Mariana Enriquez Arjantinli bir gazeteci yazar. Buenos Aires’te Paginal/12 adlı bir gazetede editörlük yapıyor. Yangında Kaybettiklerimiz adlı kitabı Domingo Yayınevi sayesinde tanıştığımız ve Türkçeye çevrilmiş ilk eseri. Kitabın içinde on iki kısa öykü var. Hepsi Arjantin’de geçiyor ve hepsinin karanlık bir yanı var. Bir şekilde rahatsız edici öyküler bunlar. Toplumdan dışlanmış, kendi içinde sorunlar yaşayan deyim yerindeyse bir tuhaf insanların başrolde olduğu öyküler. Beni en çok etkileyen öykü, kitabın ismini de alan Yangında Kaybettiklerimiz oldu.
Kadına yönelik şiddeti bambaşka bir bakış açısıyla işlemiş Enriquez. Trajik bir şiddet hikâyesi bu defa gittikçe büyüyen kurgu bir kadın hareketiyle sona eriyor. Kısaca değinirsem, her şey metroda yüzü yanmış ve insanların rahatsız bakışlarına meydan okurcasına gezinen bir kadınla başlıyor. Kocası tarafından aldatıldığı şüphesiyle yüzüne alkol dökülerek yakılmış bir kadın ve bu olaydan esinlenerek eşlerini yakmaya başlayan erkekler… Bir anda ortalık yüzleri yanan, işkence gören kadın haberleriyle dolarken, bir grup kadın kendi istekleriyle ‘şenlik ateşlerini’ başlatıyor. Evet, kadınlar kırsal bir alanda toplanıp kendilerini yakmaya başlıyor. Şenlik ateşleri, orta çağda yakılan, cadı yaftasıyla dışlanan masum kadınlara da gönderilen bir anma gibi aslında. Sahi şeytanla iş birliği yaptığı düşünülen onca masum kadının katledilmesinden yüzlerce yıl sonra neden hala benzer şeyler yaşanıyor?
Enriquez’in distopyası, kadına yönelik şiddete bir başkaldırış gibi. ‘Biz kadınlar istersek her şeyi yaparız, sizden önce kendi yüzlerimizi bile yakarız ve işte o zaman bizden korkun’ dercesine. Bu arada, işler çığırından çıkarken öyküdeki karakterler ‘burada nasıl böyle bir şey olabilir? Arabistan ya da Hindistan’da olabilecek şeyler bunlar’ diyerek maalesef kadınların çokça eziyet gördüğü kıtalara atıfta bulunuyor.
Bu serzeniş bana bir başka zamanda okuduğum bambaşka bir kitabı hatırlattı; Sıfır Noktasındaki Kadın. Mısırlı feminist yazar Neval El Seddavi’nin Kanatır Cezaevi’nde karşılaştığı bir kadından esinlenerek yazdığı kitabı. Firdevs takma ismini verdiği kadın uzunca bir süre yazarla iletişime geçmeyi reddetmiş. Yavaş yavaş öyküsünü, başına gelenleri ve neden cezaevinde olduğunu anlatmaya başlamış.
Kitabın gerçek bir hikâyeden esinlenmiş olması bir yana, Firdevs’in baştan sona yaşadıklarının çok tanıdık gelmesi beni derinden sarstı. Kadın olduğu için okuldan erken alınması, bakımını üstlenen amcasının tacizleri, çocuk yaşta sokaklara düşmesi ve fahişelik yapmaya başlaması… Firdevs’in hikâyesi 1970’li yıllarda Mısır’da yaşanmış son derece acıklı ve talihsiz bir olay olarak kalmadı hiçbir zaman. Hemen her gün benzer kadın istismarlarına tanıklık ediyoruz.
Bambaşka kıtaların bambaşka zamanlarında, iki farklı kadın benzer hikâyelerden farklı sonlar yazmışlar. Birisi kurgusal bir toplu kadın hareketi yaratıp erkekleri kendi silahlarıyla cezalandırıyor. Bir diğeriyse hayatın içinden, baskıcı bir toplumda doğmuş, yalnız bir kadının hayata tutunma ve ayakta kalma hikâyesini tüm zorluklara rağmen insanlığa duyuruyor. Neval El Seddavi, yayınlanmış olan yirmi küsur kitabının içeriğindeki toplumsal cinsiyet konuları nedeniyle Mısır hükümetinin baskılarına uğramış, cezaevine konmuş ve yurt dışına gitmek zorunda bırakılmış bir yazar. Aslında kendi hayat öyküsü de bambaşka bir direnişi sembolize ediyor. Dünyanın her yerinde kadınlar ayakta kalmaya ve direnmeye devam edecekler orası kesin, ama buna gerek kalmaması hepimizin en büyük dileği.