Avrupalıların ayak basışlarından bu yana geride kalan asırlar boyunca katliamların, savaşların, direnişlerin, darbelerin ve en önemlisi aynı anda hem umudun hem de umutsuzluğun kıtası halini alabilecek kadar uçlarda devinimlere ev sahipliği yapmış Latin Amerika’nın, biraz da sarp coğrafyası nedeniyle, nispeten arka planda kalan ülkesi Bolivya’da yaşanan aşırı sağcı askeri müdahaleyi çaresizce izlemekteyiz. Modern zamanların ilk Yerli devlet başkanı unvanını taşıyan, aynı zamanda, Venezuela’da Hugo Chavez tarafından ilan edilen, 21. Yüzyıl sosyalizminin en önemli destekçisi ve uygulayıcılarından Evo Morales’in, ABD ve Avrupa destekli emperyalist saldırganlıkla alaşağı edilmesi, Batı demokrasisi ve demokratlık halesinin palavra doğasının altını bir kez daha çiziyor. Morales dönemi Bolivya’sının ve bir bütün olarak – artıları ve eksileri bu köşenin hacmini aşacak ölçekte olan – 21. Yüzyıl Sosyalizminin, kıtadaki kazanımlarının yitirilme ihtimaliyle beraber kıtanın solcuları, Yerlileri ve emperyalizm karşıtlarının can güvenliklerinden endişe duyuyoruz. Batının, “liberal”, medyasının elbette üç maymunu oynadığı faşizan darbenin, ekonomik çerçevesini oluşturan, bir zamanlar tarihin sonu olarak müjdelenen serbest piyasa ekonomisinin çarklarında, bilim sever(!) oligarklardan Musk ve pek sevilen Tesla’sı gibi özel adları görmek, bilimin dizginlerinin de kimin elinde olduğunu ayrıca hatırlatmalı.
Önce Avrupa’nın, ardından ABD’nin arka bahçesi olarak kaderi sömürüyle özdeşleştirilmeye çalışılan Latin Amerika’da, Bolivar, Jose Marti, Che, Fidel ve daha nicelerinin, sürekli başkaldırı ve savaşımları hiç şüphesiz kıtanın müziğinden resmine, edebiyatından sinemasına tüm sanat dallarını da mücadeleyle harmanlıyor. Üçüncü Sinema gibi muhalif sinema tarihinin en sekter ve isabetli sinematografik kodlarının da vatanı olan Latin Amerika’da, ana akım veya avangart işlerde de politik izleri kolayca takip etmek mümkün. Emperyalizme sinemasal salvolarla karşılık veren yönetmenlerin coğrafyasında, kısa metraj sahasının bu başlıkta bir nebze de geride kaldığı söylenebilir. Yine de kısa film sanatçıları arasında, kıta babında kadimleşmiş direniş kültürüne katkı sunan yapıtlar üretenler de yok değil. Santiago ‘Bou’ Grasso’nun yazdığı, yönettiği ve de uyguladığı, 2013 yapımı ödüllü canlandırma Padre/Baba, bu filmlerin başında geliyor. 1983 yılında, Arjantin’de sona eren faşist askeri rejimin bitiş anını, yatalak haldeki militarist babasına bakmakla yükümlü bir kadının aracılığıyla betimleyen Padre, eril baskıcılığın toplumsal yenilgisinin bireylerin küçük dünyalarında doğrudan bir değişikliğe dönüşemeyebileceğine işaret ediyor. Bu da aslında bireysel ve toplumsal mücadelelerin birer basamak olarak algılanmasının ötesinde, daha bütüncül bir dönüşümün – gerek bireyden filizlensin, gerekse toplumsal bir çoğulculuk içersin – hatta sathı müdafaanın mecburiyetini ortaya koyuyor. Duraksayıcı hareketlendirme biçimi olarak, 68 Kuşağının arı Türkçe denemelerinin bir benzeriyle betimleyebileceğimiz stop-motion tekniğinin güçlü bir uygulaması olan Padre, aynı zamanda ses kanalının bir sinema yapıtı için ne denli hayati olduğunu da izleyicinin dinleyici rolünü de pekiştiriyor.