Başrollerinde Michael Douglas ve Alan Arkin’in yer aldığı, Hollywood kıstaslarına göre gündelik bir senaryonun, sade diyaloglarla zekice işlendiği ve oyunculuğun ne olduğunu bir süredir özel efektlerle unutmaya yüz tutmuş izleyicilere iyi oyunculuğu yeniden hatırlatacak kadar başarılı sahnelemeleriyle dikkat çeken, Andy Tennant’ın yönettiği The Kominsky Method’un altıncı bölümünde ikilinin araba yolculuğu esnasında bir filme atıfta bulunuluyor. Eşini yitirdikten sonra bocalayan Arkin’in oynadığı karakterin bir de üstüne kızını rehabilitasyona yerleştirmesinden sonra ömrünün kalan sayılı süresi için yetecek güdülenmeye sahip olmadığı için intiharı düşündüğü anlarda, aklına 1991 yapımı Thelma ve Louise geliyor. ABD orta sınıfından, yaşamları boyunca örtülü veya açıkça baskılanmış, törpülenmiş ve yaşamak yerine hayatta kaldıkları bir zaman zarfında ömürlerini geçiren iki kadının, adı konulmamış eril hegemonyaya meydan okudukları ve özgürlüklerine yol aldıkları film, feminist okumalara da hatırı sayılır alan açmasıyla tüm zamanların en önemli ve iyi yapıtların biri olarak anılıyor. En İyi Özgün Senaryo dalında Oscar da kazanmış olan filmin yönetmeni Ridley Scott, öncesinde çektiği bilimkurgu başyapıtları Alien ve Blade Runner ve sonrasında çektiği destansı Gladyatör ve Cennetin Krallığı ile Hollywood’un en yetkin yönetmenleri arasında yer almanın ötesinde sinema tarihinin en sevilen yaratıcıları arasında yer alıyor. Aynı Scott’ın son yapıtı ise The Journey/Yolculuk adında bir kısa film. Uzun metrajda rüştünü çoktan ispat etmiş sanatçıların kısa film üretir olmalarını her daim olumlu karşılayan bir yapı olmamıza karşın bu kısa filmi ciddiye almakta ve övmekte müthiş zorluklar yaşıyoruz. Daha da ileri gidelim; Ridley Scott adına utanmanın sancılarını çekiyoruz!
Başlığımızda yer alan “düğün kameramanı” etiketini bu mesleğin erbaplarına yönelik bir hakaret olarak okumamak gerekiyor. Evet, düğün türümüzün akılcı evrimine hakaret niteliğinde geleneklerden biri ve buna yönelik ritüellerin evrensel palavraları tıpkı Thelma ve Louise gibi cesurca meydan okumayı ve karşı gelmeyi gerektiriyorlar. Ancak böyle bir gerçek, hem de hiç olmadığı kadar görgüsüzce yaşanmakta ve – Andy Warhol’un ünlü sözünü Warhol’un da gayet hoşuna gidecek şekilde deforme etmek gerekirse – düğünler sayesinde herkes birkaç saatliğine kendisini biricik hissetmekte. Ruh sağlığımız için belki de böylesi gerekli ve faydalı ve de arsızca sayıları arttırılan sinema televizyon bölümlerinden mezun olan işsizler ordusu için düğün sahası bir can simidi. Peki, niçin kızılcık sopamızla Scott’a bu benzetmeyle hücum etmekteyiz?
Üçüncü Havalimanı adlı hilkat garibesini görmeme konusundaki inadımız mecburen kırıldığında karşımızda dünyanın en büyük havaalanından ziyade, parlak bembeyaz ışıkları ve boşluğun mimarideki önemini mutlak yanlış anlamışlarca ortaya konulan yokluklarla dünyanın en büyük düğün salonu vardı. Girişinde bir taşra AVM’si boyutunda ve görünümünde bir caminin de olduğu bu düğün salonu ile ilgili çok şey söylendi, yinelemenin anlamı yok. Ancak asıl şok etkisi, yine itinayla uzak durduğumuz fakat bu kez mecburen tercih ettiğimiz Türk Hava Yolları’nın uçağına binince yaşandı. Yıllardır bir yandan emekçilerini sömüren diğer taraftansa reklamlarında – Abdullah Gül cumhurbaşkanıyken onun elini, diğer eli cebindeyken sıkarak karizmasını sağlama alan Kevin Costner’la başlamak üzere – Manchester United yıldızlarını, Los Angeles Lakers’ün ünlü guardı Kobe Bryant ile Barcelona’nın pek çok vergi kaçakçısı sporcularının en sevileni Lionel Messi’yi ve son olarak Akademi Ödüllü oyuncu Morgan Freeman’ı oynatacak bütçeleri bulan THY’nin son bombası, sinema tarihinin en önemli yönetmenlerinden Ridley Scott’a reklam çektirmek olmuş! Bir de üstüne reklamın dünya prömiyerinin ABD Futbol Ligi Finali Super Bowl reklam arasında gösterilecek bir tanıtım bütçesine sahip olduğunu da eklemeyi ihmal etmeyelim!
THY reklamı adı altında Üçüncü Havalimanı, namı diğer Dünyanın En Büyük Düğün Kompleksi’nin tanıtımını çekmeye kalkan Scott, Journey adını verdiği film tadında yapıtından fazlasıyla gurur duymakta olacak ki, kamera arkası videosunda da sanki yeni Bond veya Bourne filmi çekmişçesine özgüvenli. Alien ve Blade Runner’ı yönetmiş bir maestroyu böyle görmenin ne kadar güven kırıcı olduğunu yazmak bile yersiz; ama yazdık.
