımı şaşırıyordum. Uçsuz bucaksız orman, katman katman dağlar, bulutlar, sayısız bitki ve ağaç türleri mutluluğumuzu arttırıyordu sürekli. Kuzgunlar da onlara özgü ötüşleriyle gökyüzünde salınıyorlardı.
Sarıkız tepesine çıkarken bir şeyler yemek için durduğumuz yerde Cengaver kelebekleri ve birbirinden güzel çiçekler karşıladı bizi. Tepeye ulaştığımızda rehberimiz Sarı Kız’ın hikayesini anlatırken ben yine birbirinden güzel çiçeklerin peşine düşmüştüm. Hikayeyi, Tahtakuşlar’dan rahmetli Alibey Kudar‘dan defalarca dinlemiştim.
Dönüş yolunda altı eğrelti otları ve yaban mersiniyle kaplı çam ormanının kıyısında yürüyüş yaptık. Şimdiye dek bu kadar çok yaban mersini görmemiştim hiç, yememiştim de. Yol boyunca gördüğümüz sumağı da ilk kez burada gördüm. Yürüyüş yolunun sonunda Kaz Dağları’na endemik göknarlar gökyüzündeki bulutlarla sohbet ediyorlardı sanki. Burada gördüğümüz böğürtlenler olmamıştı henüz, çiçekteydiler oysa yolculuğun başında bir noktada sırf böğürtlen yemek için durmuştuk.
Yükseldikçe bitki örtüsünün değişimini izlemek de heyecan vericiydi. Kızıl çamların zamanla yerini kara çama bırakması, 1720 metrelik zirvede kayaların üzerini bodur ardıçların bir halı gibi kaplaması…
Rehberimizin anlattıkları (zirvede haziran ayında bile kar görülebilmesi vs) ve bizim fark ettiklerimiz (örn. katır tırnağı, laden gibi çiçeği geçmiş türler)bu yolculuğu farklı mevsimlerde, hatta farklı aylarda yapmanın da ne denli farklı güzellikler sunacağının kanıtıydı. Kimbilir bu görkemli dağda çadır kurmak, gecenin sessizliğinde ormanı ve Sarı Kız efsanesinden mitolojiye sayısız öyküleri dinlemek nasıl da muhteşem bir deneyimdir.
Perihan Keşaplı
Kaz Dağı’nın zirvesine çıkmak bu sene ailecek yaptığımız en güzel şeylerden birisi oldu. İda olarak da bilinen bu görkemli dağın öyküleri ve endemik bitkileri kadar kalabalık bir grup olarak yollara düşmemiz de özel kıldı bu geziyi. Rehberimiz de halamın uzun yıllar komşuluk yaptığı, doğa rehberliğini işin ötesinde tutkuyla yapan birisi çıkınca gerçekten çok keyif aldığımız bir gün oldu.
Gezide de birlikte olduğumuz gençlik yıllarından dostumuz Olcayla 20 yıl kadar önce Burhaniye’den vapura biner, Akçay’da iner ve sonra, incir toplama molası vere vere yürüyerek giderdik Kaz Dağları’na. Hasan Boğuldu Şelalesi’ne böyle birkaç kez gitmiştik. Bu görkemli dağa neden “Bin pınarlı İda” dendiğini anladığımız, çok, çok soğuk olan, kayaların görkemiyle sarılı bu sularda yüzmek, minik şelalelerin içinde uzun süre oturmak çok keyif verirdi. Hem çok sessiz olurdu. Nadiren başkalarıyla karşılaşırdık. Çoktandır gitmedim ama artık Kaz Dağları’nda da pek çok tesis olduğunu, en azından bazı dönemlerde kalabalıktan kaçmanın çok zor olduğunu duyuyorum.
Yalnızca bizden oluşan yolcularıyla jipimiz dağa tırmanmaya başladığında ilk duraklarımızdan birisi 480 metredeki Ayı Deresi oldu. Kayaların üzerinden akan şelalerin Hasan Boğuldu günlerimi hatırlattığı, yer yer güneşin ışınlarını geçiren güzel gölgesinde, dev taşların üzerinde uzun süre oturmayı isteyeceğim yeşillikte bir yandan da sonbaharı bulduk. Çoğunlukla çınarınkilerden oluşan sonbahar yaprakları yer yer suda birikmişti, yer yer üzerinden şelaleyi akıtan kayaların üzerinde. Patikada yürürken üzerlerinde gördüğümüz “Karanlık Orman Esmeri” olduğunu düşündüğüm kelebekleriyle de çok uyumlu görünüyorlardı.
