Sinema tarihinin en şişirilmiş filmleri arasında yer aldığını düşündüğümüz ve filmleri muhtemelen izlemediği halde müziğini havalı kornaya dönüştürecek kadar benimseyen kalabalıklara sahip olduğumuz The Godfather/Baba serisinin yönetmeni Francis Ford Coppola bu kez Fatiha’sıyla gelişmekte olan ülke gönüllerimizi fethetti! Söz konusu fethin tam beş yıl geriden gelmesi ise ibretlik. Yönetmenin 2015 yılında Fas’ta düzenlenen ve kıtanın en önemli sinema etkinliği olan Uluslararası Marakeş Film Festivali’nin soru cevap kısmındaki bir dakika on beş saniyelik konuşması her nedense salgın günlerinin başıboşluğunda fark edildi ve gündeme geldi. O yıl festivalde jüri başkanı olarak yer alan Coppola’nın, gelen bir soru üzerine Kuran ve adını vermeden Fatiha suresinden bahsettiği kısa yanıtının, salgın günlerinde ülkemizde milli ve yerli bir gurura dönüştüğünü söylemek şaşırtıcı olmayacaktır. Dilerseniz öncelikle konuşmayı İslam’a çağrıya dönüştüren motiflerle süsleyen Youtube kullanıcılarından birinin kanalı üzerinden izleyelim;
Coppola’nın bu konuşmayı hangi soru ve hangi gündem üzerine yaptığını açıklamadan önce videonun çevirisindeki kimi ince ancak büyük fark yaratan hatalara bir bakalım. İlk olarak Coppola’nın “Kuran yanılmıyorsam, hatırladığım kadarıyla şu şekilde başlıyordu” ile yaptığı girizgâhtaki anımsama kaygılarının çeviride kesin bir dile dönüştürüldüğü görülüyor. Devamında Arap medeniyeti ve özellikle Endülüs’ün bilimsel hamleleri üzerinden, biraz yanılsatıcı bir ezberle İslamiyet’in Altın Çağı’na dönüşen 13. yüzyılı öven Coppola’nın özgüleriyle yetinmeyen çeviri, “hatta öyle güzel ki” vurgusunu ekleme ihtiyacı duymuş İslam’ın önüne. Devamında ise Coppola, insanlık olarak merhametli bir yaratıcıya olan güvenin altını çizerken çeviride “Allaha inanıyoruz” ile ruhani bir climax yaşanıyor. Coppola’nın elbette “tanrı” sözcüğünü tercih ettiğini, çevirinin ise Coppola’nın kızı Sofia Coppola’nın filmi, Lost In Translation’a atıfta bulunarak tanrıyı Allahlaştırdığı ayrıca belirtme ihtiyacı duymuyoruz.
Buraya kadarı oldukça tahmin edilebilir zira şoven, popülist ve yüzeysel muhafazakârlık propagandası bu gibi “bakın işte, İslam’ın büyüklüğünü Baba’nın yönetmeni bile anladı, bir siz anlamadınız”a hizmet edebilecek hiçbir ayrıntıyı ıskalamaz. Eğer Coppola İslam’a dönse bunun tadından yenmez, post modern cihat akınlarına yeni bir zafer eklenirdi. Ki Coppola da, pekâlâ günün birinde Müslüman olabilir. Burada her hangi bir sorun yok, sorun bu gibi tercihlerin zafer, üstünlük payesine bulanması. Asıl meseleye de bu patikanın sonunda varılıyor; bitmek bilmeyen aşağılık kompleksi. Herhangi bir yabancı filmde, dizide Türkiye ile ilgili bir sözcük veya görüntü ile karşılaştığında sevinen, “yüz yılın lideri” anketlerine hücum ederek Atatürk’ü – sanki fikirlerini içselleştirebilmiş gibi – birinci çıkartma konusunda hırslanan, Avrupa’nın hiçbir ülkesinin umurunda olmadığı halde İngilizce ABD aksanıyla konuşmak için çırpınan, konuşamayanı küçümseyen, spor karşılaşmalarını yıllar yılı Haçlı seferlerine göğüs germek gibi algılamanın neticesinde ülkelerin marşlarını ıslıklamanın sıradanlaştığı bir ülkenin, İslami kanadının bu zihniyetten uzak olması düşünülemez. Bizans prensesini fethederek Müslüman yapan Kara Murat ile duyulan gurur ile Coppola’nın Kuran ve Müslümanlığa yönelik yapıcı/dostane cümleler kurmasıyla yükselmek arasında sanılandan daha az mesafe var.
Madem salgın günlerinde aşağılık kompleksimizi konuşuyoruz, öyleyse sağlık meselesine de dönelim. Alkışlayıp durduğumuz Küba gibi bir sağlık sistemi talep etmek gibi yapıcı ve somut bir eleştiri yöneltmek yerine ülkemizdeki sağlık politikalarını – çoğu zaman haklı olarak – eleştirirken, ABD gibi sağlık başlığında dünyanın en aşağılık politikalarını uygulayan ülkesini hala eğitim ve yaşam anlamında ufka yerleştirmek, oraya gitmek, gidemiyorsak çocuklarımızı “okumaya” yollamak için yarışır olmaktan utanmamız gerekmezdi. Şimdilerin yeni ergen eğilimi olarak beliren “>” ve “<” işaretlerine atıfta yaparak ergenleşmek gerekirse “aşağılık kompleksi > rasyonalite”.
