Örgütümüzün yayını Azizm Sanat E-Dergi’ye 13 yıl sonra veda ederken son sayımızın dosya konusunu “son” olarak belirledik. The Doors’un The End şarkısıyla ilgili bir şeyler karalamanın güzel olacağını düşünmek kaçınılmazdı ancak böyle durumlarda yazma isteği güçlü olmayabiliyor. Sembolizmin muhteşem bir örneği hakkında ne yazmalı? Yazar ne yazmak, okur ne okumak ister? Yazma, şarkının sözlerini yalnızca bana ait sözcüklerle bile olsa yorumlama isteği bir türlü güçlenmeyince vazgeçecektim ki Jim’in öldüğü tarihi nasılsa unutmuşum. Bugünmüş. Şarkıyı tekrar tekrar dinlerken Jim’in kitaplarının sayfalarında gezindim ve şarkıyla tanıştığım günleri ziyaret etmenin en içime sinecek şey olduğuna karar verir gibi oldum. Planladığımız yayımlanma zamanına 2 saatten az varken karalıyorum bu satırları. The Doors’u hiç dinlememiş birine bu dünyanın kapılarını açabilmek anlamlı olurdu, bunun dışında bir anlamı olur mu yazdıklarımın bilemiyorum. Sanırım sorun değil.
The Doors ile lise yıllarında, yani nerdeyse 30 yıl önce tanıştım. Oliver Stone’ın filmini izleyişimle onları önceden bilen bir arkadaşımın bana canlı bir albümlerini vermesi hangi sırayla olmuştu hatırlamıyorum ancak hafızamda filmin önemli bir yer kaplamaması, bizim müziğe odaklanmışlığımızın kanıtı olsa gerek (Umarım o korkunç Bohemian Rhapsody filmi için de böyle bir durum söz konusu olur). Çok sıkı müzik dinlediğimiz, üniversite sınavına falan ancak böyle katlanabildiğimiz yıllardı zaten.
Deli gibi de okurduk ve ben Arthur Rimbaud’u da o yıllarda tanımıştım. Üstelik bir yazarın ya da dostun önerisi olarak değil, ölüm ilanlarını okumadan duramayan biri olarak bir ölüm ilanında karşılaşıp etkilenmiştim dizeleriyle ilk. En başta eşlik edebilmek için kaseti geri ala ala şarkı sözlerini çıkarırken Jim’in sözleri de çarpmıştı beni. Onun da Rimbaud’dan ve daha bir sürü yazar, çizerden etkilendiğini okuduğumda şaşırmamıştım belki ama bunun çok hoşuma gittiğini hatırlıyorum.
Kendisi de yazma eylemine yakın biri olarak sembolizmden etkilendiğim, Rimbaud’nun “Ben bir başkasıdır” sözü üzerine düşündüğüm için olsa gerek “The End” şarkısında babasını öldürmek, annesiyle ise sevişmek istediğini söyleyen bir katilin var olması mide bulantısı, düş kırıklığı falan yaşatmamıştı bana. Bu öykünün Yunan tragedyası Oedipus ile benzerliğini ne zaman öğrendim bilmiyorum. O zamanlarda internet de yoktu, Jim’in kitaplarını da edinebilmiş değildim ama şamanlardan tanrılara, kelebeklerden kertenkelelere uzanan ve bunları yazan şair-müzisyenin sinemayla yakın ilişkisini de doğallıkla taşıyarak görkemli görsel imgeler oluşturan şarkı sözleri vardı karşımda. Yetmişti. Rimbaud da, William Blake de vardı. Babasını öldürmekten, annesiyle sevişmekten söz eden Jim neler demek istiyordu aslında? Birileri buraya sığ sularla hücum etmişti kuşkusuz ama o biz olmadık.
Jim de zaten 1969 yılında Rolling Stone dergisinden Jerry Hopkins‘e şarkıyla ilgili olarak şöyle demiş (1);
“O şarkıyı her duyduğumda başka bir anlamı oluyor benim için. Ne demeye çalışıyordum gerçekten bilmiyorum. Basit bir veda şarkısı olarak başladı… Sanırım sadece bir kız için ama bir tür çocukluğa veda sayılabileceğini de görebiliyordum. Gerçekten bilmiyorum. Sanırım imgeler açısından kim ne isterse o olmasına yetecek kadar karmaşık ve evrensel.”
Lizze James ile olan söyleşisinde ise şarkının “Benim tek arkadaşım, son” dizesiyle ilgili olarak ölümle ilgili ünlü sözlerini söyler Morrison (2);
“Bazen acı, incelenemeyecek ya da hatta tahammül edilemeyecek kadar fazla olabiliyor… Ancak bu durum onu şeytani yapmaz, ya da ille tehlikeli… Ancak insanlar ölümden acıdan daha fazla korkuyorlar. Ölümden korkmaları garip. Yaşam ölümden daha çok acıtıyor. Öldüğümüzde acı sona eriyor. Evet, sanırım o bir arkadaş.”
