Demirle Dövülü Dört Duvar Diyarı
Henüz ne olduğunu bilemeden gözünü açtığın şu hayatın insanlığa ortak mirası olan acının kalplere salındığı andır nabzın atmaya başlaması. Ki o ana müteakip vücuda saldığı ilk sıvıdır gözyaşı, ağlama eylemiyle tanışırsın hayat dediğin her ne ise ile.
Günü geldiğinde herkes yaşayarak tadarmış derdi anam, sadece yürüyebilen bir cisimden ibaret olmayı. Çektiğin acılar sen bilmeden ve hissetmeden ruhunu çekip alırmış bedeninden. O zaman yürüyen bir ölü olursun ev ismini hiçbir zaman taşımayacak; layık olamayacak dört duvar arasında, sokaklarda, meydanlarda ve geçim derdi sandığın işimin başındayım zannıyla örülüyken.
Yersizler-yurtsuzlar timsallerinin arasına karışırsın; hiçbir kent, hiçbir coğrafya seni sana geri veremez. Hissettiğin tek şey yere basabildiğin duygusu olur. Göz gördüğünden, kulak duyduğundan, burun kokladığından, dil tattığından, el dokunduğundan öte bir gurbet ele düşmüştür. Öyle bir gurbet ki asla dönüş bileti verilmeyen.
Vücut dediğimiz anatomik varlığın bir unsurundan bir parçanın koparılması neden bu kadar büyük sonuçları beraberinde getirir. Günlük dildeki ifadesinde ciğer sözcüğünde somutlaşan acılar yumağı neden sadece bir organa yüklenedursun. İlk anın ilk atışıyla acıyı vücuda pompalayan kalp hangi ayrıcalığa sahipti ki bütün suçu sağındaki ciğere havale ederek kendini sinsice paklattı. Neden bu duyguya gerek vardı hayat denilen bilinmezin içine düşmüşlük yetmiyormuş gibi.
Annelere kendi bedenlerinin bir serencamı olarak yeşeren yavruları, beslenedurdukları yurtlarına ihanet edercesine ve de yetmiyormuşçasına neden ciğerden bir parça alarak varlık erbabına erdiler. Organik bağdan yoksun halleriyle babalık bendeliğine haiz erkeklere de ne oluyor ki ciğerlerinden bir parça kopmuş vaziyette hala gün yüzüne çıkabiliyorlar.
Bütün yeryüzü lügatlarında kaç lisan ve sözcükle kayıt altına alındıklarını bilemediğim kaç duygu var ise kötü haberi tezinden ulaştırın kendilerine: Gözünüz önünüze aksın, sizlerden sadece acı tohumu tuttu şu dünya tarlasında. Ne onunla boy ölçüşecek ne de önünü alacak cesareti göstermediğinizdendir ki annelere iki, babalara bir pranga takıldı.
Bir parçası koparılmış ciğerim ve bir prangamla hadsizliğime nasıl bir bahane bulabilirim ki paramparça ciğerleri ve yavruları sayısınca prangaya vurulmuş ebeveynlerin karşısında ağzımı açıp iki kelam edebileyim.
Söz gümüşse sükût altın dedikleri için değil, kopup geldiğim iki ciğerden yoksunluğumdandı suskunluğum. Ciğerimden de bir parça söküldüğü günden beridir iki dilde bir sükûtta kalakaldım. Susarak hazineye ereceği zannındakilere de ulaştırın şu ajans iletisini: Dünyada sükûtça konuşan ne bir yurt ne de bir ulus tespit edilememiştir ana-baba diyarından başka.
Görsel:Aşk Çeşmesi (1785) – Jean Honore Fragonard