Bize bu öfkeli cümleleri yazdıran meseleye dönecek olursak, Coppola’nın bu yanıtı, “İslam ile ilgili pek çok tartışma duyuyoruz, sizce İslam dünyadaki sorunların kaynağı mıdır?”* şeklindeki bir soruya verdiğini bilmek cihadımızı yavaşlatır mıydı? Aynı Coppola’nın aynı festivalin açılış töreninde, kendilerini İslami olarak adlandırılan terör örgütlerinin, 2015’in ilk aylarında Charlie Hebdo dergisine düzenledikleri saldırı ve devamında, festivalin hemen öncesinde, Kasımda Paris’te yüzlerce kişiyi öldürmelerine değindiğini, bilmek söz konusu videoyu ne hale getirir?** En başta da videoyu “Baba filmleri serisinin yönetmeni Francis Ford Coppola, Fatiha Suresi’ni okuyup anlatıyor MaşaAllah” başlığıyla yayınlayan heyecanlı mümin bu yayından vazgeçer miydi meselenin akışını bilse? Vazgeçmeyebilirdi zira aşağılık kompleksliliği, tutarsızlık ve riyakârlığı da beraberinde getiriyor. Nasıl ki Soğuk Savaş yıllarında Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan solcuların çok büyük bölümünün öngörüleceği üzere komünist Varşova Paktı ülkelerine sığınmak yerine NATO üyesi devletlere sığınmayı tercih etmeleri gibi bir gerçek hiç irdelemeden geçiştiriliyorsa, Müslümanlığı tercih etmiş kimi ünlülerin de siyasal İslam tarafından işe yarar olup olmadığı üzerinden öne çıkarıldığı ortada. Muhammed Ali gibi bir simgenin Müslümanlığının üzerinde çok durulmaması ve sancağa çevrilmesi gerekirken pek de ilgilenilmemesinde Ali’nin dünyevi zevklerden kendini çekmemiş olması kadar bir zamanlar emperyalizm ve militarizm karşıtlığı yapmış olması da etken. Eskilerin Cat Stevens’ının Yusuf İslam’a dönüşmesi ise, Yusuf’un sofu tercihleri nedeniyle albenisi düşük bir görünüm sunmasıyla propagandaya çevrilmedi. NBA efsanesi, Kareem Abdul-Jabbar’ınsa kapitalizme mesafeli oluşu, ABD hudutları için bir hayli solcu söylemlerinin, günümüz siyasal İslam’ının işine niçin gelmediğini uzun uzun anlatmaya gerek yok. Tüm bu simge adlar dururken, Baba filmleriyle erilliği ve mafyayı güzelleyen, Apocalypse Now/Kıyamet ile sanılanın aksine savaş karşıtlığı ve barış yanlılığı sunmak yerine şiddeti salt sinematografik değil, hayli pornografik bir estetiğe taşıyan Coppola’dan, İslamiyet’in hemen her dinde karşılığı olan merhamet ve iyilik üzerine içerdikleri üzerine söyleyeceklerinden medet ummak, aşağılık kompleksi kadar şovenlikten, ortalamacılıktan ve muhafazakârlığın sözde kalışından kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Kaldı ki inandığı bir dini veya mensubu olduğu bir ulusu, iyi ve doğru olduğuna dair hissiyatını besleme, dışavurmaya yönelik bir gereksinim duyan kişinin o din veya ulusa olan bağının samimiyeti üzerine özeleştirel bir tutumun geliştirilmesi oldukça sağlıklı ve faydalı olabilir. Her şeyin çerçevesinde ise, inandığın dinin ve parçası olduğun ulusun – en iyi din veya ulus olduğunu içten içe düşünsen bile – diğerlerinden daha iyi ve doğru olduğunu ifade etme ihtiyacı insanlık onuruna, olgunluğuna ne kadar yakışıyor, bu tartışılmalı. Kendi hüviyetini, benliğini inşa etmene yarayan inanç ve etnisitenin, başkaları tarafından da benimsenir, takdir edilir olmasına yönelik beklenti, karşılanmadığı takdirde örtülü ya da örtüsüz kızgınlığa, cihada dönüşebilir. Nitekim dönüşmüyor mu, dünyanın dört bir yanında, her dinden ve ulustan bireylerin katkılarıyla?
*https://www.youtube.com/watch?v=rocCLrSTrgU
** https://tr.euronews.com/2015/12/07/uluslararasi-marakes-film-festivali-15-yasinda
Not: Coppola’nın bir yönetmen olarak başarısının ötesinde, bir sanatçının – özellikle de sanatını icra ederken – barış çağrısı yapmak, savaşı kötülemek gibi görevi olmadığı kabul edilmeli. Hiçbir sinemacı, ahlaki doğruların, etiğin savunucusu, taşıyıcısı olmak mecburiyetinde değil. Sanatın elbette böyle bir işlevi, ödevi yok. Sorun, sanatı alımlamaya çalışanların ezberci alıklıklarında. Kıyamet’in savaş karşıtı olduğunu iddia etmek, Baba’yı sinema tarihinin başyapıtları arasında görmek kadar ne izlediğini bilmezlik, dahası sinema ve sanat tarihi bilmezliktir. Coppola’nın, tüm eleştirilerimize rağmen, Kıyamet’te dev ölçekli sinematografik zekâsının minimal karşılığı olan Rumble Fish/Siyam Balığı’ndan bihaber olmak ise işi Coppola bilmezliğe kadar götürüyor.