Ekonomik saldırganlığı sayesinde yarattığı hegemonyada herkesi bir şekilde kandırmayı başardığı özgürlük yanılsaması ile, ortada henüz bir simülasyon evreni bile yok iken yanılsatıcı geleceği müjdeleyen Amerika Birleşik Devletleri’nin mutlak ayrımcı ve tutuculuğu ölçüsünde yıkıcı temellerinde hala ezilmekte olan siyah azınlığın pek çok tepkimesi arasında rap özel bir önem taşımakta. 1970’lerin sonunda, gettolarda başlayıp 1980’lerle ülkenin iki yakasını umulmadık şekilde bir araya getiren rap, çeyrek asır gibi kısa bir zaman diliminde, bir müzik türü olmanın ötesine geçip, şiirselliğin grotesk sürümüne tekabül eden biçimi ile birlikte söylev gücü ve balad dokusuyla tepkisel dışavurumun evrensel yöntemlerimden biri halini aldı. Popüler kültürün vurucu gücü MTV çağına denk gelişi nedeniyle, grunge rock’ın muhalifliğini tüketerek etkisini azaltan ve onu kabuğuna çekilmeye zorlayan kapitalizmin benzer bir örtülü ele geçirme yönetime maruz kalan rap’in bu dalgaya ne kadar yapıcı karşılık verdiğini söylemek güç. Public Enemy, N.W.A. ve 2Pac gibi politik temelli sanatçıların bile popülist işlere imza atmasına sebep veren kültürel hegemonyanın, 2000’lerle beraber rap’i pop kültürünün başat unsuruna dönüştürmeyi başardığı ortada. Öyle ki rap sanatçılarının hatırı sayılır çoğunluğu, klişe tabirle ruhlarını şeytana çoktan satmaya razı gibi bir izlenim verirken, günümüzde rap yalnızca muhalifliğini değil müzikal temellerini de yitirmeye yüz tutmuş durumda. Hal böyleyken rap’i ciddiye almak güç iken rap’i hala olması gerektiği gibi, Ortodoks bir tavırla icra eden sanatçılara ulaşmakta hayli güç. Belki de zaten en başından beri yeraltı kültürünün bir parçası olmuş rap’in özüne ulaşmak için yeraltında arayışlara girmek mecburiyeti eşyanın doğasına en uygun olan izlek.
Rap tarihi ve bu tarihe dair sıkıcı yorumlarımızı bir kenara bırakırken, ülkemizde rap’in Almanya odaklı olmak üzere ABD benzeri ayrımcılıklara Avrupa’da maruz kalan gurbetçiler vesilesiyle giriş yaptığı, protestlik noktasında arabeskin yerini adım adım alışıyla, getto yerine gecekonduları mesken tuttuğu söylenebilir. Kaderci tepkimeyle deforme olan yerli rap’in, 2000’ler yükselişiyle beraber popüler ve protest örneklerini, ABD’nin 1990’larını çağrıştıracak şekilde yaşadığı görülürken, 2010’lar ve özellikle son dönemle beraber popülizmin mutlak hâkimiyeti reddedilemeyecek bir veri. Seyreltilmiş muhalifliğin bile dalkavukluk seviyesinde kaldığı, Doğu ve Batı yakası üzerinden yaşanan ABD rap savaşlarının düzmece gruplaşmalarla denendiği bir ortamda nitelikli yerli rap bulmak her zamankinden güç. Ülkemizde rap’in son hafifmeşrep dalgasından çok önce, Gezi’nin hemen ardından yayınladığı Sivil albümüyle görmezden gelinmeye çalışılan muhalifliği, ayakları yere epey sağlam basan ideolojik arka planla icra eden Dipnot, geçtiğimiz aylarda Harmonia Prodüksiyon çatısı altında, Enes İshak ve Onur Yeğin eşliğinde dile getirdiği Saygı Duruşu’yla hatırı sayılır bir ses getirdi. Politize oluşunu kitleleri politize etme yönünde, rap’in yukarıda andığımız grotest estetiğiyle birleştirerek gerçekleştiren Dipnot, yine geçtiğimiz aylarda yayınladığı Cumhuriyet tekliğiyle bambaşka bir doku yakalıyor. Daha az bağırgan olmasına karşın, Onur Yeğin imzalı nostaljik alt yapısıyla Cumhuriyet, rap gibi hırçın sayılabilecek bir sanat formunun romantizm akımını çağrıştıracak şekilde, naif bir dışavurum olarak da üretilebileceğini ve bu esnada geçmişe özlemden ziyade bir zamandan muaf bir ütopya arayışına işaret ediyor. Dipnot’un kapalı bir şiirsellikle, zekice kurguladığı Cumhuriyet anlatısı, geçmişin aydınlanmacı birikiminin gelecek inşasının harcında yer alacağını hissettirirken, Azizm Sanat’ta artık özel bir rap dosyası yapmamız gerektiğini de fazlasıyla hissettiriyor;