Yolculuğun ilk kısımlarında sık sık, artık meyvede olan “Ayıfındığı” gördük. Sonra sumak, çiçekleri üzerindeyken etrafı nasıl da sarıya buluyor olduğunu merak ettiren katır tırnakları, bir tanesi kırmızı lambalarla dolu yılbaşı ağacına benzeyen ardıç, uzun boylu, az çiçekli bir tür karanfil ve dahası kimi zaman ancak seyir halinde gördüğümüz bitkilerden bazılarıydı.
1400 metrede, Kapıdağ’da çevremizdeki sıra sıra dağların isimleri, hangi il sınırlarına girdikleri gibi bilgiler verdi rehberimiz. Böyle anlarda dağları her şeyden çok sevip sevmediğimi düşünürken buluyorum kendimi ama ne şanslıyız ki ülkemiz çok dağlık ve hiç bir zaman onlardan uzak değiliz zaten. Çiçeklerinin ıslak görünümüyle de çok sevdiğimiz kantaronların bodur bir türünü ilk bu tepede gördük.
Biraz daha yukarıda, yanlış hatırlamıyorsam Tozlu Yaylası’nda yemek molası verdik. Daha gelir gelmez çarpıldım buraya. Çok büyük turuncu kelebeklerin uçuştuğu; çiçeklerini türlü böcek ve arının ziyaret ettiği uzun boylu yüksük otları, beyaz çiçekli mor naneler, eğreltiler, kantaronlar, mor dikenler ve o an tam emin olmasam da sonradan Facebook’taki Flora grubu sayesinde Alaska’dayken göç öncesi sinekkuşlarının nektarıyla beslendiği türün aynısı olduğuna emin olduğum yakı otlarıyla cennete benzer bir yerdi burası. Rehberimiz de hem bu bitkilerin içinde hem de patikada boz ayıyla karşılaşmış zaten. Ayılar da bilir elbet cennetin neresi olduğunu. Çokgözlü türlerden ve zıp zıplardan 2 tür kelebek de gördük burada. Ayrıca duvar kertenkeleleri dolanıyordu kayaların üzerinde. Derede ise kozalakların yanıbaşında ve ağaçların gölgesinde iribaşlar…
Alaska’da, yakı otuyla beslenen sinekkuşu fotoğrafımı da içeren, bu muhteşem kuşların göçüyle ilgili bir yazım;
Duvar kertenkelesi;
http://dogalhayat.org/turler/ortak-duvar-kertenkelesi-podarcis-muralis/
Sonunda endemik Kaz Dağı göknarıyla da tanıştığımız bir yürüyüş yaptık burada. Yol boyunca pek çok mor dışkı bulmak bizi gülümsetti ne de olsa kuş halkalama çalışması yaparken böğürtlen ve türlü meyvelerle beslenen kuşlar üzerimizde ve kitaplarımızda böyle mor lekeler bırakırdı. Alaska’da çok görürdüm elbette ama ülkemizde gördüğüm ilk ayı dışkısında da mor renk kendini gösteriyordu. Bu patikada kara çamların altını kaplamış olan, yer yer eğrelti otları içeren yaban mersini halısı çok etkiledi beni. Aynı şekilde ağaçların altını tamamen kaplamış, boyu orta hallice otlar da.
