Dünya Ağrısı: Ölü Adamdan Mektuplar – Burhan Tekçe

Rus yönetmen Konstantin Lopushansky‘nin Solo ve Rüzgârlı Havalarda Göz Yaşları adlı iki kısa metraj filminin ardından 1986 yılında yönettiği ilk uzun metraj filmi Ölü Adamdan Mektuplar, insanoğlunun kaçınılmaz bir sona doğru sürüklenirken var olmanın dayanılmaz hale gelen sancısını konu edinir.

Film; nükleer bir felaketin ardından bir grup insanın yaşama tutunmaya çalıştığı, siyasi düzenlerin yıkıma uğradığı ve ölü bedenlerle dolu distopik bir evrende hayat buluyor. Bu ince elenip sık dokunmuş grup, bir müzenin çalışanlarından oluşmakta ve içerisinde siyasetçi, bilimci ve sanatçı gibi farklı karakterler barındırmaktadır. Felaket sonrasında bu müzenin sığınağında eski heykellerin enkazları arasında hep birlikte yaşamaya başlamışlardır. Filmin giriş sekansı bilim adamı Larsen‘in hasta ve ölmek üzere olan karısının yanından oğlu Erick‘e yazdığı mektupla açılır. Bu sahnenin bağlamında gelişen yetimhanedeki çocukların güvenli bir sığınağa alınmasıyla ilgili izleklerin olduğu sahneyse toplumun yetişkin ve sağlıklı bireylerine bile yeterli bir sığınağın olmadığını gözler önüne serer. Doktor ve papazın arasındaki tartışmada toplumda ki bu değişimin ne kadar acımasız ve keskin olduğunu çocuklar ve yaşlıların ölüme terk edilmesiyle bizlere kanıtlar. Ardından papaz ve çocuklar müzenin sığınağına getirilirler. İçinde bulunduğumuz pandemi günlerinde bu sahneyi idrak etmek çok da zor olmasa gerek.

Lopushansky, film boyunca karakterlerinin içinde bulundukları varoluşsal sancıları her bir karakter için ayrı ayrı oluşturarak bireylerin her birinin sancısını ortaya koymuştur. Bilim adamımızın rasyonel arayışlarının arasında kayboluşundan tutun, siyasetçinin hataları kendinde aramayan tavırlarına ve sanatçının çözüm bulamadığı içsel düğümlerine kadar olan durumlarını başarılı bir şekilde yansıtmıştır.

Filmin ilerleyen sahnelerinde sanatçı, insanoğlunun savunmasını yapmak için ayaklanır. Biyolojik bir tür olan insanoğlunun talihsiz ve başlangıcından beri lanetli bir tür olduğundan bahseder. Burada Lopushansky’nin yaratılış mitine bir gönderme yaptığını söyleyebiliriz. Âdem ve Havva’nın yasaklı elmayı yemelerinin ardından lanetlenmelerini ve o günden içinde bulundukları güne kadar bu lanetin sürdüğüne tanıklık ettiklerinin bir metafordur. Ayrıca grubun bir diğer üyesi olan kadın sığınağın içerisinde çoğu zaman yarı çıplak bir şekilde yeni koşullara daha çabuk uyum göstermek adına çılgınca bir umutla yürür. Bu da yine yaratılışta Âdem ve Havva‘nın ilk başta utancı bilmeden yaratılmalarının ardından işledikleri günahın sonucunda çıplaklıklarını fark etmelerini ve birden bire utanmalarının metaforu olarak karşılık buluyor. Sanatçı, konuşmasının ardından iyice düğümlenen içsel karmaşasını intihar ederek sonlandırır bu sahne filmin kırılma noktalarından birini yaratır. Sonrasında grubun üyeleri güvenli sığınağa gitmek için müzenin sığınağından ayrılırken bilimci Larsen, gitmeyi reddederek çocuklarla sığınakta kalır. Güvenli sığınağa gitmenin bir şeyleri değiştirmeyeceği aşikârdır. Sonun da bilim adamı da sığınakta kalır. Filmin sonlarına doğru Larsen ve çocuklar bir mumlarla süsledikleri bir yılbaşı ağacı hazırlar. Mumun yansılı ışıltısıyla birlikte yürüdükleri sahnede Lopushansky’nin bir zamanlar asistanı olarak çalıştığı Tarkovsky‘nin Nostalgia filmine bir saygı duruş olabilir. Ardından tepesinde bir dünya olan saati kurup gece yarısı olmasını beklerler. Dünya hareket etmeye başlar, bence bu sahne bir umudun saklı olan kırıntılarının bir yansımasıdır. Bilimcinin de yaşamını yitirmesiyle çözümlenmeyen bir düğümle ve çözmek için çalışmaktan korkmayan bir düğümle son bulur.

Ölü Adamdan Mektuplar, sinematografik açıdan da dramatik yapıyı başarılı bir şekilde ortaya koymaktadır. Özellikle sığınak dışarısına çıkıldığında puslu, çamurlu ve yıkık dökük bir dünyanın aktarıldığı geniş açılı sahneler bunu fazlasıyla duyumsatır. Sığınak içindeki sahnelerin de daha küçük ölçeklerle sahnelenmesi izleyiciyi sahnenin kapalılığın içerisine çekmektedir. Ayrıca filmin aydınlatması kontrastlı ve yer yer biçim bozukluklarına uğrayan gölgeli bir şekilde oluşturulmuş bu da karakterlerin buhranını daha da ortaya koymuştur. Kurgusal anlamda da bir ampulün filamanının patlamasıyla sonun başlangıcına bağlanan sahne de filmin görsel anlamda en önemli geçişlerinden birisidir.

“Son”  olarak kodladığımız bu sayı da aslında filmin arkasında saklı duran umuda tutunmanın bir yansımasıdır. Benimsediğimiz, “Sanat Aydınlanma İçindir” görüşüne tutunarak devam edebilmenin yeni bir geçişidir. Karanlık doğmadan, aydınlığa kalmaktır.

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi150

Bunu paylaş: