En büyük hayali günün birinde uzun metraj çekmek olan kısa film yönetmenleri kalabalığına sahip bir ülkede, Kısa Film Yönetmenleri Derneği başkanı Sidar Serdar Karakaş’ın tabiriyle, hiçbir kısa metraj sanatçısının başyapıtını izleme şansına varamadığımız gerçeğiyle karşı karşıyayız. Elbette bir sinemacı kısa metrajdan yol alıp uzun metraj filmler üretmeye başlayabilir ancak burada sorun bir kez uzun metraj çekmeye başlayanların ne yazık ki kısa metrajı hoş bir seda ötesinde hatırlamaz, anmaz oluşları. Bunda “Yeni Türkiye Sineması” adı altında, aslında pek de yenilik ya da özgünlük taşımadıklarını yıllar geçtikçe fark ettiğimiz kudretli yönetmenlerimizin kısa metraja asla tenezzül etmemelerinin mutlaka payı var. Hâlbuki dünya sinemasında bu kaideyi kaldırıp çöpe atacak auteurler mevcut. Leos Carax, Terry Gilliam gibi önceki kuşağın yönetmenleri rüştlerini ispat ettikten sonra kısa film çekip festivallerde yarışmalara katıldılar. Daha yakın örneklerden hareket etmek gerekirse, Call Me By Your Name ile 21. yüzyılın belki en güçlü aşk filmine imza atmış ardından Suspiria ile herkesi şaşırtmış Luca Guadagnino’nun bu yıl çektiği The Staggering Girl’ü gösterebiliriz. Ya da Kan Dökülecek ile hatırlayacağımız, ABD sinemasının muhtemelen günümüzdeki en yetkin yaratıcısı Paul Thomas Anderson’un Azizm’de de üzerine yazdığımız Anima’sı, veyahut ülkemizde de hatırı sayılır hayrana sahip Yorgos Lanthimos’un Sarayın Gözdesi ile gövde gösterisi yaptıktan sonra Nimic adlı bir kısa metrajla boy göstermesi, yukarıda andığımız tutucu/tuhaf kararları boşa çıkartmaya yetiyor.
Bu konuda dolu olduğumuzu bitmek bilmeyen cümleler içeren girizgâhla kanıtladığımıza göre, Lanthimos’tan hareketle, Nimic’den üç yıl önce çekilip, bir bakıma “Lanthimos kısa film çekseydi nasıl olurdu” sorusuna da yanıt olarak değerlendirdiğimiz, François Jaros’un yazıp yönettiği Oh What a Wonderful Feeling’e geçebiliriz. 2011’den günümüze, sinema babında yalnızca kısa metraj çeken ve aldığı pek çok ödül de hesaba katıldığında başarısı yadsınamayacak Jaros, 2014 yapımı Toutes des Connes filminde aşk/ayrılık acısı klişelerini, bütün klişelere harfiyen uyarak, bizzat kurguladığı seyir zevki yüksek devinimli bir güldürüyle döngüleştiriyordu. 2015 yapımı Maurice’de ise yönetmen, yaşlılık, ötenazi başlıkları üzerinden idealize edilmiş bir ölümün mümkünatını kara komediyle yorumluyordu. Cannes’da ve Toronto’da yarışan, Jaros’un hem yazıp hem de yönettiği, 2016 yapımı Oh What a Wonderful Feeling ise öykü anlatma yükünden arınmış bir kurmaca olarak önem taşıyor. Film, anlam arayışını anlamsızlaştıracak absürt devinimleri, önceki aylarda Filmci’de yayınladığımız Oscar adayı Fauve’den hatırlayacağımız görüntü yönetmeni Olivier Gossot imzalı dört dörtlük sinematografisiyle karşılayarak izleyiciyi normalde ciddiye alamayacağı olayları ciddiye almak zorunda bırakıyor adeta. Puslu dış çekimlerin buğulu iç çekimlerle tamamlanışı, rahatsız edici optik hareketlerle beraber düşünüldüğünde filmin, ses tasarımı etkin işitsel kanalında konuşmalara yer ayrılmamış oluşu neticesinde tekinsiz bir doku kazanmasını sağlıyor. Kontrası yüksek resimlerin kontrası yüksek anlaşılmazlıklarla örüldüğü Oh What a Wonderful Feeling, “Yıldızlar, ateşinizi gizleyin; karanlık ve derin arzularımın ışık tarafından görünmesine izin vermeyin. Ya da bir kamyon tarafından” şeklinde çevirebileceğimiz edebi ve felsefi saçmalığa varan önermeli özetiyle de François Jaros’un başyapıtına işaret ediyor;