1700 metrenin üzerindeki zirvenin ve hemen biraz altının bitki yapısı da çarptı beni çünkü sıkı orman görüntüsü ve bitki örtüsünden çok yer yer kayaların (Bergama, Kozak Yaylası gibi) ve çalımsı bitkilerin olduğu yerler daha mutlu ediyor beni. Zirvedeki, yanılmıyorsam “küme karanfil” denilen karanfil öbekleri, yine benzer şekilde bodur, güzelim beyaz çiçekli çobanyastığı, sarı, diken diken “peygamber çiçeği”, kayaların dibinden fırlamış menekşeler, gevenler, uyuzotuna benzettiğim çok zarif beyaz bir çiçek, koyu pembe çiçekli yabani sarımsak ve Flora grubundan “Sarıkız güzeli” olabileceğini öğrendiğim (Armeria trojana) belki de zirvede gördüğümüz en ilginç çiçek derken o dar zamanda istediğimiz kadar olmasa da bitkilerin dünyasında dolandık uzun süre.
https://www.turkiyebitkileri.com/en/photo-gallery/view-album/4786.html
Zirvede, dağ manzarasını içimize çekerken defterime de bir iki cümle de olsa yazmaya da çalıştım. Büyük yeğenim Rüzgâr da “Evimizden her sabah burayı izliyor olmamız çok ilginç aslında” diye yazmış. Evet, ne kadar da haklı. Memleketimiz Burhaniye’de gözümüzü Kaz Dağları’nın görkemli görüntüsüne açmak, bir anlamda eteklerinde yüzmek kimbilir günümüze nasıl dokunuyor?
Kaz Dağları’ndaki doğa katliamına karşı halkın haklı ve umut verici öfkesini doğuran günlerde atmış olduk İda’nın koynuna kendimizi. Bir tesadüftü aslında ama Kaz Dağları’nın, ülkemizin ve dünyanın yaşadığı doğa kıyımına karşı savaşma gücünü kaybetmemek, bilginin rehberliğinde savaşmak için İda’yla o günlerde konuşmuş olmak kesinlikle daha da etkiledi bizi.
Özgür Keşaplı Didrickson
Kaz Dağları’yla, doğası ve mitolojik öyküleriyle ilgili birkaç kaynak;
http://www.kazdaglari.com/index.html
17 Ağustos 2019
Hermigua, La Gomera, Kanarya Adaları, İspanya
Tarım alanlarının – büyük ihtimalle Avrupa Birliği politikaları nedeniyle – kısıtlanması nedeniyle azalan nüfusun La Gomera’da en çok etkilediği yerleşimlerden olan ve şimdilerde kapladığı geniş yerleşkeye rağmen yalnızca 1000 civarında kişinin yaşadığı Hermigua’da, Alto Garajonay’dan okyanusa uzanan derin yarığın eteklerine kurulu dik yerleşimlerin, muz başta olmak üzere sundukları meyve ve sebze çeşitliliği, adanın her ürüne ev sahipliği yapabileceğini kanıtlarken şaşkına çevirdiği tek canlı insanlar olmuyordu.
Hermigua ve bir bütün olarak adanın nüfus açısından muhtemelen baskın türü olan kertenkelelerin, Avrupa’daki kuşlar ya da ülkemizde kedi köpekler gibi tasasızca hemen her yerde olmalarına ve insanlardan çekinmemelerine alışılmasına rağmen, havuz kenarındaki ağaçtan düşen incirin anında kertenkeleler tarafından yenmesine tanık olmak kolayca alışılabilecek bir görüntü olmuyordu.
Onur Keşaplı
20 Ağustos 2019
İstanbul
Balkonda inceden bir çıt çıt duyunca, açık pencereleri bulamayan bir böcek kendini cama vuruyor zannedip kurtarmak için ayağa fırladım.. kalkmamla ne göreyim, sepetin içinden minik bir kafa ağzında yumurta kabuğu bana bakıyor..
Bunca yıldır ilk defa balkonum aynı yaz içinde iki ayrı doğuma sahne oluyor; ilk defa beklemeden anneanne oluyorum; ilk defa aynı yuva ikinci kez seçiliyor.. çünkü kumrular bir kere yavruladıkları nesneyi bir daha yuva edinmiyor; az mı uğraştım ege’nin maket kartonlarına, storun üstüne filan yumurtlayıp yavruları telef etmesinler diye..
Bu bereketi, bozcaada’mın çam iğnelerinin, kozalaklarının uğuruna bağladım.. ilk yavrumun adını çıt çıt koydum..
