Yıllar öncesinden ideallik hayallerine hizmet eden bir söylemle gaza gelip bir kitap alırsanız eğer, bu kitaba yönelik beslediğiniz duyguların geçmemesi için, o kitabı okumaktan kendinizi soyutlayabilirsiniz. Çünkü okursanız sanki o sizi yaşamaya bağlayan ütopyanın kaybolma tehlikesini hissedersiniz. Bu yüzden o kitabı okumayı hep sonraya saklarsınız. Kendinden kaçmanın başka bir versiyonu diyelim bu duruma.
Kendimden kaçmama kararı sonrasındaki çabalarımın bir serüvenini oluşturan bu olguda pencereme uğrayan aşağıdaki alıntıdan esinlendiğim bir yazı oldu bu seferki, buyurunuz.
‘’Yaşamseverliğin gelişmesi için, insan güvenli, adil, eşitlikçi ve uygar bir toplumsal bağlamda yaşamalıdır. Buna göre insan onurlu bir yaşam sürmek için, öncelikle kendi yaşamına yön verme gereksinimi duyar. Kişinin elinden bu hak alınırsa, insan başkalarının amaçlarını gerçekleştirmek için kullandıkları bir araç haline gelir. Böyle bir yaşam biçimi, insanın yaratıcı özünü ve sevme yetisini kötürümleştirir. Burada temel sorun, insanın sağlıklı gelişmesi için kaçınılmaz önkoşul olan özgür yaşama hakkıdır. Özgür olmak, bütün insanların toplumun etkin ve eşit haklara sahip birer üyesi olarak yaşaması demektir. Aksi takdirde…….’’ (Aydın:10)
İnsan, eylemlerinde, kendi iradesi ve isteklerinin farkında olarak bir tercihte bulunduğunda, ahlaki olarak bir tavır sergilemiş olur. Onurlu yaşamın anahtarında, bu yolda iken, başkalarının maşası halinde eylemlerde bulunmamak yatar. Bir başkasının özgürlüğünü tehdit eden yaklaşımlarla çevremize etkilerde bulunduğumuzda, etrafımızdakilerin bizlere samimi ve dostça davranışlarda bulunma ihtimallerini azaltmış oluruz. Zorla düşman yaratmak gibi bir şey bu.
Kişilerin onurlarına saygı duyarak yani kendimizi, onların özgür iradeleri üzerinde hüküm sahibi kılmadan yapacağımız etkileşimlerde, kişilerin kendi karakterlerini sergilemelerine fırsat tanımış oluruz. Ve onları tanımamız daha kolay olur. Bu durumda kimse birbiri üzerinde sahiplik iddiasında bulunmaz veya biri mağdur duruma düşmez; sağlıklı iletişim gerçekleşir. Ancak bazı insanlara iletişimin bu türü zor gelir. Sonradan etkileşime geçtiği insanla bir daha etkileşime geçme ihtimalinin yok olmasını yaşam tehdidi olarak algılayan bu insanlar için, hep sevilen sayılan konumunda olmak, hayran olunan vazgeçilemeyen taraf olmak, hayati önem taşır. İlişki kurulmadığı zaman değerinden bir şey kaybetmemiş olacağını kavramakta zorlanır. Kendi değer algılarında problem olan bu kişilerin analizini yetkililere bırakıyorum. Dolayısıyla ilişkilerinde bu rolü oynamaktan ve karşı tarafı ağlarına çekme telaşından, düzgün bir ilişki kurmakta zorlanırlar. İlişkide bulundukları karşı taraf gittiğinde ise gidenler çoktan suçlu olmuştur. Çünkü onlar mükemmeli oynamış, karşı tarafın bütün isteklerini yerine getirmişlerdi ve buna rağmen gittikleri için gidenler nankördü (Gruptan ayrılanları lanetlenmiş kişiler olarak ötekileştiren oluşumları hatırlayınız). Hâlbuki daha en başından karşıdaki kişinin iradesini görmezden gelerek yapılması planlanan rollere göre davranışlarda bulunmanın ve beklemenin yani onursuzluğun da bir bedelinin olacağını nasıl hesaplayamadı o ‘’Mükemmel! Kişi’’ hayret doğrusu!
Şöyle cevap verelim o zaman: çünkü o kişi zaten onursuzluk bataklığında yüzdüğü için, yaptığı şeylerin onursuzluk derecesini, kendi onursuz davranışlarını esas alarak verecektir. Kendi kendisinin yapmasına izin verdiği onursuz davranışlara, ‘’onursuz davranışlar’’ olarak mı ad verecekti yani? Bu kişiler, onurlu yaşama nasıl geçecek de, nefes alıp etraflarına nefes vermeye başlayacaklar çok merak ettiğim bir konu!
Enkazlar, nasıl temizlenir? O enkazda var olan çürükçül bakteriler, canlı kalıntılarını temizler de, cansız yığınlar ne olacak? Başka bir yere taşınmaktan daha yararlı olanı geri dönüşüm ise, bu geri dönüşümün, neye hizmet ettiği de o geri dönüşümün yararlılık oranını belirleyecekse ve eğer bu yararlılık derecesi de, bu işin değerini belirleyecekse, bu enkazdan yarar bekleyenler buyursun beklenti ve değerleri ortaya koysun!
Gördüğünüz, cansız bir var oluştaki değer belirleme oranları üzerinden ona ne paha biçildiği. Peki, bu işi yapanlar, canlı nesneler üzerinde de bu şekilde paha belirleme işini yapmak istemeyecek mi? Elbette ki bunu yapabilmek için, kişilerin öncelikle kendilerini ortaya koyabilecekleri ifade gücünü ellerinden almalılar ki, onları cansız nesnelere benzetebilsinler. O yüzden, hüküm sahibi olmak istiyorlar.
Hükmetmek üzerine takıntılı şekilde kafa yoran bu insanların sizi sokacakları durumları önceden kestiremezseniz, o durumlara geldiğiniz vakit, gitmek için çok geç olabilir; belki nefesinizi kesmişlerdir! Çünkü insan, nefes borusu kesildikten çok kısa bir süreliğine daha düşünmeye devam etmekte. Bu yüzden nefesinizin kesildiğini fark etme şansınız bile var. Çünkü siz, CANLISINIZ!
Canlılığımızı hatırlatan -ifade ve irade gücümüze olan inancımıza hitap eden- sanatlarla nefes almamız dileklerimle! Nefesiniz kesilmesin.
Alıntı: Aydın, A. (2011). Eğitim Sevgidir, Pegem Akademi, Ankara
***
Görsel: Beklenen (1966) – Lucio Fontana