Her yıl bitimini çok ihtiyacımız varmış gibi, dahası sanki ağırlıkları varmış gibi, hemen herkesin listeleriyle geçirmeye zorla alıştırılıyorken bir de üzerine bu yıl 2010’ların bitimiyle beraber hazırlanan on yılın listeleri oluk oluk üzerimize geldi. Yayıncılığın ucuz popülistliğe evrilmesi, hemen herkesin, her ne olursa olsun çok neşeli ve keyifli imiş gibi davranma zorunluluğu, gerçeklik ötesi/ardı çağın yegâne gerçekliği gibi. Yalan haberciliğin ve haberlerin sosyal medyada nispeten daha çok yaş almış kuşaklar tarafından inanılır ve paylaşılır oluşunun sosyolojik hiçbir tespiti olmazken, buna yönelik tek tepkinin “Facebook yaşlı/akraba yeri oldu, öldü. Instagram’dayım ben” havalılığına – her ikisinin de aynı adresten yönetilir oluşuna aldanmadan – hapsedildiği bir ortamda o çok kınadığımız büyüklerimizin, okudukları her şeye inanır oluşlarında, hakikatin henüz yitirilmediği ve yayıncılık mesleğinin insanlık onuruna yaraşırca icra edildiği bir dönemde büyümüş olmalarının payı göz ardı edilmemeli.
Aynı kuşakların haklı olarak eleştirildiği başlıklara bakacak olursak; ucuz muhaliflik sevdası, Uğur Mumcu, Doğan Avcıoğlu, Ahmet Taner Kışlalı ve İlhan Selçuk okumuş kesimlerin Özdil, Çölaşan, Coşkun üçgenine gönüllü hapsedilişleri ile Atatürk’ten İmamoğlu’na dönüşen liderlik, öncülük algılarını her fırsatta taşlamak gerektiği de ortada. Ancak bu yüzeysellik karşısında, genç ve zinde kuşakların, “havalı” eleştirilerinin nelere yöneldiğine de bir göz atmalı. Yeni bir on yıla girerken, 2019’da hala kurtulamamış olduğumuz, çiğnenmiş eleştirilerin geride bırakılmasını talep ediyoruz. Hala kalkıp Recep İvedik filmi ve imajlarını eleştirmeye çalışmanın, buradan hafif varoluş deneyimi sağlayıp ortalama bir benlik yanılgısına düşmenin ve beğeni almanın ucuzluğu İvediklerden daha sinsi değil mi? Veya adını bilmediğimiz, duymadığımız için kendimizle gurur bile duyabileceğimiz bir kitap çıkartan Şeyma Subaşı’nı eleştirmek ile zaman harcamak? – Bu arada hakkını teslim etmemiz gerek; Joker’in doğrudan hedef aldığı semarye/burjuvadan bir figür olarak Şeyma Subaşı’nın Phillips ve Phoenix imzalı Joker hakkında görüşleri saf doğruluk içeriyor ama bağlantı vermeye utandık, kendiniz bulabilirsiniz – Hürriyet Gazetesi’ni Atiye dizisini, setinde yaşanan iş cinayeti yerine “sevişme” sahneleriyle tanıttı diye, Bağımsız Sinema Merkezi’nin yaptığı gibi – ki daha önce Hilal Cebeci ile atışma ihtiyacı duymuşlardı – taşladığını sanmak? ABC, Cumhuriyet gibi muhaliflerin yayınlarında magazin baştacı edilirken Hürriyet’e kızmak fazla kolay değil mi? Daha sofistikesi ise yapanı/yerleştireni hiçbir önem arz etmeyen, kavramsal olduğu iddiasındaki koli bantlı muz “işi”ni ısrarla “bu sanat değildir, bu sanat mı” diye hırpalamaya girişmek… Bunların kime ne kazandırdığı, enformasyon fazlasından boğulduğumuz, bilgi/veri işgaline direnmemizin mecburiyeti, boş zaman faaliyetlerimizin hiç olmadığı kadar iğdiş edildiği bir dönemde tartışılması gerektiğini düşünüyor ve yılın son sözünü, tüm bu sözde eleştiricilere karşı bir salvo niteliğiyle, eleştirinin nasıl olması gerektiğini, on yıllar önce Gösteri Toplumu ile ortaya koyan Guy Debord’a bırakıyoruz;
“Gösteri üzerindeki, yani dünyanın sahipleri üzerindeki boş tartışma, bizzat gösteri tarafından örgütlenir.”