Gevher Gökçe
Burhaniye,
İzmir yangını hepimizi kahretti. Amazonlar’dan da yangın haberi gelince üzüntümüz büyüdü elbette. Genellikle böyle durumlarda hepimiz çok duygusallaşıyoruz. Bilimcilerin söylediği, özellikle sorgulamadan inandığımız doğruların gözden geçirilmesini sağlayacak bilgi paylaşımlarını yaymamız lazım. Yangın ekologu, Doç. Dr. Çağatay Tavşanoğlu‘yla yapılan, her ne kadar iyi niyetli olsa da kitlesel ağaç dikimlerinin ekolojik olarak yanlış oluşundan söz ettiği söyl eşisini de lütfen okuyalım ve yayalım;
Özgür Keşaplı Didrickson
21 Ağustos 2019
Los Christianos, Tenerife, Kanarya Adaları, İspanya
Alaska’da 2016 yılında ablam Özgür Keşaplı Didrickson rehberliğinde oldukça butik bir tekne ile gerçekleştirilen balina gözleminde, her ne kadar kendisi çok sıradan bir gözlem olarak nitelendirse de, Alaska’nın perspektifleri ve hatta meteoroloji bilimini tersyüz eden coğrafyası ve ikliminde kambur balina sürüsüyle karşılaşmak çarpıcıydı. Cüsseleriyle destansılık yaratan kambur balinaların ya da yine ablamın tabiriyle kanatlı balinaların zarafet dolu, dingin hareketleri ise yirmi metreyi aşan boylarıyla tezat oluşturacak şekilde şiirseldi. Balina gözleme dair, Alaska-Seattle arası gemide uzaktan da olsa görülen orkalar da hesaba katıldığında, “yeni” ne görülebilir önyargısıyla yola koyulduğumuz Tenerife’in güney limanında, Türk kurucuları olduğu bilgisi sonrası şaşırtmayacak şekilde Bahriyeli adını taşıyan gözlem gemisini beklerken, sahilde, yüzen insanların yanıbaşında yaklaşık 2 metrelik bir vatoz görmek okyanusa açılmadan önce meraklandırıcı işlevi gördü. Deniz memelilerinin gösteri havuzları için yakalanmaları noktasında savaşım veren Sea Shepherd’ın sancağını da taşıma yetkisine sahip Bahriyeli’ye binerken ister istemez Sea Shepherd’ın popülist ve kimi zaman tutarsız politikalarını eleştiren, South Park’ın kült bölümü Whale Whores‘u düşünürken yetkililerce “yüzde 99” olarak ilan edilen yunus ve balina görme ihtimalini dikkate almak biraz güçtü. Her nedense bitmek bilmeyen müzik yayınıyla Atlantik güneylerine açılırken kısa sürede kendimizi bir pilot balina sürüsüyle karşı karşıya bulduk.
Aile ve sürü içi bağları kuvvetli olan türün sakinliği bir anda Atlantik benekli yunuslarının süratiyle gölgede kaldı ve tekneyle kısmi yarışmalara da giren yunus sürüsünün bir süre etrafımızda boy gösterdikten sonra süratle uzaklaşmaları sonrası okyanusta adeta yalnız başımıza kaldık. Sea Shepherd propagandası altında yunus ve balina tutsaklığına dair işitsel kayıtların dinletildiği gözlemde, balina ve yunuslarla karşılaşıldığı anlarda Enigma’nın 1990’larda gereğinden fazla ünlenen Sadeness’ını dinlemek fazlasıyla yabancılaştırıcıydı. Bahriyeli ile okyanusa açılmanın mı açılınca beklenen an geldiğinde balinalara bakarken Enigma ilahilerini dinlemenin mi yoksa bu ilahiden yola çıkarak Ben Stiller’ın Tropic Thunder’ının başında yer alan sahte fragmanlardan Satan’s Elley’i hatırlamak mı daha saçmaydı, yanıt vermesi güç bir soru. Tüm bunların göz ardı edilebildiği anlarda, özellikle Bahriyeli’nin doğru bir kararla, uzaklaşan hiçbir yunus ve balinayı takip etmemesi, yakınlarına geldiğimizde motoru tamamen durdurmaları ve bu sayede ikinci bir pilot balina sürüsüyle karşılaştığımızda onları çok yakından ve uzun uzadıya seyredebilmek güneşin yakıcılığına ve rüzgârın sersemleticiliğine rağmen güçlü bir deneyimdi.
