Kuzgun – Bilgen Seven

Kuzgun, Nuh’un gemisine geri dönmemekle lanetliydi bir de üzerine Nuh lanetledi katran karasına döndü rengi. O gün bugündür karadır. İçi de dışı da. Dışının karası iyidir, leke tutmaz ama içinin karası çok ağırdır, taşıyamaz. Katran karasıyla hangi çiçek sulanır bilmez bu yüzden de ölemez. Yaşamakla lanetlidir kimse bilmez.

Çok yorgun kuzgun Ağrı Dağı’ndan yola çıktı yedi kıtayı dolaştı, gördü geçirdi anladı dinledi, derledi topladı, sustu konuştu, gömdü doğurttu, güldü ağladı, öldü dirildi. Yedi kıtada yedi günaha büründü. Dönse Nuh’un gemisi denizde değil karada batacak her şey hiç olmamış olacak kıyamadı, sürgüne mahkûm kaldı.

Göze görünmeyen iğneler batıyor üstüne başına nereye konsa aynı. Biliyor kuzgun rahat yok artık. Alıştı her yerine batan iğnelere. Örgüye başladı kuzgun. Ördü ördü çeyiz sandığına gömdü, sandığı aldı götürdü toprağa gömdü. 

Vasiyetidir kuzgunun; her kim göçerse dünyadan ne bekliyorsa ona kavuşamadan sandık gömüldüğü yerden çıkarılacak yerine beklediğine kavuşamayan gömülecek.

Çeyiz sandığı bulunduysa eğer bir yerlerde bilinsin ki benim değil. Hiç ben dememiş birinin böyle bir cümle kuruyor olması pek yakışık almıyor ama biz desem eğreti durur, olmaz. Kendinden bahsederken “biz” diyen insanlar var. Kibirden öyle diyorlar diye aklımın bir köşesine yazmışım, silemiyorum bir türlü. Tamam, kabul, maddesel olarak kapladığım yeri göz önünde bulundurursak ve kendimi tanımlamam gerekliyse “ben” diyeceğim.

İşte o ben olana ait değil çeyiz sandığı. Açın bakalım neler varmış deme kendini bilmezliğini ortaya saçmak istemem de doğru olmayabilir ama açılsın istiyorum. Naftalin kokusu ortalığı bir sarsın bakalım.

Açın camları havalansın odalar diyor Hafize Hanım. Bir şeye de karışmasalar olmaz sanki.  

Mucize dilemenin günah olduğu günlere kalmışız, düşündüğüm şeye bak. Ömrümde hangi ağacın gölgesi var bilmem ama ben büyüdükçe o da büyümüş, o büyüdükçe gölgesi de büyümüş, güneş göremiyorum çürüyüp gideceğim az kaldı.

Sandık açılsın bir kere dur bakalım diye seslendi Rabia Hanım öbür odadan. Yaşına başına bakmaz heves eder bildim bileli. Ben kırka merdiven dayayıp kırkıncı basamağa basmışım elimi eteğimi çekmişim ilk basamaktan kadın çeyiz merakında. Hayat yıkamaya götürülen ancak konçlarından tutulmuş iki gündür ayaktan çıkmamış kokuşmuş çorap hâlbuki benim ellerimde. O hayatı geçirmiş üstüne yetmemiş çeyiz sermesine gelmiş.

Doksandım noksandım, yüzdüm düzdüm diyor Ayten Hanım içeriden. Belli ki bir sözün devamı sonunu yakaladım. Ah Ayten Hanım biz hep noksandık ve hep düzdük. Bilmek istemedik o kadar.

Durmuyor dırdırları, yatağı yuvasında mutlu olan sersinmiş. Tut şu bezi ben sereceğim. Saten çarşafa ütü basıp tiyatro perdesi niyetine asayım da görkemli bir törenle açılsın seyre dalsınlar gelmişlerini geçmişlerini. Kıkırdayıp duruyorlar utanmadan bir de.

Naftalin kokusu evin kokusu olmuş şimdiden. Gelin çok beklemiş kocayı anlaşılan. Beklemekten saçı gelin teline dönmüş kesmiş eline çiçek yapmış sandığa koymuş. Sahi bilir misiniz gelin tellerini? Çocukken çeke çeke uzatıp koparamazdım o da parlar dururdu uzadıkça. Biraz daha uzayınca parıltı da giderdi ama kopmazdı bir türlü. Yaş itibariyle ben de gelin telinin koparmak için uzatılmış çekiştirilmiş bu yüzden parlaklığını yitirmiş halindeyim desem yalan olmaz. Ki böyle de fısıldaşıyorlar arkadan duyuyorum.

Allah her isteyene nasip etsinmiş. Sandıktan bebek patikleri çıkmış, şöyle bir süzerek söylüyorlar ki karnına koca bir kesik daha atılsın. Bağnazlıklarında boğulasıcalar. Hangi meyve dalında kalmış Nurhan Hanım? Ağaç meyveyi kendi yesin diye mi yaptı? Ya koparırlar yerler ya da kopar yere düşer. Bak halime çöp gibiyim.

