Ofis kavşağı Işıklarında
Gülcü Çocuğun Gülüşünde
Yitilen Yaşanmamışlıklar
Işıktayım, durdurucu kan kırmızı ışığın yarısında. Elinde jelatinle dürüm yapılmış güllerle bir çocuk yaklaşmakta. Yanım bomboş, yanı başımdaki koltuğu sigaram ve çakmağım soldurmakta. Hafiften camı indiriyor alıcı edayla bakınıyorum, çocuk koşturuyor ‘bir gül sahibine kavuşuyor’ heyecanıyla. Gülü uzatıyor, göz göze geliyoruz bir anda. ‘Ama yanım bomboş, verebileceğim yok’ deyiveriyorum hani istemsiz dile akan duygulardan vardır ya… Çocuk gülümsüyor yazgımı anlamışçasına. Bomboş ellerimi sallıyorum, onu bulacak nasip bakınıyorum önümde, arkamda, sağımda, solumda…
Gülümün tohumunu mu unuttun ekmeyi ey bahçıvan! Yoksa serpmek üzere toprağa taşırken bir beton ya da taş zemine mi düşürdün de birisi mi ezdi ayağıyla. Ezilmediyse eğer, yağmurlarda sele vurulup yeraltı mahzenlerinden birine mi sürüldü. Orda mı yeşerdi yoksa. Hangi el, hangi elim ulaşır da cana erdirebilir oysa. Diyar ellerde birinin eline mi düştü de benim zannıyla o parmaklardan mı aldı Gülüm. Ben olmadığını anlayınca o da mı kendini düş dağlarına vurdu yoksa.
Gezginliğim bitmez ne dağlarda, ne ovalarda, ne ışıklarda, ne yollarda, ne sokaklarda ne de kara toprağın bağrında. Damatlığımla sersinler boyum derinliğince acıyla toprağa dönmüş taşların, kayalıkların altına. Bahçıvanım geçsin ayaklarıyla uyandırırcasına düşürsün gülümün tohumunu sineme paralel uzanan sıralı taşların arasına.
Ve filizlenip kızıl gülücükler açarak boy göstersin bütün güzelliğiyle kâinata. Gülcü çocuk gelip bulsun bir nasip umuduyla. Görmesi gözleriyle gülmesi gülücüğünü görür gözlerim, yerin ben kadar derin kuytu karanlığından. Alsın, jelatinlesin bir dürüm boyunca; koşsun yetişsin kızıldan çıkmadan trafik ışığına. Uzatsın ellerine yanı başı benden bomboş Gülümün avuçlarına. Koklasın beni ışıklar yeşile dönmeden, bağrımın adresini bulsun gülcü çocuk gülüşünde.
***
Görsel: Aşk Mektubu (1855-1906) – Charles Trevor Garland