Onur Keşaplı
Özgür Keşaplı Didrickson’ın notu;
Siyah Yunus Akdeniz’in belli bölgelerinin yerli türü ancak ülkemiz sularında “büyük olasılıkla konuk tür” notuyla geçiyor. Siyah Yunus Türkçe isminden de anlaşılacağı gibi bir tür yunus ancak İngilizce isminde “balina” kelimesi geçiyor; “Long-finned pilot whale”.
Siyah Yunuslar çok sosyaller, kalabalık gruplarda yaşıyorlar. Çok kesin dille konuşulmasa da toplu kıyıya vurma vakalarında çok sık rastlanan bu türün, kimi zaman hasta ve/veya hatalı yönelim yapan liderlerini/yaşlı bireyleri takipte ısrarının da bu kıyıya vurmaların en azından bır kısmında payı olduğu söyleniyor. İngilizce ismindeki “pilot” kelimesinin türün ismi olmasının nedeni de zaten lider olan bir bireyi (genellikle yaşlı bir dişi) takip etmeleri.
Türle ilgili, İspanyolca ama çizim, fotoğraf ve video açısından zengin bir sayfa;
Türle ilgili ayrıntılı bilgi için (İngilizce);
22 Ağustos 2019
Marmaris, Muğla
Çiftkuyruklu paşa meleklerinin incir keyfi…
Neriman Fırtına
24 Ağustos 2019
Büyükada, İstanbul
Yusuf Kılınçcı’nın Büyükada’da çektiği leylek videosu bugünlerde süzülen kuş göçünü izleyenlerin ne denli şanslı olduğunu ne kadar da çarpıcı şekilde gösteriyor;
Yusuf Kılınçcı
Bu sene leyleklerin dinlenmek için apartmanların çatısında büyük sayılarla konaklamaları da özellikle şanslı insanlara muhteşem manzaralar hediye etti;
https://www.cnnturk.com/yasam/bu-goruntuler-istanbulda-cekildi-goc-yolculuguna-yagmur-molasi?page=1
Balıkesir’de yetkililerin leyleklerin ölmemesi için 12 saat boyunca elektrikleri kesmesi de güzel insanların varlığını hatırlatıyordu;
30 Ağustos 2019
İzmir
Sevgili Dirimbilim günlüğü,
Sana şimdiye kadar çok yazmak istedim, ancak bir türlü elim klavyeye gidemedi ne yazık ki. Ama artık sanırım zamanı geldi, umarım bu başlangıcın devamı gelir.
Dün çok güzel bir şey başıma geldi. Babamın çok zorlu bir ameliyatını yeni atlatmışken Bostanlı’dan Üçküyulara’a doğru arabalı vapur ile gitmeye karar vermiştik. Son 3-4 araba için yer kalmışken yakaladık 17:15 vapurunu… Arabanın içinde mecburiyetten otururken ben dışarı çıkıp denizin insanın yüzüne vuran o güzel damlalarını hissetmek istedim. Arabalı vapurun çıkarttığı dalgalar o kadar güzeldi ki balıklar bir oraya bir buraya zıplıyorlardı, hiç bu kadar fazla balık daha önce dikkatimi çekmemişti, sanırım av yasağından dolayı kutlama yapıyorlardı. Martılar ise ekmek ve simit yemeğe alışmış olsalar gerek onlarla hiç ilgilenmiyordu.
İşte tam o sırada kafamı kaldırdığımda iç körfezin tam ortasında yaklaşık 50 metre uzağımda bir deniz kaplumbağası ile göz göze geldim. Gövdesi ve kafası tamamen dışarda vapura doğru yüzüyordu, sanırım körfezden uzaklaşmak içindi bu çabası, kim bilir belki de keşfetmişti o da kolay yemek yemenin yolunu oluşan sahte dalgalar sayesinde….
Caretta caretta (İribaş deniz kaplumbağası ) mı yoksa Chleonia mydas (Yeşil deniz kaplumbağası) mı bilemiyorum ama her 100 deniz kaplumbağasından sadece 3-5 adetinin erginliğe ulaşabildiğini düşünmek ve onu İzmir körfezinde bu kadar yakınımda canlı olarak görebilmek benim için yaşadığım en güzel ve en şanslı anlardan biriydi.