Perdelerini bile örmüş gelin hanım pek marifetliymiş. Figen Hanım övüne övüne teşrif ettiler. Perde neyi gizlemiş otursun anlatsın diye dinlemeye koyuldum ses soluk çıkmadı. Biliyor hanımlar ne varsa gizlisi saklısı yok aslında. Utanmasanız gecedir görmedik diyeceksiniz. Günün aydınlatmadığı köşe mi var? Karı var koca var. Kendin neysen o da o kadarcık işte. Sen neye heves ettiysen o da ona heves edecek. Hevesi sönecek geçecek gidecek. Benim gibi.

Gözleri parlasa görürdünüz çoktan.

Mevlit okutulurken örtülecek eşarplara gelmiş sıra. Devlet Hanım en önde işlemelerine bakıyor. Yunan işi bu diyor. Yunan işine yelken dokumuş gelin. Açılmak istemiş denize geri dönmüş tuz lekesi dolu. Bilmiş gide gide geri döneceğini. Dolaşa dolaşa yine kendine geleceğini. Gündüz olacak gece olacak bir bildiği kendi olacak. Kendinden kim çıkmış gelin hanım? Çıka çıka bunaltı çıkmış bunaltıdan bulut çıkmış bulut taşmış yağmur çıkmış yağmur buhar olmuş bulut çıkmış.

Sandık göründüğünden de büyük, kadınlar toplanmış başına çıkarıyor durmadan, önce bir silkeleyip gösteriyorlar oturan yaşlılara sonra sermeye gidip dönüyorlar sandık yine tıka basa dolu.

Tövbe bismillah sesleri yükseldi odadan. Çıkmak ne mümkün karıştım kalabalığa. Elime tutuşturdular sarıya dönmüş bir zarfı onlar sandıktan çıkan maskelere daldılar.

Açtım ellerim titreyerek;

Ey kibrini en büyük yoldaş edinmiş kaçak! Bencilliğin yoluna dağ örüyor basamakların diken açıyor! Karanlığın gizli perdesinde rahata erdin sadece dolaşıyorsun neden dolaştığını gerçekten hiç bilmeden. Kelimeleri emrinde sanan zavallı kuzgun bak sen uykudayken biz bir olduk kendi gönlümüzden geçeni yazar olduk. Senin tembelliğini yer gök bilirken bir de kalkmış hiçliğin peşine düşmüşsün ne haddine? Madem bir gün boyun eğecektin yazgına neden sakladın bizi asırlardır kalbinin en dibinde? Bil ki seni bomboş kibirin perişan etti, korkağın da korkağıydın aslında, hep kaçtın hep saklandın, hep güvende olduğunu sandın, güneş gençti her şey yolunda yürüyor sanıyordun, gençliğin hep seninle kalacak hiç yaşlanmayacaktın… Bir gün daha, bir duman daha, bir yudum daha, bir haz daha… Artık ruhun seninle değil üstünde yürüdüğün çamur yaratılmış çamur değil… Sen yerdeki yuvaların rengine kanmış kanatları vurulmuş, kokmuş, ölmüş bir kuşsun. Hiç olmak diyorsun nasıl hiçliği ve olmayı bir arada söylersin? Hem hiçlik hem hiç olmak… Hiç olmak hiçliğin yanından bile geçemez. Yanına olmayı koyup hiçlikten bahsediyorsun. Önce kalk ve falcının bahçesinden çık! Bin kere yeminini bozmuş kara büyücü yalan söyleyecek. Kalk ve bin bir bilmeceyle kurduğun labirentinin içinde dolaşmaya devam et! Kendini karıncayla bir tutabildiğin vakit karıncanın yükünü kaldırmaya gücünün eriştiği vakit isteğine kavuşabileceksin. Kalk ve yıldızların altında gölgesini arayan şaşkını unut dön ve kendine bak gerçekten ne olduğunu düşün!

Nelere bulaşmış gelin hanım bilmem, ben yüz otuz altı yıl önce ilk istasyonundan kalkmış trene yetişme derdindeyim o yüzden elim ayağım dolaşık. Mektubu çantaya atmalı kimse görmesin.

Ortalık karardı artık çıkmak lazım var olmaya dair bilinci toptan unutturan bu evden. El ayak titreyerek önce sandığı boşaltıp çeyizi bitirip gitmeli.

Maskeler ellerinde bakıyorlar hala. Emine Hanım takmış çoktan bir yüzü yaşlı bir yüzü genç. Janus’un maskesi bu ama ses etmeyeceğim. O maskeyi müzeye koy dünya âlem el pençe önünde divan dursun, al çeyizine koy takıp takıştırıp gülüşsünler. Anlam Emine Hanım. Anlam diyorum anlamıyorsunuz. Siz hepiniz bu odada ben tek başıma bu odada bütün âlemi iki kişiye bölüştürdünüz. Biri ben öteki siz. Ne alsam elime bir anlamı yok diyorsunuz altı üst ediyorsunuz üstünüze geçiriyorsunuz. Bilseniz yıl onun sayesinde başlar önünde iki rekât namaza durursunuz.