Jim’in The Lords and The New Creatures isimli kitabında dölyatağı ve metamorfoz ile ilgili yazdığı satırlar, kendi olmakla, özgür olmakla ilgili de çok sayıda sözü olan Morrison’ın yaşam denen olguya saf kendimiz olarak değil de bir anne babanın genleriyle, yetiştirmesiyle ve sonra toplumun şekillendirmesiyle gelişimiz hakkında elbette çok şey hissetmiş, söylemiş olduğunu düşündürüyor. Kendimiz olmanın önündeki bu engellerden arınmak mümkün mü? Nasıl mümkün? Yoksa bir sığınak mı tüm bu bağlar? Saf kendi olmamak yaşamın zorluklarına karşı bir zırh mı?
“Dölyatağında biz kör mağara balıklarıyız” diye yazmış Morrison (3). Seyirci, izleme eylemi, göz… Bunlardan da ne çok söz etmiş yazdıklarında, söyleşilerinde. Yaşamın tanıklığı en çok göze ihtiyaç duyuyorsa dölyatağını sadece hissetmek, görmemek unutmayı da kolaylaştırır mı?
“Teoriye göre doğumu başlatan çocuğun dölyatağını terk etmek istemesi” diye de yazmış bir şiirinin ilk cümlesinde. Zorlandığım bu yazıya nereden başlayayım, nelerden söz edeyim diye düşünen benim dikkatimi çekişi elbette yaşamayı kendi isteğimizle seçmemiş oluşumuzu varoluşun en tuhaf kısmı görmemle de ilgili. Yaşama dair onca sancıyı çekenlerin ölümde bir tür görkem bulması gerektiğini fısıldarken bulabildiğim en içimle ilgili.
“Metamorfoz. Bir obje isminden, alışkanlıklarından, ilişkilerinden koparılır. Ayrık halde yalnızca bir şey olur, kendinin içinde ve kendiyle ilgili. Saf varoluşa giden bu çözülme sonunda başarıldığında, obje sınırsızca herhangi bir şey olmak için özgürdür” (3).
Jim’in metamorfozla ilgili yazdıkları ise ölümün pekala metamorfoz olarak görülebileceğini hissettiriyor birden. Özgürlükle ilgili konuşurken söylediği “Bireysel düzeyde, kişisel bir devrim olmadan büyük ölçekte bir devrim olamaz” sözleri geliyor aklıma (2). The End’in sözlerinde geçen sınırsızlık ve özgürlük ile birlikte düşünüldüğünde ölüm de pekâlâ sınırsızlık ya da klasik deyişle ölümsüzlük olarak sızıyor algıların kapılarından. Metamorfozu kendi isteğimiz, kendi zamanlamamızla dölyatağını terk etmemize benzetiyorum bu dizeleri okurken, kendim olabilmeyi öğrenmiş olduğumu umarak (Sezaryen ile doğanların da kendi metamorfozlarını bulmaları gerekiyor bu durumda, isterlerse).
Birkaç yıl önce Magnesia Antik Kenti’ni ziyaret ettiğim gün sıcak antik taşların üzeri kertenkele kaynıyordu. Benim gölgesine sığınmak isteyeceğim kovuklarından taşların, bazen birkaçı birden çıkıyor, gözleri dışında hareketsiz duruyordu. Arada göz göze geldiğimiz söylenebilirdi. Ve ben o an, güneşi, kertenkeleleri, sıcağı, taşları ve algımın içine giren her şeyi Jim’in yansısı olarak algılamıştım. Alaska’da da Tlingit kabilesinden eşim özellikle ağaç oyarken ya da dans ederken aklıma gelirdi Jim benzer şekilde. Algıladığım ne varsa o an, hepsinin kaynağından çıkar gibi, havaya hükmeder gibi. Sözcüklerinin ve özgün müziklerinin gücünü bazen görkemli anlar yaşarken hissettiğim ve bana sanatın yaşamın zorluklarına karşı insanı güçle donattığını hatırlatan şarkıları, varlıkları için Ray’e, Rob’a, John’a ve Jim’e sonsuz teşekkür…
The End/Son
Bu son
Güzel arkadaşım
Bu son
Benim tek arkadaşım, son
Ayrıntılı planlarımızın sonu, son
Ayakta duran her şeyin sonu, son
Güvenlik ya da sürpriz yok, son
Gözlerinin içine bir daha bakmayacağım
Ne olacağını resmedebiliyor musun?