Hangisi olduğunu anlamak için sonradan biraz araştırma yaptım tabi, mesela C. caretta daha çok derin sularda, 200 metre civarı yaşarken etçil beslenirken nesli daha da tehlikede olan C. mydas ise 20 metre civarında derinlikte yaşayıp ve otçul besleniyormuş. İç körfezin en derin yerinin 21 metre civarı olduğunu düşünürsek belki 2. tahmin olabilirdi ve/fakat geçerken uğramış veya yolunu kaybetmiş de olabilirdi. Belki bana yardımcı olabilirler diye ayrıca Dekamer’e de (Deniz kaplumbağaları Araştırma Kurtarmave Rehabilitasyon Merkezi ) yazmayı ihmale etmedim.
Hangi tür olursa olsun umarım bu sularda balıkçı ağına takılmadan, denizanası sanıp plastik poşet yemeden kısacası, başına bir şey gelmeden sağ salim istediği yere ulaşır ve orada sağlıklı, mutlu bir şekilde yaşar.
Not: Sizler de yaralı veya ölü bir Deniz kaplumbağası ile karşılaşırsanız nasıl davranmanız gerektiği konusunda http://dekamer.org.tr/index.html adresinden yardım alabilir, ayrıca WWF sayfasından genel bilgiye ulaşabilirsiniz;
https://www.wwf.org.tr/ne_yapiyoruz/doga_koruma/turler/deniz_kaplumbaas/
Sevgiler,
Ayşegül Çiftçi
31 Ağustos 2019
Didim
Bu sarmaşık hemen hemen her sarmaşık gibi çok çabuk büyüyor. Minik beyaz çiçekleri pinpon topu büyüklüğünde yeşil baloncuklara dönüşüyor. Adı “balon sarmaşığı”. Bizimki öğlen sıcağına dayanamadığından akşam üstü fotoğrafladım. Kuruyan balonun içinde kimi zaman üç tane kadar olan tohumları var. Belki de bu tohumları toplamak en zevkli tarafı çünkü tohumların üzerinde beyaz renkli kalp şekli görülüyor. İngilizce adı ise “love in a puff” (Cardiospermum halicacabum). Türkçeye belki “puf içinde aşk” diye çevirebiliriz.
Yeşim Öndül
Not: Kuş türleri için trakus.org, kelebek türleri için trakel.org adresine bakabilirsiniz. Bitkiler konusunda Facebook’taki Flora grubu dışında, turkiyebitkileri.com adresinden ve yazarımız Hüseyin Doğan’ın emeğiyle hayata geçirilmiş olan “Kocaeli Bitkileri” sayfasındandan yararlanabilirsiniz. Sürüngenlerden mantarlara, genel olarak yaban hayatla ilgili bilgi edinmek, gözlemlediğiniz türlerin hangisi olduğunu öğrenmek için dogalhayat.org adresine de danışabilirsiniz.
…
Azizm Sanat Örgütü olarak doğadan zannedildiği kadar uzak olmadığımızı düşünerek, bu düşüncenin yarattığı umutla “Dirimbilim* Günlüğü” köşesini açmaya karar verdik.
Dirimbilim Günlüğü’nün her yaştan herkesin katkısıyla oluşmasını arzuluyoruz. Günlüğümüzde yer almak için yer ve tarih bilgisiyle bize gözlem ve düşüncelerinizi aktarabilirsiniz. Notlarınıza fotoğraf, çizim, video da ekleyebilirsiniz.
Bizi birleştireceğini, yaban hayata olan sevgimizle güç birliği yapmamızı sağlayacağını umduğumuz günlüğümüze katkılarınızı bekliyoruz. Notlarınızı dirimbilimgunlugu@gmail.com adresinden yayın kurulumuza gönderebilirsiniz.
* “Dirim” kelimesi “yaşam” demek. “Dirimbilim” de “Yaşambilim” yani “Biyoloji” demek. “Dirim” kelimesinin doğanın içindeki müziğe ve şiire de göz kırpan bir kelime olduğunu düşündüğümüz için günlüğümüze bu ismi verdik.