The Journey, adları ifade edilmeyen ancak muhtemelen eril zihniyete hitaben, biri Esmer diğer Sarışın olarak anılan iki kadının küresel kovalamacasının İstanbul etabını aktarma iddiasında. Slyvia Hoeks ve Aure Atika’nın canlandırdığı karakterlerin, kadın ana karakter seven Scott yerine politik doğruculuk adına kadını vitrine koyan para sevdalısı Scott tarafından yönetilir olduğunu fark etmek zor olmuyor. Üçüncü Havalimanı, boğaz, Çırağan, Galata, Yerebatan Sarnıcı, elbette Ortaköy ve pek tabi camilerle bezeli film(reklam) oryantalist klişelerden fırsat bulduğunda ajan/gizli servis hikâyesini anlatmak için çabalıyor. Nafile çabanın vasat bir gizem, gerilim ile desteklenmeye çalışılması Scott adına bizleri daha da üzerken kapitalizmin çürümüşlüğünün, eğer sekter ve sağlam bir karşı duruş yok ise, bulaşamayacağı kimselerin olmadığı gerçeğini hatırlatıyor.
Öyle ki Scott, kamera arkasında uzun süredir reklam çekmemiş olduğunu ve reklamın süratini özlediğini, dünyanın en büyük havalimanı sayesinde bunu bir öyküyle harmanlayıp sinematografik bir şekle büründürdüğünü anlatıyor. Kulağa hayli havalı gelen cümleler, bu klişe ve oryantalist tanıtım filminde yapım ekibinin niçin Scott’ın kulağına “bembeyaz entarileriyle durmadan dönen adamlardan da koysak mı” sorusunu yöneltmediklerini düşündürttü. Ortaköy meydanında güvercinlerin arasında bir semazen figürü harika olmaz mıydı? Hem böylece Dünyanın En Büyük Düğün Salonu’nun reklamı için verdiğimiz parayla aynı zamanda Türkiye temalı bir turizm tanıtımımız da olurdu. Acaba “Ekselansları”nın bu süreçten yeterince haberi yok muydu?
THY’nin Skylife dergisinin, Türk-İslam sentezinden özboğulma yaşayan, Ağustos sayısında şaşırtıcı olmayacak şekilde öne çıkartılan Malazgirt temasında yer alan Recep Tayyip Erdoğan’ın, metnin İngilizcesinde cumhurbaşkanı sıfatının yerine başkan olarak anılmasını şaşırtmazken, aynı metnin Türkçesindeki “sayın” sözcüğünün çeviride “his excellency”e dönüşmesi inanın bize bile bu kadarı da olmaz dedirtti. Ekselansları ya da hazretleri olarak Türkçeleştirilebilecek sözcükten elbette Scott’ın haberi yoktur ancak bu sıfatın tercih edildiği kişi ve hegemonyası için Dünyanın En Büyük Düğün Salonu’nun ne ifade ettiğini Scott’ın bilmediğini düşünmek saflık olurdu. Batı kamuoyu ve medyasının, ekselanslarına karşı hayli gecikmiş, epey defolu, eksik ve yanlış olmasına karşın geliştirdiği eleştirelliğin, kendi ülkesinde yeni işbaşı yapan sarışın ekselans ile bağdaştırılabilecek şekilde sarf edildiğini aynı Scott’ın duymamış olduğunu düşünmek de bir diğer saflık olurdu. Scott, ya, pek çoğu dış basına da yansıyan, bu ülkede 2002’den beri yaşanmakta olanları duymayacak kadar anti entelektüel (hızımızı kesmeyelim: cahil) ya da parası verildiği takdirde, zamanında Kaddafi’nin çadırlarından çıkmayan ünlülerden farksız biri olarak yeterli miktarda meblağı görünce “ben işime bakarım arkadaş” diyecek kadar küçük esnaf zihniyetli. Lütfen küçük esnaflar da düğün kameramanları gibi alınganlık yapmasınlar. Burada hedef tahtamız Alien ve Blade Runner’ın yönetmeni Ridley Scott ve ona giden her yol – tıpkı onun kariyerinde yaptığı gibi – mubahtır, müstahaktır (bu sözcüklerin doğru kullanıldığından emin olamadık)!
RTÜK’ün sansür yasasına Netflix’in tepki göstereceğini sananlar gibi alık değiliz, nitekim Netflix ergen mizahını sürdürecek şekilde kitlesini hoş tutarken RTÜK’ün hamlesini onayladı. Kapitalizmde küçülme söz konusu olamaz, her koşulda yıllık büyüme oranları tutturulmalıdır. Kapitalizmde bu tutum yalnızca şirketler için değil markalaşmış şahıslar için de geçerlidir. Bundan böyle en azından bizim için “Ayla ve Müslüm’ün yapımcısı” tadında olacak olan Alien ve Blade Runner’ın yönetmeni Ridley Scott’a tanıtım filmi, düğün kameramanlığı, ucuz klip yönetmenliği (sinematografik konuşuyoruz Scott gibi, yoksa maddi değil) mecralarında başarılar dilerken Gladyatör ve Cennetin Krallığı’nın yönetmenin son başyapıtını başkaları adına utanarak paylaşıyoruz;