Çok sınırsız ve özgür
Çaresiz bir toprakta
Çaresizce ihtiyaç duymak
Bir yabancının eline
Roman yabaniliğinin acısında kaybolmak
Ve tüm çocuklar delirmiş
Tüm çocuklar delirmiş
Yaz yağmurunu beklerken, evet
Şehrin kıyısında tehlike var
Kralın otobanından git bebeğim
Altın madeninin içinde tuhaf sahneler
Otobanda batıya sür bebeğim
Yılanı sür, yılanı sür
Göle, antik göle doğru bebeğim
Yılan, o uzun, 11 km
Yılanı sür
O yaşlı ve derisi soğuk
En iyi batı
En iyi batı
Gel buraya ve yapacağız geri kalanı
Mavi otobüs çağırıyor bizi
Mavi otobüs çağırıyor bizi
Şoför, nereye götürüyorsun bizi?
Katil tan vaktinden önce kalktı
Çizmelerini giydi
Antik galeriden bir yüz aldı
Ve koridor boyunca yürüdü
Kız kardeşinin yaşadığı odanın içine girdi ve sonra
Erkek kardeşini ziyaret etti ve sonra
Koridor boyunca ilerledi ve
Ve bir kapıya geldi
Ve içeri baktı
“Baba?” “Evet, oğlum?” “Seni öldürmek istiyorum”
“Anne? Seni….”
Hadi bebeğim, bizimle dene şansını
Hadi bebeğim, bizimle dene şansını
Hadi bebeğim, bizimle dene şansını
Ve buluş benimle mavi otobüsün arkasında
Mavi otobüste, mavi otobüste, mavi otobüste
Hadi, evet
S*k, S*k
S*k, S*k
S*k, S*k, S*k, evet!
Hadi bebeğim, hadi
S*k beni bebeğim, s*k evet
Woah
S*k, s*k, s*k, evet
S*k, evet, hadi bebeğim
S*k beni bebeğim, s*k, s*k
Woah, woah, woah, evet
S*k evet, yap, evet
Hadi!
Huh, huh, huh, huh, evet
Tamam
Öldür, öldür, öldür, öldür, öldür, öldür
Bu son
Güzel arkadaşım
Bu son
Benim tek arkadaşım, son
Seni salıvermek canımı acıtıyor
Ama hiç takip etmeyeceksin beni
Kahkahaların ve yumuşak yalanların sonu
Ölmeye çalıştığımız gecelerin sonu
Bu son
Yukarıdaki çeviri şarkının 1967 tarihli The Doors isimli ilk albümlerinde yer alan kaydın çevirisidir. Şarkının kimi canlı kayıtları daha uzun ve farklıdır. Hollywood Bowl’daki ünlü konser (1968) sırasında olduğu gibi;
Yukarıdaki kaydın ortasındaki farklı bölümün Türkçe çevirisi ise şöyle;
Biz bir evdeydik ve çatal bıçağın muşambaya düşmesi gibi bir ses oldu
Ve sonra biri koşarak odaya girdi ve
“Dışarıdaki kazayı gördün mü?” dedi
Ve herkes “Hey dostum dışarıdaki kazayı gördün mü?” dedi
Dışarıdaki kazayı gördün mü?
7 kişi arabaya binmiş gidiyordu
6 bekâr ve onların gelini
7 kişi öldü
Bir otomobilde ölmeme izin verme
Açık bir alanda uzanmak istiyorum
Yılanların tenimi emmesini istiyorum
Solucanların arkadaşım olmasını istiyorum
Burada uzanırken kuşların gözlerimi yemesini istiyorum
Bulutlar geçip gidiyor
Çekirgeye Övgü…
Sanırım küçük bir dükkân açacağım
Bir şeyler satılan küçük bir yer
Ve sanırım ona “Çekirge” ismi vereceğim
Bir büyük yeşil çekirgem var
Anne benim çekirgemi gördün mü?
Gerçekten çok iyi görünüyor
Aaa, yanılmışım, güveymiş (Sahnedekinin çekirge değil de güve olduğunu anlar Morrison)
Olsun, pek zamanı kalmışa benzemiyor öyleyse bağışlayacağız onu
Ensenada
Köpek Çarmıhı
Ölü fok
Ölü araba güneşinin hayaleti
“Arabayı durdur,
Dışarı çıkıyorum, dayanamıyorum
Hey, baksana, birisi geliyor
Ve yapacağın hiç bir şey yok
Özgür Keşaplı Didrickson
***
The End şarkısının orijinal sözleri için;
https://genius.com/The-doors-the-end-lyrics
1) https://www.rollingstone.com/music/music-news/the-rolling-stone-interview-jim-morrison-73308/
2) https://www.rollingstone.com/music/music-news/the-rolling-stone-interview-jim-morrison-73308/
3) Jim Morrison. The Lords and The New Creatures (1970). Alıntıların İngilizce orijinali;
In the womb we are blind cave fish
The theory is that the birth is prompted by the childs desire to leave the womb
Metamorphose. An object is cut off from it’s name, habits, associations. Detached, it becomes only the thing, in and of itself. When this disintegration into pure existence is at last achieved, the object is free to become endlessly anything.