Ne damat var ne gelin. Nasıl çeyiz evi bu diye söylenip duruyor Durdu Hanım durmadan. Bakın bir etrafınıza maske takmış herkes, biri değilse öbürüdür. Gelin bekliyordur belki hala. Ne biliyorsunuz?

Damat Godot olacakmış dediler. Ya Godot damat değilse? Ne yapacaksınız zorla nikâh masasına mı oturtacaksınız al bak Godot bu diye? Doğru ya siz her önünüze çıkanı Godot saydınız, aldınız eve oturttunuz, olmadı doğurdunuz, olmadı onu da doğurttunuz. Godot sizin ekmeğiniz suyunuz ama hiç doymadınız hiç kana kana içemediniz. Evet, bildiniz; Godot’yu yanlış bildiniz. Bilseydiniz gelmeyeceğini de bilirdiniz.

Kalabalık kokusu naftalinin kokusunu bastırdı çoktan. Ölü evine döndü çeyiz evi. Salayı okutturun bir an önce çok bekletilmez ölüler. Yerlerine yerleştirilmeliler.

Sararmış keten parçaları tutuşturuyor elime Şehriman Hanım. Bölük pörçük şeritler. Tuttur şunları birbirine masaya örtü olsun diyorlarmış. Dikiş makinesi lazım. Hayatı bir ucundan tutup öbür ucuyla birleştirmek lazım. Seninki koltuk örtüsü olacak belki de masa örtüsü. Benimki fiskos örtüsü oldu gelen giden kahveyi koyup dedikodu yaptı bir kere de sen ne yapıyorsun demedi. Yıkana yıkana parça parça döküldüm çöpe atıldım.

Ah gelin hanım çıkamıyorum işin içinden. Bütün hayatımı bu evde bu sergiye şahit olmak için geçirmiş gibiyim şimdi. Sahi ya böyleyse gerçekten? Hayatıma dair tüm anlamı bugün burada yaşadıysam geri kalan zaman ödül mü ceza mı olacak? Ceza olacağı çoktan belli oldu gerçi. Godot’nun gelmeyeceğini bildiğinden attın kendine o tepeden bir ben biliyorum şimdilik.

Belki şimdi kalkarsam vakitlice yetişirim yüz otuz altı yıl önce kalkmış trene.

Ölü evine gözyaşı şişeleri dağıtmak lazım. Sandıktan çıkmıştı çoktan vitrine sıralamışlar. Ah bu kadınlar. Yatak odalarının kapısını kapatıp bağırlarını dünya âleme açarlar.

Helva da karılsın artık döner erkekler birazdan cenazeden.  

Dikiş makinesini açmışlar, dikişi bitirip kalkacağım mecbur. Sapsarı keten kumaş, yapışıyor üstüme, ellerimi kollarımı sarıyor tuttukça, mumyaya döndürüyor bedenimi. Hiç gerek yok hâlbuki. Zaten sarılıp sarmalanmışım korkularımla. Peki, siz Şehriman Hanım? Bildiğinizden mi korkuyorsunuz bilmediğinizden mi?

Gözlerim kırmızıya çalıyor artık vakit geç olmuş. Ucundan tutmalıymışım mutfağı da yerleştirip bitirecekmişiz. Kadehler sıralanmış sandıktan kutu kutu çıkarılmış. Hiç böyle kadeh görmemiş Nursel Hanımlar dırdırları kesilmiyor. Ne yapacakmış gelinle damat bunca çeşit kadehi. İçecekler Nursel Hanım. Günah diye işaretlediğiniz üzümün suyunu içecekler içlerine güneş doğacak. Siz de alın bir yudum bir perde aralansın yüreğinizde. Gün ışığını görün.

Gözünüzle gördüğünüze inanacaksınız madem gelip çoktan ölmüş gelini de görün. Neyi beklediğini bilmeden neyi özlediğini bilmeden bekleye bekleye özleye özleye içini dışını güneşe serip kurutmuş gelini içinizin karasıyla beyaza sarıp vitrine koyun. İster gelinlik ister kefenlik bu kumaş. Davetiyede de mezar taşında da adı Lenore olmayacak ama hiç özlenmedi çünkü.

İşlerini bitirecek kadınlar az kaldı. Durup bekleyecekler sonra;

Kuzgun telli duvaklı gelin olacak, elalem alkış tutacak. Sandığı sıkıntıdan gagasıyla oymuş herkes süs sanacak. Gelin Kuzgun damat Godot olacak.

***

Görsel: Kar Getiren Beyaz Kuzgun (2019) – Crystal Worl (Tlingit/Athabascan)

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi144

Bunu paylaş: